“Özel Harp Dairesi’nin Kıbrıs’taki etkisi… Abdullah Çatlı ve Kutlu Adalı’nın öldürülmesi…”

Sevgül Uludağ

Ulus IRKAD

1957-58 yılları ve sonrasında Özel Harp Dairesi, Kıbrıs’ta Kıbrıslıtürk toplumu üzerinde etkin bir kontrol sağlayınca, daha önce yazdığımız gibi burada deneyimlerini de kazanacak, hatta ilk çalışmalarını da burada yapacaktı. Buradan kazandığı deneyimlerle de Türkiye’de solculara ve Kürtlere karşı bu kazandıklarını korkusuzca uygulayacaktı. Ne büyük bir tesadüftü ki 1996 yılında Türkiye’de Susurluk’taki Kamyon kazası’yle ortaya çıkan bilgilerde, sadece Türkiye değil, Kuzey Kıbrıs’ta liderlik içerisinde de ilişkiler söylenecekti.  Kazada ölen bir kadının iş ve politik çevrelerle temasları olduğu da daha sonra yayımlanacak olan gazete makalelerinde ve kitaplarda yazılacaktı (Hiçyılmaz, 1997, 21). Aslında kanunsuzlukların tüm merkezi Kıbrıs olarak belirecekti. Bakın şu alıntı da önemli: “Vahe Ohannes 63 TIR dolusu silah kaçakçılığını Türkiye’de N.S. adlı ortağıyla birlikte gerçekleştiriyordu, Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesi’nde 1978/98E sayılı dosya ile bu konuda dava açılıyordu. Uluslararası uyuşturucu ve silah kaçakçısı Vahe’nin ASALA finansçılarının başlıcası olduğu hem Türk hem KKTC hem de Interpol tarafından biliniyordu.

KKTC’de Vahe Ohannes Köylüyan’ın adının geçtiği uyuşturucu kaçakçılığı ile ilgili 16 dosyanın tamamı kapatılıyordu. JİTEM Komutanı Binbaşı Ersever, Vahe’nin ortağı olduğu iddia edilen N.S ile ilişki içindeydi ve kendi anlatımına göre bunun nedeni sadece “istihbarat” idi. N.S. Türkiye’de paramiliter “bozkurtlar”ın en önemli silah kaynakları arasındaydı. Ersever N.S. için, “1976 yılı sonlarında TIR kaçakçılığı konusunda resmen görevlendirdiğim 1979 yılına kadar telefon ile ve iki defada İskenderun’a gitmem suretiyle münasebetim oldu” diyordu…”(Parlar, 2006, 309-310).

Susurluk –Kıbrıs Bağlantısı

Susurluk’taki kamyon kazasından sonra ortaya Kıbrıs’la bağlantılı çok skandal  çıkmıştı. Kara para aklama işlerinde Kuzey Kıbrıs’ın tanınmamışlığı basamak olarak kullanılıp gayrı hukuki birçok işin Kıbrıs yoluyla yapıldığı yazılıp söylenmekteydi. Bunun yanında bütün bu işlerin baş sorumlusu olarak medyaya ismi verilen MİT tetikçisi Çatlı’nın Kıbrıs’taki polis güçleri içerisinde önemli bir yeri olduğu ve subay elbiseleri içerisinde Türkiye’den gelen bazı insanları da sorguladığı iddia edilmekteydi.  Bakın 29 Aralık 1996, Pazar tarihli Yenidüzen Gazetesi’ndeki bu haber oldukça ilginçti:

“Sorgulayıcım Çatlı’ydı”:

“Geçtiğimiz gün bir günlüğüne geldiği  KKTC’de polise ifade verdiği öğrenilen Semra Eker, ifadesinde 1993 yılında kendisini sorgulayan kişinin Çatlı olduğu konusundaki iddialarını yineledi. Polis Eker’i “Çatlı’ya benzettin” dediği kişiyle yüzleştirmedi.”

Aynı gazetenin 31 Aralık 1996 , Salı tarihli sayısında da yine başka bir şok haber vardı:

“Kıbrıs Türk Havayolları çalışanı A.K., Abdullah Çatlı’nın E. Z. tarafından Ercan VIP’den karşılandığını açıkladı…

Kıbrıs Türk Havayolları Ercan’da servis şoförlüğü yapan A. K., E. G.’in Abdullah Çatlı’yı Ercan’dan VIP salonundan aldığına tanık olduğunu açıkladı. K. “G.’e yardım etmek istedim ama ‘gerek yok, Türkiye emniyetinden bir arkadaşı karşılayacağım’ yanıtını aldım” şeklinde konuştu.

