Kısacası, hükümet belediye sayısını azaltma odağına girince, muhalefeti de sarmalına alarak ona gerçek odağını kaybettirdi ve kendisine olacak genel tepkileri de büyük ölçüde azaltmış oldu. Umalım ki, yerel yönetimlerde esas olan yerinden yönetimler vizyonu da bu yeni yapılanma ile dumura uğramasın…
2005 yılında dönemin Beyarmudu Belediye Başkanı ve Belediyeler Birliği Başkanı Hüseyin Beyar (ışıklar içinde uyusun) ile Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin alt organı olan Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi destekli olarak KKTC yerel yönetim sistematiğinde reform yapmak üzere proje taslağına başlangıç vuruşunu yapanlardan biriyim.
Bu reform projesinin vizyonunun yerinden yönetime geçmek olduğunu, bu vizyona ulaşmak için de misyonun mevcut yerel yönetimleri coğrafi ve nüfus durumuna göre birleştirerek büyütmek ve yeniden yapılandırmak olduğunu defalarca yazdım, söyledim, anlattım… Mevcut yapının insan, mali ve makine-teçhizat kaynaklarında israfa neden olduğu için sürdürülemez olduğunu, 12-14 büyütülmüş belediyenin ekonomik akla uygun bir uygulama olacağını tekrarlayıp durdum… 2006 yerel seçimlerinden sonra proje üzerinde yoğunlaşılıp, 2010 seçimlerine kadar yapısal ve yasal alt yapısının kurgulanması ve 2010 seçimlerine bu belediyenin başkanlarını ve meclislerini seçmek üzere gitmek gibi bir eylem planı vardı; bunun başlangıcı olarak da tüm muhtarlıklar mevcut belediyelere bağlanmıştı.
Ancak, o günden bugüne belediye başkanları bu projeye muhalif oldu, kendi partilerinin yöneticilerinin üzerinde de projeyi uygulamada caydırıcı etken oldu. Yerel yönetimler reformu hükümetlerin programında ve TC ile imzalanan protokollerde yer aldı ama uygulama yönünde adım atılamadı. TC ile son protokolü imzalayan dönemin Başbakanı Sucuoğlu büyük bir iddia ile belediye reformuna girişti… Farklı nedenlerle Sucuoğlu görevden gitti, yerine gelen hükümet de bu konuda ısrarcı oldu. Belediye başkanlarından hükümete üyesi partilerden olanlar ile onlara yakın duranların karşı çıkışı ve direnci öyle veya böyle kırıldı. Muhalif partilerin ve bazı bağımsızların direnci ise sürdü. Onların siyasi partilerinin hükümetin getirdiği yerel yönetimler reformuna muhalefeti ise hiç yapılmaması temelinde değil, başlangıçtaki vizyon doğrultusunda ve dolayısıyla katılımcılık tabanının yaygınlaştırılacağı bir süreçte yapılması üzerine odaklandı.
Maalesef hükümet kanadı aceleciliğe kapıldı… Laf dinlemedi, reform diye yola çıktığı projeyi sayı azaltma operasyonuna döndürdü… Bunu yaparken de zaten ekonomik sıkıntılar nedeniyle toplumsal gerilimlerin yüksek olduğu bir iklimde halkın kutuplaşmasının yarattığı ek gerilimler karşısında ne yapacağını şaşırarak, alelacele yasayı meclisten geçirmeye odaklandı. Belediye çalışanlarım ile kapanacak beldelerde yaşayanlar huzursuz ve eylemli hale geldi… Sonuçta, yasayı geçirmeyi başardı hükümet ama muhalefet de anayasa mahkemesine gidiyor; bu yasanın anayasa mahkemesinden dönme olasılığı yüksek. Ama, tutun ki anayasa mahkemesi yeni yapının anayasaya aykırı olmadığı kararına vardı, bu yeni yapı uygulamada uyumlu ve sorunsuz çalışamayacaktır; şimdiki ve sonraki hükümetler habire yerel yönetimler yasasından değişiklik önerileri ile meclisi meşgul edecek… Bu arada da çalışma sistemi arızalanmış belediyeler, belde halkına hizmet vermekte zorlanacak… Ve yerel yönetimlerde mevcut mali ve idari sorunlar daha da büyüyerek ve artarak sürecek; toplumsal gerilimlere ve muhalefete rağmen yasayı geçiren hükümet de “Ne anladık biz bu işten?!” diyecektir. Tek anladıklarının da Ankara hükümetinden aferin ve mali kaynak aldıklarını da kamuoyu ile paylaşmayacaklar doğal olarak…
Yerel yönetimler reformu projesini hayata geçirmek bu yapılan gibi yapılmamalıydı, toplam belediye sayısını ekonomik akılla değil de siyasi tercih ile belirlememeliydi. Ve sonuç da mevcut sorunların giderilemeyeceği bir yerel yönetimler kurgusu olmamalıydı; bu yeni yapının yaratacağı ek sorunlarla da yıllarca uğraşmak gibi bir kader yaratılmamalıydı, böyle olmamalıydı. Muhalefetin hakkını vermek gerek, meclis içinde ve dışında direnişini yaptı, hükümetin getirdiği önerinin yanlış ve eksikliklerini de ders verir gibi anlattı… Muhalefetin bu süreçte yaptığı bir hatayı belirtmemek de eksiklik olacak… Bu proje yerinden yönetime geçiş vizyonlu bir proje idi ve tüm KKTC halkına hitap eden, onların günlük yaşam kalitesini artıracak olan bir yerel yönetim yapısını vaat eden bir proje idi… Muhalefetin tepki stratejisi bu odakta olmalı idi… Muhalefet partileri ise, stratejik hata yaparak, meclis konuşmalarında birleştirilecek belediyelerin yaratacağı sorunlara odaklandı. Bu da KKTC halkından sadece birleşecek belediyelerde yaşayanlara hitap etti; mevcut yapısı değişmeyecek olan belediyelerin belde halkı konuya ilgisiz kaldı. Halbuki, vizyon üzerinden muhalefet yapılsa idi hükümet tüm halkı karşısında bulacaktı; öyle yapmayınca da özellikle mevcut yapısına pek dokunulmayan büyük kent belediyelerinin halkı, ki toplam nüfusun büyük oranıdır, konuya ilgisiz ve duyarsız kaldı… Ve sonuç olarak muhalefet partilerinin konu ile ilgili muhalif çabaları tüm halk tarafından hayranlık ve takdir ile izlendi ama meclis önüne sadece kapanacak belediyelerde yaşayanların bir kısmı katıldı…
Hükümetin belediye sayısını azaltmaya indirgediği belediyeler değişiklik yasası halkın bir kısmının mevcudu korumak derdinden başka bir tepkiye neden olmadı. Yerinden yönetime geçiş vizyonu muhalefet sözcüleri tarafından halkın tamamına anlatılmış olsa idi, muhalif çıkışın da bu amaçla olduğu benimsetilebilmiş olsa idi hükümete bu yasa önerisini terk ettirecek büyüklükte bir toplumsal tepki yaratılmış olabilecekti. Kısacası, hükümet belediye sayısını azaltma odağına girince, muhalefeti de sarmalına alarak ona gerçek odağını kaybettirdi ve kendisine olacak genel tepkileri de büyük ölçüde azaltmış oldu.
Umalım ki, yerel yönetimlerde esas olan yerinden yönetimler vizyonu da bu yeni yapılanma ile dumura uğramasın…