Duygu Türk imzalı “Öteki, Düşman, Olay” (Metis Yayınları) başlıklı çalışma, üç önemli düşünürden hareketle (Levinas-Schmitt-Badiou) “etik ile siyaset ilişkisini araştıran”, yeniden gözden geçirilmiş ve genişletilmiş bir doktora tezi. İçeriği ve kapsamı itibarıyla ise hakkında çok daha fazlası da söylenebilir: “Türkçe yazılmış, bu denli kapsamlı ve yetkin bir felsefe kitabıyla karşılaşmak her zaman mümkün değil.” Siyasal teoriyle ilgilenen ve halen araştırma görevlisi olarak çalışan D.Türk bu kapsam ve içeriğin hangi saiklerle ortaya çıktığını ve yazıldığını anlatırken şunları söylüyor: “Levinas, Schmitt ve Badiou, çağdaş siyasal düşünceye esin veren ayrıksı konumlara sahipler ve her biri, etik ve siyaset ilişkisini düşünmek için önemli kavramsal araçlar sunuyorlar. Etik ve siyaset bağlamında tüm diğer çağdaş yaklaşımların da içine yerleştirilebileceği çerçevenin sınırlarını belirleyen radikal pozisyonları temsil ediyor ve böylece, bağlamın temel meselelerini düşünebilmek, temel ayrışmaları tespit edebilmek için elverişli bir zemin sunuyorlar. Bu yönüyle çalışma, bu birbiriyle ‘ilişkisiz’ görünen düşünürlerin kuramsal pozisyonlarını ilişkilendirme çabası, üç düşünürü birlikte okuma önerisidir.”
D.Türk’ün bu çalışmasını anlamlı ve değerli kılan iddiasının büyüklüğü kadar -öyle ya birbirleriyle ‘ilişkisiz’ görünen üç ‘baba’ düşünürü teorik çerçevede buluşturarak ortak bir zeminde birbirleriyle ilişkilendirme çabası az buz değil- bu iddiayı haklı çıkaracak, ilave edilmesi gereken, altı çizilesi başka hususlar da var. Ancak önce bu ‘iddia’nın neden büyük olduğunu söyleyelim. Kanımca şundan: D.Türk’ün kendisinin de ifade ettiği gibi bu üç önemli düşünür “çok farklı kuramsal, siyasal geleneklerden gelirler” . İlk anda birbirleriyle ‘ilişkilendirmek’ bağlamında bir handikap gibi görünen bu durum, yine D.Türk’ün vurguladığı gibi “bu düşünürler(in) aynı tabloya bambaşka noktalardan ve aynı radikal tutumla” yaklaşıyor olmaları nedeniyle bir avantaja dönüşebiliyor. Bir başka ifadeyle üç düşünür arasındaki zıtlıklar, tam da bu çalışmada konu edinilen ‘etik-siyaset ilişkisine’ dair, ilave olarak içine farklı yaklaşımları alabilecek, teorik bir alanın genişliğini ve sınırlarını oluştururken, aynı zamanda farklı yönlerden ve açılardan yaklaşımlara imkân zemin teşkil eden bu alan, yaratıcı zihinsel üretimin de teşvikçisi oluyor. D.Türk de işte bu teşvikten payına düşeni cesaretle ve titizlikle yerine getiriyor. Ancak bu kadar da değil. Yine D.Türk’ün yazdıklarından hareketle devam edecek olursak, söz konusu üç düşünürün “çok katmanlı, dolayısıyla çok anlamlı ve kendine özgü diller”inin olmaları, bir yandan metinlerinin anlaşılırlığında zorlaycı bir unsur olurken, bir yandan da “ kuramlarını incelerken, metinlere sadık kalma çabası ile anlamak için yorumlama çabası, zorunlu olarak içiçe geçer ve bu düşünürlerden, farklı bağlamlarda farklı esinler verecek fikirler üretmek mümkün hale gelir.” Bir başka deyişle metinleri inşa eden dilin bizatihi kendisinin yoğunluğu ve yine buradan kaynaklanan doğurganlığı, o metinlerle hemhal olanları da doğurgan kılıyor. Nitekim D.Türk de üç düşünürün metinlerine hâkim olan doğurgan dilin kendi zihinsel yaratıcılığındaki olumlu yansımalarını itiraf ederek, son kertede söz konusu çalışmasında yaptığının bu düşünürler ekseninde kendi yorumu geliştirmek olduğuna vurgu yapıyor. Böyle olmasında bir terslik yok kuşkusuz –yok, çünkü olması gereken bu-, ancak D.Türk kendisi adına bu itirafta bulunurken, tam da bu noktada Türkiye akademiası ve anlayışı hakkında çok çarpıcı bir gerçekliğe de işaret ediyor. O gerçeklik de şu: “Türkiyeli araştırmacılardan genelde, teorik üretimde bulunmaları veya yeni yorumlar öne sürmeleri değil, verili pozisyonları doğrulayıp yanlışlayacak olgusal bilgiyi sunmaları beklenir.” Bir başka ifadeyle Türkiye akademiası ve buradaki hâkim anlayış -burada akla gelen bir başka soru: Peki ya bizde durum ne?- araştırmacıların teorik açılımlar ve yeni yorumlar ortaya koymalarına imkân tanıyacak özgürlüğü ve desteği sunmak yerine, sınırlayıcı ve hatta ‘terbiye’ edici yaklaşım biçimini esas almakta, bu da son kertede yapılan araştırmaların verili olanları tekrarlamaktan öteye geçememelerine neden olmaktadır. Bunun sonucunun ise akademik ve entelektüel düzeyde zafiyete yol açacağı aşikârdır.
Buradan bakınca Duygu Türk’ün çalışmasının hem iddialı hem de bu iddiasını karşılayacak kapsam ve niteliğe sahip olduğunu söylemek mümkün. D.Türk, kendi kuramlarında çok yoğun ve doğurgan içeriği içkin üç aykırı düşünürü ilişkilendirerek ortak bir eksende buluşturma çabası içindedir. Levinas’ta “ben ve öteki”, Schmitt’te “norm/düzen ve istisna”, Badiou’de “durum ve olay” kavramları bu ilişkisellikte belirleyici unsurlardır ve bugünün dünyasında gerek nitelik ve gerekse pratik olarak çok tartışılır olan ‘siyaset’- ‘etik’ ilişkisi de buradan irdelenmeye çalışılmaktadır. Arka planı ve yoğun teorik/felsefi okumaları düşünüldüğünde D.Türk’ün çalışması sadece siyasetle (siyasal teoriyle) sınırlı kalmayan, bunu aşarak felsefeye de taşıyan bir mahiyet arz etmektedir ki, eserin bir ‘felsefe kitabı’ olarak da nitelendirilmesi tam da bu yüzdendir.
Son söz: “Öteki, Düşman, Olay” sadece akademik bir çalışma değil, akademik ve entelektüel talepleri aynı anda karşılayan; günümüz dünyasında siyasetin ve siyasete dair zihniyetlerin yaşadıkları krize, farklı bir yerden pencere açarak bakmayı deneyen yoğun ölçekli bir çalışma. Bu konudaki muhtemel eksikleri ise yazarının da belirttiği gibi aynı zamanda “o kadar esin verici..”
“Öteki, Düşman, Olay” (Levinas, Schmitt ve Badiou’da Etik ve Siyaset). Duygu Türk. İstanbul: Metis Yayınları. 2013. 346 s.