Özelleştirme Süreci ve Yurttaşlık Sorunu

Özelleştirme Süreci ve Yurttaşlık Sorunu


       

Mustafa Öngün
m.ongun85@gmail.com


Bazen yıllar geçse de hiçbir şeyin değişmediğini görmek acı bir şekilde kendini tekrar etmeyi gerektirir. Bu nedenle 4 yıl önce yazdığım bir yazıyı küçük değişikliklerle tekrardan yayınlama gereği duyuyorum.

Foucault, düşünce hayatının büyük bir bölümünde, iktidarın önemli olanla olmayan arasındaki ayrımı şiddet kullanmadan yapma özelliğinin, modern yaşamın en keskin ve alt edilmesi zor unsuru olduğunu ısrarla vurgulamıştı. Bugün Foucault’nun ne kadar haklı olduğu Kıbrıs’ın kuzeyindeki kamuoyu bir kez daha göstermektedir. Uzun bir süredir muktedirler, yani gerçek iktidarın sahipleri, su gibi doğal kaynakların ve stratejik önem arz eden kurumların özelleştirilmesini ekonomik veya hukuki bir problem olarak tartışılmasından yanadır. Oysa problemin özü politik bir yurttaşlık sorunudur. Sorunu bu zeminde tartışmaktan kaçınanlar, toplumumuzun “alternatifi” olmadığını savunmakta ve istemeyerek bile olsa, sorumluluğu muktedirlerin istediği noktaya taşımaktadırlar. Sözüm ona özelleştirmenin, Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşayan insanların ‘yurttaşlık’ statüsüne yapılan bir darbe niteliği taşımakta olduğunu neredeyse görmezden gelmektedirler.

Politik bir toplumun yurttaşı olmak, sadece oy verme hakkını elde etmek değildir. Yurttaş olmak, en temelde bireylerin oy vererek toplumsal geleceklerini eşitlik ilkesiyle belirlemesi anlamına gelir. Farklı bir deyişle yurttaşlık aynı zamanda irade, özgürlük ve eşitlik meselesidir. İrade, özgürlük ve eşitlik ise kâğıt üzerinde sağlanamaz. Yurttaşlık, ancak ve ancak kendi seçimlerini yapan ve geleceğini kendi belirleyen toplumlarda anlam kazanır ve özgürlüğün ve eşitliğin zeminini oluşturur. Özelleştirme sürecinin Kıbrıslı Türklerin kendi projesi olamaması her şeyden önce onların bir toplum olarak kendi geleceklerini temsili demokrasi aracılığı ile belirleme yetisine sahip olmadıkları; onların birer yurttaş olamadıkları anlamına gelmektedir.

Bugün içerisinden geçtiğimiz özelleştirme sürecininde, Kıbrıslı Türklere “siz hiçbir yerin yurttaşı değilsiniz” mesajı verildiğini görmemiz gerekir. Bu mesaj özünde şu anlama gelmektedir: Kıbrıslı Türkler seçmediği elitlerin, siyasetçilerin ve toplum mühendislerinin kendileri için belirlediği geleceği yaşamakla mükelleftir. Adına özelleştirme denilen bu sürecin, politik anlamda tartışılması gereken en önemli kısmı verilen bu mesajdır. Sorunu bu çerçeveden ele aldığımızda karşımıza birtakım başka önemli sorular daha çıkacaktır. Bu sorulardan en önemlisi, Kıbrıs’ın kuzeyindeki temsili demokrasinin hangi amaçla var olduğudur. Kıbrıs’ın kuzeyinde neden anayasal bir düzen kurulmuştur? Bizim siyasi partilerimiz neden vardır? Bilmeliyiz ki, yurttaşlığın yok sayıldığı bir yerde ne temsili demokrasinin bir anlamı kalır, ne siyasi partilerin, ne de anayasal düzenin. Sözüm ona özelleştirme süreci bu soruları gündeme getirmesi gerekirken muktedirler bizi başka noktalara çekmek istemektedir.

