Cuma akşamüzeri yapılan eylemle birlikte yeni bir dönem başladı.
Tamamen gençlerin içtenlikle başlattığı, iki sene önceki benzer hareketin devamı olan ama yeni unsurlar da içeren Reddediyoruz Platformu'nu ve bu kadar kitleselleşmesini iyi analiz etmek gerekiyor.
KKTC'de bir TC Yurt Dışı Koordinasyon Ofisi kurulması yönünde UBP-DP koalisyonunun attığı adımlara karşı önce küçük gruplar halinde başlayan eylemler, siyasi partilerin ve güçlü sendikaların duhulü olmaksızın bir anda binlerce insanın katıldığı gösterilere dönüşmesinin çok ciddi anlamları var.
Bunların en önemlisi, Kıbrıslı Türklerin 'kimliğine, benliğine, yaşam tarzına' dönük bir saldırı algısı içinde olmasıdır.
Aslında bir reflekstir bu yaşananlar...
Ortalama bir Kıbrıslı Türk, 'başımıza gelecekler'in prototipini ekranlardan izliyor uzun süredir...
Türkiye'de insanların yaşadığı acılar, baskılar, sosyal yaşama dönük müdahaleler, Sünni İslam Devleti'ne doğru hızla yol alan, laiklik ve demokratiklikten uzaklaşan bir ülke görüntüsü, haliyle Kıbrıslı Türkleri endişeye sevk ediyor.
Zira her ortalama Kıbrıslı Türk şunu çok iyi biliyor: 'Türkiye nezle olursa, biz zatürreye yakalanırız!'
Tecrübelerle sabittir bu...
***
Daha çok bir 'gençlik hareketi' olarak görünen 'Reddediyoruz' sadece 'delikanlılar'ın işi değil. Belki eylemlerde ön planda gençler var ama onların arkasında çok büyük bir 'sessiz çoğunluk' var.
Politize olmuş, örgütlerde yer almış, ideolojik bir duruşu olan insanların dışında kalan geniş kitlelerin sesi de var 'Reddediyoruz'da... Çünkü Türkiye'deki gidişatın da Kıbrıslı Türklere giydirilmek istenen elbisenin de farkındadır insanlar.
Bu toplumun geçmişten gelen bir yaşam tarzı vardır. Farklı dönemlerde farklı kültürlerden, değişik milletlerden etkilenmiş, ortaya bir 'kimlik' çıkmıştır.
Bizim kendimize özgü bir konuşmamız vardır, kahvede üç iskemleyle oturma huyumuz vardır, bayramda camiye de gideriz, meyhane demlenmeyi de severiz, yaseminleri ipliğe geçirip sevdiklerimize hediye de ederiz, turunç macununu su dolu bardağa sokup öyle yemek hoşumuza gider, falan...
Bunlar bizi ne 'üstün' yapıyor bir başka topluluktan ama ne de daha aşağı...
Lakin bu 'biz'iz ve 'biz'i değiştirmeye kalkışmak kimin ne haddine!..
***
Konu bu kadar saf, böylesine basittir aslında...
'Yok olma' korkusu ve 'yok edilme' kompleksi vardır bizde ve bunun müsebbibi Türkiye'nin Kıbrıs'taki sosyal mühendisleridir!
Ve tabii buradaki işbirlikçileri ile 'Türkiyesiz bir şey yapamayız' lafını fazla abartanlar da...
Onlardır ki Türkiye'den gelen hiçbir şeyi reddedemedikleri için şimdi burada, kendi halkı tarafından reddediliyorlar.
Mesela Başbakan...
‘AKEL'cilerle hareket ediyorlar' manasına gelen sözler sarfetmiş Reddediyoruz Platformu için...
Eğer buysa tespiti Hüseyin Özgürgün'ün, yazık...
Oysa kendi deyimiyle 'hem mektebinden, hem pratikten' çok iyi bildiğini söylediği siyasette buna 'ucuz politika' deniliyor!
Sağın değişeceğini umduğumuz ama bu çağda bile değişmeyen 'ötekileştirme' amaçlı soğuk savaştan kalma üslubu ile bu kadar oluyor işte...
Özgürgün o sözlerle eylem yapan gençleri işaret ediyor ama 'AKEL'ci' yakıştırmasını çok daha geniş bir kitlenin üzerine alındığının farkında değil!
Aslında Hüseyin Özgürgün de reddetmiş oldu böylece...
Neyi mi?
Kimliğine, benliğine, geleneğine, kendi kendini yönetme isteğine, laikliğine sahip çıkmaya çalışan toplumunu...
Toplum da onu tabii!..