Esas olan elimizdeki her şeyi “görünür” kılmak ise, öyleyse, söze belki de hiç umulmadık bir yerden başlamalıyız. Cümleyi daha anlaşılır kılmanın en iyi yolu: dünyanın acı yaşam sahnelerini, adeta bir cımbız gibi çekip çıkarmaktır. Bunun için de yaygın iletişim ağlarındaki haber başlıklarını kullanmakla işe başlıyoruz: Radyo, televizyon ve gazeteler… Medyaya yansıyan her olayın haberi toplumsal cinnetin sınır ötesi harekâtı gibidir. Yaşam alanlarımıza dâhil olan her bir sahne, sanki bir bilimkurgu içinde kaybolmuş, sözde, çağdaş insan belleklerini yaratmaktadır. 20. yüzyıldan 21. yüzyıla aktarılan nesneleşen bir dünya modeline eklenen bedenlerimizdeki sanal bellek, aslında gelecek adına daha da vahim ön sahne provalarına tanıklık etmektedir. Unutmayalım ki modernleşen dünyanın insan modeli, her türlü gelenekselleşen koşulu kendi içine dönen bir taştan değirmen gibi öğütüp durmaktadır. Kendi içine dönen değirmenin de sapı samanı karıştırarak, ortaya aşılması güç dağlara benzeyen bir çöp yığını bıraktığını söylemek, öyleyse, kaçınılmazdır.
Gelip geçen her olayın balık hafıza evrenine evirilmesine izin vermemek gerekiyor. Her gün dolup dolup boşalan bir kova gibi belleği yeni doğan günün haberlerine bırakarak, toplumsal belleğin ezbere dayalı klişeleşen halleri, sanki yeni bir insan güruhunu geleceğe taşıyor gibi algılamaktayım.
Yürüyen merdivenler gibi insanlar... Uzaktan kumanda edilen merdivene biniyorsunuz ve yerinizden dahi kımıldamadan akıp giden görüntüleri bi’ şekilde belleğinize akıtıyorsunuz. Her akan görüntü kaybolmaya mahkûm! Çünkü dünya bir imaj bombardımanı altında her an biraz daha omuzlarımıza binen yükün altında kalıyor. Savaşlar, yıkımlar, şiddetler, cinayetler, tecavüzler, ihanetler, karamsarlıklar, kaoslar sarıp sarmalıyor dünya atmosferini… Hermes altından, kanatlı sandaletlerini takmıştır bi’ kere; iktidar koltuklarıyla insan merdivenleri arasında mekik dokuyor. Öyleyse, varacağımız cümlenin anlam yokuşunda bizi şu bekliyor: İktidar oturuyor (tarihin her sayfasında olduğu gibi) ve insanlar yürüyen merdivenlere binip, zamanda akıp gidiyor. Bunu aklımıza getirdiğimizde merdivenden yeniden inip de, geçip gideni yakalama şansımız var mıdır?
Sonuçta soruyu yanıtlamadan şunu söylemeliyiz ki: yerden mantar gibi bitmiyor aforizmalar!
“Kalpler boşaldıkça keseler dolmaktadır” sözünü ters köşeye yatırıp yeniden kurabiliriz: insanların içi boşaldıkça “iktidar” cirit atmaktadır belleklerde!
Öyleyse zaman, zamanı gelen düşüncenin güçlü olma zamanıdır.
Öyleyse, paramparça dünya aynasında, bir çocuk yüzü görmenin zamanı geldi:
Yemen’in Suudi Arabistan sınırında yer alan ve nüfusunun çoğunu aşiretlerin oluşturduğu Hardh bölgesinde, 40 yaşında bir adamla evlendirilen, 8 yaşındaki Rawan adlı kız çocuğu gerdek gecesi öldü. Olayın dünya çapında, özellikle insan hakları aktivistleri tarafından geniş yankı uyandırmasının ardından Yemen yetkililerinden gelen açıklama şu şekildeydi: “Küçük kız, cinsel travmaya bağlı iç kanama nedeniyle ölmüştür.”. İnsan hakları örgütleri, olayla ilgili olarak küçük kızla evlendirilen adamın ve ailenin tutuklanmasını talep etti.
Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu (UNFPA) verilerine göre, Yemen’de kızların yüzde 25’i 15 yaşına gelmeden evleniyor. Erken yaşta evlendirilen bu kızların büyük çoğunluğunun fiziksel, duygusal ve cinsel şiddete maruz kaldığı bildiriliyor. Yemen’de 2009 yılında çıkarılan bir yasa ile yasal evlilik yaşı 17 olarak belirlenmiş, fakat muhafazakâr milletvekillerinin “İslami kurallara aykırı olduğu” gerekçesiyle itirazı sonucu bu yasa yürürlükten kaldırılmıştı. Yine Birleşmiş Milletler verilerine göre, 2011-2020 yılları arasında dünya çapında 140 milyondan fazla kız çocuğu 18 yaşından önce evlendirilecek. Bu rakamın 50 milyonu ise 15 yaşından önce evlendirilerek çocuk gelin olacak. Yemen’de ise kız çocuklarının üçte biri 15 yaşına gelmeden evlendiriliyor.
Bir an düşünüp bu dünyada çocuk olmanın zorluklarına takıldı aklım. Kendi aklımla yaşanan tüm acıları silebilme gücünü istiyorum bazen! Silmek gerek görüntüleri ve bu bağlamda tüm acı eylemlerin biriktiği uzam aralığını…
Uzam: Bir nesnenin uzayda kapladığı yer.
Peki, küçük bir kız çocuğunun veya daha doğru bir deyişle kadın olmanın bu dünya denilen boşlukta, kapladığı yer ne kadar?
İşte size bir yanıt: kocaman bir hiç’lik!
Elimizdeki fotoğrafı evire çevire küçüklü büyüklü parçalara ayırarak yaşamımıza serpebiliriz. Apaçık bunu yaptığınızda talihsiz çocuğun ve daha nicelerinin yaşadığını duyumsamak ve isyan etmek, dünyanın “erkekegemen” yapısına bir meydan okumadır.
Neden?
Çünkü HİÇ olabilmek adına ÖYLEYSE VAR’ım!
***
Öyleyse, aynaya bakıp kendimi görmekten öteye geçmek için, aynadan yansıyanlarla acıya sinmiş yalnızlıklarında çırpınan küçük kızın yaşamına örülen demirden duvarlarını kırmak geçti içimden!
Sonuç, kafes içinde, nafile çırpınıştan öteye geçemiyor.
Bir melek gelip kucaklıyor küçük kızı ve çekip alıyor aramızdan!
Acıları dinmiş midir? diye soruyorum günlerdir kendi kendime.
“Cennetin olmadığını hayal et!” sözleri geliyor aklıma.
John Lennon’un Imagine şarkısından çekip alıyorum barış içinde yaşayan insanların olduğu bir dünyayı…
Böylesi bir döneme tanıklık etmekten acı duyuyorum!