İçinde bulunduğumuz süreçte, bu soruları sorup cevaplamak hayati öneme sahiptir çünkü bizim bu soruları sormamamız ve cevaplamamamız, hali hazırda var olan cevapları kabul etmemiz anlamına gelecektir. Özelleştirme sürecinin ve bu sürecin mimarı olan AKP’nin bu sorulara verdiği cevaplar açıktır. AKP bugün itibarıyla TC’nin geleneksel otoriter kültürünü ve politikasını yürütmektedir. Bu geleneksel politika içerisinde Kıbrıslı Türklerin kurumsal yeri hiç şüphesiz şudur: KKTC uluslararası toplum arenasında göstermelik olarak kurulan bir devlettir ve Kıbrıs’ın kuzeyindeki temsili demokrasi, Türkiye’deki ve Kıbrıs’taki elitlerin çıkarlarını ve iktidarını korumak için yaratılmıştır.  Bu düzen içerisinde Kıbrıslı Türkler hiçbir yerin yurttaşı değildir. Buradan hareketle diyebiliriz ki, bugün adına özelleştirme denilen bu sürece karşı geliştirilen (ve geliştirilecek olan) eylemler ve söylemler salt özelleştirilme karşıtı olarak düşünülmesi ve tartışılması yanlıştır. Özelleştirilmeye karşı yükselen sesler ve yapılan eylemler meşru bir yurttaşlık talebi olarak algılanmalıdır. Bu bağlamda, özelleştirme karşıtı eylemleri sadece eylem yöntemi, hukuksal boyutu ve ekonomik verimliği açısından düşünüp tartışanlar, isteyerek veya istemeyerek, Kıbrıslı Türklerin yurttaşlığına indirilen darbeye göz yummuş olacaklardır.

Bu bağlamda sözüm ona özelleştirmeyle ilgili tartışmalarımızı ve eylemlerimizi sürdürürken politik olanı hukuksal ve ekonomik olandan ayırmak fazlasıyla önemlidir. Bu ayrışmayı net şekilde belirlemeden atılacak adımlar, serbest piyasa ekonomisinin yol açabileceği eşitsizliklerin ve toplumsal tahribatların zeminini hazırlayacaktır. En özet şekilde anlatacak olursak, ekonomik olan alınıp satılırken, politik olan alınıp satılmaz. Politik olanı eşitlik, özgürlük ve yurttaşlık gibi değerler belirlerken, ekonomik olanı üretim ve tüketim ilişkileri belirler. Karl Polanyi daha 1940’larda siyasi iradeden yoksun, kendi kendini ayarlayan bir ekonomi fikrinin sonuç olarak toplumun insani ve doğal özünün yok edilmesi anlamına geleceğini söylemişti. Bugün serbest piyasa ekonomisinin, güçlü bir siyasi irade tarafından regüle edilmemesi durumunda bile müthiş eşitsizliklerin ve sosyal problemlerin ortaya çıktığı Avrupa toplumlarında yaygın bir şekilde tartışılmaktadır. Bu artık ABD gibi en liberal ülkelerin halkları tarafından bile tartışılmaya başlamıştır.

ABD’de ve batının genelinde son yıllarda vuku bulan kitle eylemleri, siyasi iradenin yurttaşları temsil etmesi ve piyasa ekonomisinin yurttaşların yararına regülasyona tabi tutulması gerektiğini savunmaktadır. Özellikle ‘Occupy Wall Street’ hareketi, politik anlamda bir demokrasi, bir yurttaşlık talebi olarak anlaşılmaktadır. Birleşik Krallık’taki İşçi Partisi bile, eski başkanları Tony Blair’in “üçüncü yol” diye adlandırdığı liberal politik oluşumun, meclisin ekonomi üzerindeki etkisini azalttığını ve kamusal alanı apolitik bir yere götürdüğünü artık kabul etmektedir. Burada görmemiz gereken şudur: İngiltere gibi güçlü bir yurttaşlık anlayışı ve kültürü olan bir toplum bile bugün serbest piyasa ekonomisi üzerindeki politik gücünü kaybettiğini konuşuyorsa, Kuzey Kıbrıs’taki özelleştirme sürecinde ve sonrasında yapılandırılması planlanan serbest piyasa ekonomisinin politik anlamda nelere yol açabileceğini görmeyenler kendini kandırmaktan başka bir şey yapmamaktadır.

Gelinen bu noktada ayrıntılara takılıp kalanlar, meselenin salt ekonomik boyutunu düşünenler ve Kıbrıslı Türklerden umudunu kesenler apolitikleşen kamuoyunun bir parçası olurken; Kıbrıslı Türklerin önemli bir kesimi neoliberal toplum mühendislerine toplumsal hayatın, yurttaşlık ve eşitlik gibi değerlerden yoksun bir makine gibi tamir edilemeyeceğini gösterme görevini üstlenmek zorundadır.

 

Dergiler Haberleri