Simge Çerkezoğlu
Oya Akın’ı sahnede ilk izleyişim 2013 yılıydı. Şiddet gören bir kadını canlandırmadaki gerçekçiliği karşısında günlerce oyunun etkisinden kurtulamadığımı hala unutamam. Son dönemlerde özellikle Edep-siz Projesi’yle performans sanatında dikkatleri üzerine çeken sanatçıyla tiyatroya ilişkin kariyerini de konuştuk. Akın sahne korkusunu yenmek adına başladığı tiyatro sanatının, hayatında nasıl bir tutkuya dönüştüğünü samimiyetle anlattı.
“SAHNE KORKUM SAYESİNDE TİYATROYA BAŞLADIM”
Öncelikle Oya Akın tiyatroya nasıl başladığını anlatıyor. Tamamen bir tesadüf sonucu başlayan tiyatro süreci bugün yaşam biçimine dönüşmüş durumda.
“Londra’da dünyaya geldim ancak ben on yaşındayken ailemle birlikte Kıbrıs’a taşındık ve ortaokul ile lise eğitimimi burada tamamladım. Üniversite eğitimi içinse İstanbul’a, Boğaziçi Üniversitesi’ne gittim ve orada psikoloji okudum. İstanbul’da toplam yedi yıl yaşadım. Üniversiteden sonra birkaç yıl orada kalıp çalıştım. Kıbrıs’a dönünce ise Kıbrıs Türk Hava Yolları’nda İnsan Kaynakları Bölümü’nde eğitim şefi olarak göreve başladım. Bu süreçte topluluğa hitap etmekle ilgili korkum olduğunu fark ettim. Psikoloji eğitiminin bana kazandırdığı dürtü ile bu korkunun üzerine gitmeye karar verdim. Böylece 2000 yılında, Girne Belediyesi Tiyatro Stüdyosu olarak sevgili Derman Atik’in açtığı tiyatro kursuna katıldım. Birkaç aylık kurs sonucunda ise o sezon sahnelenecek Çıkmaz Sokak isimli üç kişilik oyunda rol aldım. Böylece hem tiyatroya başladım hem de sahne korkumu yenmeyi başardım. Elbette sahneye çıkarken hala çok heyecanlanıyorum ancak bu artık tatlı bir heyecan.”
DEVLET TİYATROSUNUN UNUTULMAZ OYUNLARINDAN BİRİ “KATİL”
Benim Oya Akın’ı sahnede ilk izlemem Devlet Tiyatroları’nın, Atatürk Kültür Merkezi’nde sahnelediği Katil oyunuyla oldu. Şiddete maruz kalan bir kadını canlandırdığı bu oyun benim için bugün hala unutulmazlar arasında…
“Kıbrıs Türk Havayolları’ndaki görevim her ne kadar bana sahnenin yolunu açmış olsa da bir süre sonra oradaki çalışma ortamının bana uygun olmadığına karar verdim ve 2005 yılında istifa ettim. Bu arada halihazırda part-time olarak oyunlarında görev aldığım Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları’na sözleşmeli oyuncu olarak katıldım ve yedi yıl oyuncu olarak orada çalıştım. Eşzamanlı olarak Derman Atik’le de, hem GİBETSU, hem de Çatalköy Belediye Tiyatrosu çatısı altında, toplam on üç yıla yakın çalışmaya devam ettim. Daha sonra politik nedenlerle KTDT ile sözleşmem yenilenmedi. KTDT ile son olarak sizin de bahsettiğiniz ‘Katil’ oyunu için sahneye çıkmıştım. Beni de çok etkileyen bir oyun süreci ve sonrası oldu. Toplumda da bu oyun büyük yankı yarattı. Tanımadığım pek çok kadından oyuna dair geri dönüşler aldım. Duygusal ve psikolojik olarak etkilendiğim bir oyundu. Aylarca her yerim mosmor olarak dolaştım. Şiddete dair sahnelediğimiz her şey gerçeğe yakın sahnelendi, yüzde yüzü değilse de o vuruşların belli bir oranı gerçekti. Sanırım o yüzden oyun bu denli etkileyiciydi. Biz sahnede gerçeği gösterdik. Azerbaycan’la imzalanan bir protokol sonucu hayat bulan bir projeydi.”
