Özersay’ın KTÖS Eleştirisi

İbrahim Özejder

İçinde bulunduğunuz yapının kuruluşunu tartışılmaz, sorgulanmaz bir tabu gibi ele almanız, siyasal hoşgörüye hizmet etmez. Tam tersine  “ya sev ya terket” zihniyetine giden yolu açar?

Linç günlerinden geçiyoruz. Haklar, özgürlükler, çoğulculuk, hoşgörü irtifa kaybediyor. Çok uzağımızda sandığımız trajedileri artık daha yakınımızda hissediyoruz.  Böyle bir dönemde siyasette ve medyada sorumlu bir dil kulanılması gerekmez mi?

 

2016’nın son haftasında Kıbrıs Türk Öğretmenler Sendikası(KTÖS)’nın 2017 Ajandasına gösterilen tepkiler maalesef eleştiri ötesine taşarak, düşünce ve basın özgürlüğünü kısıtlamaya yönelik, hoşgörü içermeyen boyutlara vardı.

Özersay’ın eleştirisi seviyeli ama problemli

Aynı günlerde Halkın Partisi Genel Başkanı Kudret Ösersay da bir sosyal medya paylaşımı ile ajandadaki bazı içerikleri eleştirdi. Medyaya haber olarak da yansıyan Özersay’ın eleştirisinin seviyeli olduğunu, “KTÖS kapatılsın” demeye varan , kışkırtıcı üsluptaki tepkilerden farklı olduğunu öncelikle belirtmek gerekiyor. Ancak bu, ifadenin demokratik siyaset açısından problemli olmadığı anlamına gelmez.

“Yasalarına göre kurulduğunuz ve faaliyet göstermekte olduğunuz; hak arayışlarınızı mahkemeleri önünde sürdürdüğünüz; özlük haklarınızı Meclisinde onaylanan yasalarına göre ileriye götürmeye çalıştığınız Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ilanı “toplumsal varlığımızı tehlikeye atan bir hamle’ öyle mi” diye soruyor Özersay.

Yani, KKTC’de yaşıyorsanız, yasalarına uyuyorsanız, bu yapının kuruluşunu sorgulayamaz mısınız? Yanlış bir adım olduğunu, Kıbrıslı Türklere zarar verdiğini söyleyemez misiniz?  Hatta biraz daha keskin bir ifadeyle toplumun varlığını tehlikeye attığını iddia edemez misiniz?

Tabular demokratik çoğulculuğa aykırı

Özersay’ın ifadesi, “KTÖS gibi düşünmüyoruz, yanlış bir değerlendirme,  biz KKTC’nin ilanını şöyle değerlendiriyoruz” anlamıyla sınırlı kalsaydı çoğulcu siyaset açısından hiçbir sorun sözkonusu olmazdı. Ancak içinde bulunduğunuz yapının kuruluşunu tartışılmaz, sorgulanmaz bir tabu gibi ele almanız siyasal hoşgörüye hizmet etmez. Tam tersine  “ya sev ya terket” zihniyetine giden yolu açar.

Tabular bir başladı mı zincirleme gider ve siyaset alanı iyice daralır. Hoşgörüsüz, antidemokratik, totaliter zihniyet güç kazanır. Demokratik siyasette tabular olamaz. Ayni şekilde eleştirilemez, dokunulamaz siyasi kararlar da olamaz.

Bugünü eleştir geçmişe dokunma

Kudret Özersay’ın önemli bir rol aldığı Temiz Toplum Derneği, Toparlanıyoruz Hareketi ve Halkın Partisi, bugünün KKTC siyasetin çarpıklıklarına, bazı yanlış idari tasarruflara karşı etkili çalışmalar yapmış, hukuki süreçler başlatmış ve bu çabalar kamuoyu tarafından takdirle karşılanmıştır.

Peki bugünün siyaseti sınırsızca eleştirilirken, geçmiş neden eleştirilmesin? 1983 KKTC ilanı eninde sonunda bir siyasi karar değil mi? Her siyasi karar gibi eleştirilemez mi? Özellikle Adamızın da bulunduğu Ortadoğu’da bütün taşlar yerinden oynamışken, birçok ülkenin kuruluşu, sınırları tartışılırken, Türkiye’de ciddi bir anayasa değişikliği gündemdeyken ve “rejim değişiyor” görüşleri açıkça dile getirilirken, 1983 KKTC rejimini sorgulanamaz olarak ele almak ne kadar anlamlı olabilir?

Öğretmenler sınıfta ajanda içeriğini mi anlatıyor?

Özersay açıklamasının devamında, “Yeni nesillere vereceğiniz eğitimde, kendi devletlerini kendi varlıklarını tehlikeye sokan bir yapı olarak görmelerini sağlayarak mı toplumsal varlığımıza sahip çıkmalarını isteyeceğiz?” ifadesini kullanıyor.

Bu bizi bir başka problemli meseleye, aslında bir demagojiye götürüyor. “KTÖS kapatılsın” diyenler, devamında “çocuklarımızı bunlara mı emanet edeceğiz?” diye soruyor. Bu tam bir demagoji; sanki KTÖS üyesi öğretmenler, ilkokullarda  çocuklara, 2017 ajandasında yazılanları anlatıyormuş algısı yaratılmaya çalışılıyor. Halbuki öğretmenlerin, devlet tarafından oluşturulan eğitim sistemini ve Eğitim Bakanlığı tarafından hazırlanan müfredatı uygulamaktan başka bir şanslarının olmadığını herkes biliyor. O eğitim sistemi ki başarısız ve yanlış olduğu konusunda neredeyse herkes hemfikir. 

Bu sistemin ürünü yeni nesillerin, akademik başarı, toplumsal beceri, sorumluluk, özgüven, özdisiplin, uyuşturucu gibi problemleri neredeyse her gün tartışılıyor. Bu sorunlar, öğretmenlerin sınıflarda KKTC kuruluşu gibi konuları öğrencilere anlatması sebebiyle mi ortaya çıktı? Yoksa sorun sistem ve müfredat içeriğinde mi?

Devlete mi yurttaşa mı hizmet?

Bu mantık aynı zamanda bizi, bütün kamu çalışanlarının resmi kurumlardaki görevlerini, ideolojilerine uygun olarak yaptıklarını düşünmeye götürür. Yani öğretmenler ilkokullarda, KKTC’nin kuruluşunun yanlışlığını anlatıyorsa,  “çevreci bir Tarım Dairesi memuru, depolardaki tarımsal ilaçları çaktırmadan yokediyordur.”

Öğretmenler veya diğer kamu görevlileri için zaman zaman dile getirilen bir demagoji daha vardır: “Bu devlette görevliysen, devleti eleştiremezsin. Eleştireceksen kamu görevinden istifa et”. Devlet gibi soyut bir kavramın yüceltildiği, tabulaştırıldığı bir dünyaya demokratik siyasette artık yer yoktur. İnsanları huzur ve mutluluğa götürecek olan devletler değil “yurttaş demokrasileri”dir.

Devlet görevlisi kavramı da çok eskilerde kalmıştır. Memurlar devletin değil “kamu”nun yani yurttaşın hizmetindedir ve kendilerini bağlayan yasalara göre görevlerini yerine getirirler. Onları anayasa ve yasalarda yazılı olmayan, bir zamanlar birileri tarafından tabulaştırılmış değerlere uymaya zorlayamayız.