G.’in Çatlı’yı tanıdığına ilişkin iddialar geçtiğimiz haftalarda da gündeme gelmiş ve G. “ben Çatlı’yı tanımıyorum” diyerek bu iddiaları reddetmişti.

Bir söylentiye göre Susurluk’taki kazada Mersedes’in bagajından çıkan silahlardan Uzi olanının Kutlu Adalı cinayetinde de kullanıldığı iddia edilmişti. Kutlu Adalı cinayetinden hemen sonra resmi devlet görevlileri emarelerin Ankara’ya gönderildiğini ve balistik raporların Ankara’dan geleceğini söylemişti. O balistik raporları aradan 23 yıl geçmesine rağmen ne gören oldu ne de duyan.

Susurluk Kazasından sonra off shore olarak Kıbrıs’ta kurulan bankaların da ismi çok dolaşmaya başlamıştı örneğin bunlardan bir tanesi oldukça önemli bir OFF Shore Bankaydı… MİT muhbiri kayıp bir kişinin Kuzey Kıbrıs’ta kara para aklama işinde adı geçiyordu.(1). MİT muhbiri T.Ü. olayının tanığı  A.A.’ın TBMM Susurluk Komisyonu’na verdiği ifade, Kuzey Kıbrıs’taki  “Kara para aklama merkezi”ni de gündeme getirdi. A.A., Komisyonda konuşurken, “Orta Asya’daki 4.5 milyon dolarlık uyuşturucu parası Kazakistan üzerinden T. Ü.’in bankasında aklanmış, bunda sorun çıkmış” demişti. Ancak bankanın adı kamuoyuna yansımamıştı. T.Ü. “para aklama merkezi” olarak kullanılan Kuzey Kıbrıs’taki bankası “offshore” banka olarak faaliyet gösteriyordu.

Kara Paralar Kuzey Kıbrıs’ta Aklanıyor

O dönemlerde Kıbrıs, Türkiye’yle imzalanan protokollerle yönetiliyordu. Ayrıca ekonominin bu yöne kaydırılması, Türkiye’nin karaparayı Kıbrıs’a aktardığını gösteriyordu. Türkiye’de karapara aklama işi yapan birçok kişi de Kıbrıs’a gelerek kumarhane kuruyor ve Off-shore bankaların ortağı oluyor. Hatta Türkiye’de banka kurma izni de veriliyordu(2). Uluslararası hukukun denetiminden uzak yaşayan bir mikro devletin, bankacılık konusundaki hali diğer tüm alanlardaki durumunun da bir göstergesiydi. O dönemlerde Susurluk soruşturmalarını yürüten Fikri Sağlar Kıbrıs’a gelir gelmez bu konularda birçok açıklamalarda bulunmuştu.

“KKTC, kara paranın dinlenme ve dağıtım üssü oldu”(3).

Türkiye Gazeteleri de maalesef Kuzey Kıbıs’ın Susurluk’la ilişkili olarak siyasal saldırı, cinayet ve bombalamaların merkezi durumuna geldiğini yazmaktaydılar (4).

Aynı gazeteler meşhur bir Türkiyeli Ülkücü bir Mafya Liderinin 15 Ekim 1995 tarihinde Lefkoşa’da yakalandığından bahsediyordu.

FATURA BÜYÜK YERDEN

KKTC Meclis tutanaklarına göre K. diye bilinen bu zat arandığı dönemde, zaman zaman çok iyi tanınan bir liderin evinde kalıyordu. K.’nın otel faturası o makam tarafından ödeniyordu. KKTC Meclisini karıştıran iddiaların üzerine gidildikçe skandal daha da büyüdü. K. yine arandığı dönemde Bakanlar Kurulu’nun bir gece yarısı operasyonu ile vatandaş yapılmıştı. Üstüne üstlük cebinde de o liderin emriyle verilen tabanca taşıma ruhsatı vardı. Skandal büyüyünce, K. yine bir gece yarısı operasyonu ile vatandaşlıktan çıkarıldı. Türkiye’ye gönderildi.

Aynı dönemde Abdullah Çatlı, Haluk Kırcı ve Ömer Lütfü Topal gibi isimlerin Girne ve Lefkoşa’da kumarhane pazarlıkları yaptıkları, KKTC’de güvenlik raporlarında yazılıyordu ama aranan çete üyelerini kimse yakalamaya niyetli değildi…