“TİYATRO DAHA GERÇEKÇİ”
Elbette tiyatro yanında uzun ve kısa metrajlı filmlerde de yer alan sanatçı, Kıbrıslı Rum yönetmenlerle yaptığı uluslararası çalışmalara rağmen, tiyatronun hayatında bambaşka bir öneme sahip olduğunu gururla anlatıyor.
“Haklısınız sadece tiyatroda değil, uzun metrajlı iki filmde ve pek çok kısa metrajlı filmde de rol aldım. Doğruyu söylemek gerekirse ben kendimi tiyatroya daha yakın hissediyorum. Tiyatro daha gerçekçi geliyor. Sahnelenen her oyun her sahnelenişte değişen seyirci sayesinde başka bir dinamiğe bürünüyor. Canlı seyirci önünde olmanın heyecanı ise bambaşka, bir kere yaşandı mı kolay kolay vazgeçilemiyor. Sinemada durum farklı tabii ki, çekimler sırasında aynı sahneyi tekrarlama ve otomatikleşme süreci yaşanıyor gibi hissediyorum. Bana zorlama gelen bir yanı var. Elbette sinema da sanatın farklı bir dalı ve bunu deneyimlemiş olduğum için çok mutluyum. Böylesi projelerde keyifle çalışıyorum. Tabii bir başka açıdan baktığımızda sinema, oyuncuları kalıcı kılan bir sanat dalıdır. Tiyatroda sahnelenen bir oyun, sahnelendiği sürece hatırlanıyor, zaman içinde unutuluyor. Tiyatronun da bence ciddi bir şekilde arşivlenmeye, kayıt altına alınmaya başlanması gerekiyor. Böylece tiyatroyu çok daha kalıcı hale getirmemiz mümkün. Son zamanlarda ayrıca daha çok performansa da yönelmiş durumdayım.”
Son zamanlarda performans sanatı üzerine çalışmaya başlayan Akın, “Voicing the Line” (Sınırı Seslendirmek) isimli ilk performans sanatı çalışmasıyla bundan ne kadar keyif aldığını anlatıyor ve bu çalışmanın kendisine ilham vererek Edep-siz fikrinin doğmasına olanak yarattığını ifade ediyor.
“İlk performans sanatım Kıbrıslı Rum performans sanatçısı Christina Georgiou’nun projesiyle başladı. Christina’nın projesi Yeşil Hattı ölçmek ekseninde geliştirilmişti. Bir önceki performansında bedenini kullanarak sınırın boyunu “ölçen” bir performans gerçekleştirmişti Christina. Bu seferse, benim de katıldığım performansıyla birlikte sınırın kalınlığını ölçtük. Ben kuzeyden Lefkoşa sınır boyunu yürürken, Christina ise aynı şeyi güneyde yaptı. Yürürken sınırın ötesinden birbirimizin isimlerini çağırdık. Elimizde ses kayıt cihazları vardı ve her ikimize de eşlik eden fotoğrafçılar. Zaman zaman birbirimize yakınlaştık ve seslerimizi duyurabildik, zaman zaman ise uzaklaştık, duyulmaz olduk. “Sınırı Seslendirmek” isimli bu proje çok anlamlı bir çalışmaydı. Performansı daha sonra ArtRooms’da Başak Şenova kuratörlüğünde gerçekleşen “Line” sergisinde sunmuştuk. Performans sanatı ile ilgili ilk deneyimim bu proje ile oldu. ”
“EDEP VE AHLAKI SORGULAYAN PROJE EDEP-SİZ”
Edep-Siz’den benim anladığım ahlakı ve edebi sorgulayan sanatta çıplaklığın ve cinselliğin var olduğunu anlatmaya çalışan farklı performanslarla izleyicilerle buluşan bir çalışmaydı. Elbette projenin koordinatörü Oya Akın’ın söylemek istediği bundan çok daha fazlasıydı.