BİTİRİRKEN

Bugünkü gelişmeleri, Orta Doğu’yu, Türkiye’yi ve de dünyadaki liberal kapitalist politikaların şu anda önümüze koyduğu çılgın tek adamları gözönüne aldığımızda, Özel Harbin bir şekilde devam ettiğini ve bir şekilde uygulandığını veya uygulanmak istendiğini görebiliriz. “Stratejik menfaatlar”, “Stratejik Derinlik”, “Beka Sorunu” gibi kamufle edilmiş savaş ve yıkım sözleriyle  bir şekilde Özel Harp, faşist ve acımasız politikalarıyla ya militarist ya da din görüntüsüyle insanlara, halklara kan kusturuyorlar. Din örgütlerinin de Özel Harpçilerin kontrolü altında olduklarını biliyoruz (Parlar,1997,75). Aşağıdaki cümleler Işid Olayı’nın niye Avrupa’da veya Ortadoğu’da etkili olduğunu bizlere daha iyi açıklıyor:

Milli Güvenlik Kurulu Toplumla İlişkiler Başkanlığı’ndan heyetler Belçika ve Belçika’nın da dahil olduğu Benelüks ülkeleri kapsamındaki –Hollanda’ya yaptıkları ziyaretlerde bu ülkelerdeki “cami işlerini” ülkücü islamcılarla örgütlemişlerdir. Bu arada “irtica” Rabıta’nın üzerine yıkılmış “ülkücü islamcı” kesim TİB’in (Toplumla İlişkiler Bürosu) kanatları altında rahatlıkla örgütlenmiştir (Parlar,1997, 75). Türkiye’de değişen şartlara göre Özel Harp ve faşizm kendini değiştirebiliyor ve ”İdeolojinin prensipleri faşizmin ölçülerine göre belirleniyor ancak kılıf değişebiliyor. Örneğin “dindar devlet”ten “reformculuğa”, “laik”liğin bekçiliğine kadar birçok “psikolojik harekat” öğesi bulunuyor” (Parlar, 1997, 287).

Özel Harpsiz, Düşük Yoğunluklu Savaşsız, emekçilerin mutlu ve refahlarının sağlanacağı, halkların kardeşliğinde, eşitliğin sağlanacağı bir düzene örgütlü emek mücadelesiyle bir gün ulaşmak dileğiyle…

KAYNAKÇA

(1) Hürriyet Gazetesi, 18 Ocak 1997, Çarşamba, s.14.

(2) Emek, 3 Ağustos 1997, Pazar, s.9.

(3) Hürriyet-Kıbrıs, 5 Haziran 1999, Cumartesi, s.1.

(4) Yeni Binyıl,11 Temmuz 2000, Salı, s.17.

Hiçyılmaz, S (1997) Susurluk ve Kontrgerilla Gerçeği, Evrensel Yayınları, İstanbul.

(5) Parlar, S.(1997) Kontrgerilla Kıskacında Türkiye, Bibliotek, İstanbul.

(YENİÇAĞ – Ulus IRKAD – 28.7.2019)


 


“Ermeni halıları, göç ve dayanışma...”

TAMAR GÜRCİYAN/AGOS

Geçenlerde Berlin’de, iklim adaleti ve ekolojik yenilenme odaklı bir inisiyatif olan Spore  bünyesindeki Kafe Arakil tarafından organize edilen, ‘Armenian Rug Day’ [Ermeni Halısı Günü] başlıklı bir etkinlik yapıldı. Spore inisiyatifinin Berlin’de yeni açılan binasında yer alan kafenin işletmeciliğini yapan Ermeni gençler, bu tür etkinliklerle çeşitli halklardan toplulukları bir araya getiriyor. 
Ermeni Halısı Günü, Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermenilerin halıcılık faaliyetinin tarihi, ürettikleri halıların özellikleri ve bu üretimin siyasi yönlerine ilişkin bir sunumla başladı. Berlin’de yaşayan Ermenilerin getirdikleri halıların üzerinde yapılan sunumun ardından, henüz yeni kurulan Pobig müzik topluluğunun performansı eşliğinde, halaylarla, halı yıkama atölyesine geçildi. Son olarak, kendi filmlerini, üzerinde bir ezginin altın ipekle örüldüğü, duvara asılı bir halı olarak tarif eden Parajanov’un Ermeni halılarını sıkça kullandığı ‘Nran Kuynı’ [Narın Rengi] adlı filmi gösterildi.
Ben ilk sunumu kaçırdım ama bahçede ‘immigration-welle’ [göç dalgası] adlı bir enstalasyonun üretimine denk geldim. ‘Göç dalgası’, baskı tekniğiyle, mavi, uzun bir kumaşın üzerine uygulanırken, dalganın etrafında oturduk. Halılar ve göç! Benim de evimde mamamın verdiği bir halı var. İstanbul’daki odamdan Berlin’deki evimin zeminine taşındı, geçmişini de yanına alarak. Edward Hollis, ‘The Memory Palace: A Book of Lost Interiors’ [Hafıza Sarayı: Kayıp İç Mekânlar Kitabı] başlıklı kitabında, anneannesinin evini eski, kaybolmuş mekânların müzesi olarak nitelendirir ve bize iç mekânların kayıp hikâyelerini saraylar üzerinden anlatır. Her taşındığımızda, bir önceki iç mekânın hikâyesini yeni iç mekânımıza taşırız. Ben, halıların evimizdeki diğer eşyalardan farklı bir yeri olduğu fikrindeyim. Halılar bir taraftan bir göç hikâyesinin öz nesnesi olabilirken, öte yandan serildikleri yeri korur ve mekâna verdikleri sıcaklıkla yeni hikâyeler üretmeye devam ederler. 
Etkinlikte, arkadaşım Sirarpi ve annesiyle karşılaştım. Annesi bana etkinliğe getirdikleri halılarının hikâyesini anlattı. Sirarpi’nin anneannesi, annesine hamileyken Moskova'dan 1950'li yıllarda Hay Gork halı imalathanesi tarafından dokunan bu halıyı satın almış. Sirarpi ve annesi 1998’de Ermenistan’dan Almanya’ya göç ettikten sonra, halıyı zorlukla Berlin’e getirmiş. Annesi kulağıma, “Şimdi bu halı Sirarpi’nin halısı, ileride onun kızına kalacak” diye fısıldadı. Sirarpi için bu halı hiç görmediği anneannesinin bir parçası. Bu hikâyenin ana karakterleri kadınlar ve onların kızları; hikâyeleri, ailenin kadınlarına halıyla birlikte aktarıldıkça çoğalmaya devam ediyor. 
Armenian Rug Society [Ermeni Halı Derneği] adlı kuruluşun başkanı, halı uzmanı Hratch Kozibeyokian, Youtube’da yer alan bir söyleşide, her halının anlattığı bir hikâye olduğunu söylüyor. Eğitimli bir göz, bir halının rengine, tasarımına ve dikiş tekniğine bakarak, örneğin Antep’te mi yoksa Sivas’ta mı üretildiğini anlayabilir. Her halı, Ermenicenin kaybolan lehçeleri gibi, bulunduğu coğrafyaya özgü nitelikler taşır. İpeğinin üretim biçimi, ipliklerin boyası yine kendi coğrafyasının yerel bilgisini barındırır. 
Bir Ermeni masalında, güzel bir köylü kız olan Anahid, Tatar Nehri kıyısının Ağvanlı prensi Vaçakan’la evlenmek için ona bir zanaat öğrenmeyi şart koşar. Halı dokumayı öğrenen prens yıllar sonra esir alındığında, bu zanaat onun hayatını kurtarır. Prens, esir tutulduğu yeri, orada dokuduğu halının motiflerine, yalnızca karısı Anahid’in anlayacağı şekilde işler. Anahid, halıyı gördüğünde Vaçakan’ın işçiliğini tanır ve mesajı alır. Emeğini satarak hayatta kalmayı başaran prens, sonunda karısına kavuşur. 
19. yüzyıl sonlarında Hamidiye Alaylarının yaptıkları katliamlarından ve 1915’ten sonra yetimhanelerin sayısındaki artışla birlikte misyonerlerin kurdukları halı atölyelerinde yoğunluklu olarak Ermeni kadınlar ve yetimler çalışmıştır. Halı dokumak, bazı yetim kızların aileden bildikleri bir zanaattır. Bu zanaat onlara, her şeylerini kaybettikleri bir vahşetten sonra, bir dayanışma alanı açmıştır. Buna karşılık, Amerikalı ve Avrupalı misyonerlerin şirketleri için ucuz işçi olarak çalıştırılmışlardır. Mallarının gasbedilmesinin ve ailelerinden koparılmalarının ardından emekleri de sömürülmüştür. Onların emek gücü, Anahid’in hikâyesinde olduğu gibi, bir hayatta kalma aracına dönüşmüş ama pek azı prens gibi ailesine kavuşabilmiştir. 
Eskiden hem halı dokuma hem de halı yıkama kolektif eylemlerdi. Sözünü ettiğim etkinlikte, Berlin’e çeşitli ülkelerden getirdiğimiz halıları yıkamak, bizi bir an için de olsa, bize aktarılan travmaların ve hikâyelerin ağırlığından kurtardı. Yıkama eylemi, hikâyeleri geçmişin ağırlığından azat edip bugüne taşıdı; müzik ve halay eşliğinde âdeta kolektif bir arınma ritüeli oldu. Genç yaşlı hepimizi bir araya getirerek, bu kez tebessümle yapılan bir topluluk inşası eylemine dönüştü.
(AGOS – Tamar GÜRCİYAN – 30.6.2024)