“Edep-Siz sergi ve performans projesi, en genel anlatımıyla, bireysel ya da toplumsal edep ve ahlak olgusunun kendi bedenimiz, çıplaklığımız, cinselliğimiz ekseninde var olan ve/ya yarattığımız, psikolojik veya sosyal baskıyı sorguluyor. Elbette bu baskıyı yaratmada din ve medya da önemli bir rol oynuyor. Beden, çıplaklık, cinsellik, ahlak normları, kabul edilebilir veya kabul edilemez davranışlar… Belirli ortamlarda nelerin konuşulup, nelerin konuşulamayacağı, işte tüm bunlar bir süredir kafamı kurcalayan ve Edep-Siz projesi için beni dürten sorular oldu. Sanıyorum ‘Katil’ oyunu süreci de beni tüm bunları düşünmeye ve sorgulamaya itti. O oyunda başrolü paylaştığım arkadaşımla oyun sırasında öpüşmemiz, duygusal bir yakınlık içinde olmamız nedense belirli muhafazakâr çevreler için büyük bir olay olmuştu. Oyun şiddet sahnelerinden dolayı on sekiz yaş ve üzeri ile sınırlandırılırken, bunun nedenini cinsel unsurlara bağlayanlar oldu. Gariptir, bu süreçte anladım ki çocuklarımıza öpüşme eylemini göstermekten çekiniyoruz ama şiddet göstermekte bir sakınca görmüyoruz. Edep-Siz’de şair olan partnerim Gürgenç Korkmazel’in erotizmi aşktan ayırmadan ele aldığı şiir ve öyküleri de beni besleyen, bana tüm bu sorgulamaları yaşatan etkenler arasında yer alıyor. Bu sergi/performans projesinin ilk bölümü Lefkoşa’da gerçekleşti, ardından geçtiğimiz günlerde bu projenin devamı Girne Art Rooms Galerisi’nde yapıldı. Her ikisinde de farklı sanat dallarından faaliyet gösteren sanatçılardan bizlerle “edepsiz” çalışmalarını paylaşmalarını istedik. Art Rooms Galerisi bu eserlerin sergilenmesini üstlenirken, biz de Rooftop Tiyatro grubu olarak her sanat eseri ekseninde canlı performanslar geliştirdik. Böylece bu kolektif çalışmayı gerçekleştirme şansı yakaladık. ”
“ÜÇ KITADAN KADIN SANATÇILAR BAF’TA BULUŞUYOR”
Şu anda devam eden çalışmalarını da bizimle paylaşan sanatçı, önümüzdeki günlerde Baf Kültür Başkenti Projesi kapsamında, uluslararası bir platformda yer alacak olmanın heyecanını yaşıyor.
“Rooftop tiyatro grubu ile 2009 yılından bu yana birlikte çalışıyorum. Çok kültürlü ve çok dilli bir sivil toplum örgütü olarak bu grupla birlikte birçok proje gerçekleştiriyoruz. Her zaman farklı katılımlara açığız. Rooftop Tiyatro grubu olarak toplumsal meselelere önem veriyoruz. Tüm projelerimiz toplumsal değişimlere yön vermeyi amaçlıyor.
Bundan sonraki projem, Amerika, Afrika ve Avrupa kıtalarından seçilmiş on iki kadın oyuncu ve dört kadın müzisyenle birlikte Baf Kültür Başkenti kapsamında gerçekleşecek “Lysistrata” oyunu olacaktır. Brian Michaels yönetiminde gerçekleşecek bu oyunun provaları ve performansları nedeniyle bir aylığına Baf’ta olacağım.”
Edep-siz fotoğraf Nafia Akdeniz
Katil fotoğrafl: Ayla Öztaşçı