Özgürlük Çelişkisi

Özgürlük Çelişkisi

 

Yılmaz Akgünlü
yakgunlu@yahoo.com


Bu dünyada sonsuz bir anlam ve değer bulmak mümkün müdür? Çağımız bir mutsuzluk çağına dönüştü. Artık çoğu kimse yaşantısını kökten değiştirecek bir bilinç durumu olduğuna ve ruhumuzun gerçek bir tatmin bulacağına inanmıyor. İnsan olmanın anlamını hissedemeden, belki de böyle bir şey olduğuna bile inanmadan yaşıyoruz. Bu durumu kanıksadık ve gerçek bir çözüm olacağına da inanmıyoruz.

Sorunların nasıl başladığını kendi kişisel yaşam tarihimiz içinde görmek belki de yapabileceğimiz en iyi başlangıç olabilir. Bu elbette zorlu bir iş, kendi zihnindeki olayları tanımaya, anlamaya ve onların kısıtlayıcı biçimlendirmesinden kurtulmaya istekli olmak, hatta bunu yaşamının en önemli uğraşı olarak görmek gerekiyor. Ancak bu aynı zamanda daha ilk anlardan meyvelerini verecek bir özgürleşmenin, mutlu bir dönüşümün başlangıcı olacaktır.

Bir bebek doğduğunda çevresinde olan bitene nasıl anlam vermesi gerektiğini büyüklerinden öğrenir ve dünyanın nasıl bir yer olduğunu, yaşamın ve ölümün anlamının ne olduğunu, neyin gerçek olduğunu kendi gözleriyle değil, başkasının gözleriyle görmeye zorlanır. Kendi en iç deneyimleri çevresindeki insanların öğrettikleriyle çelişse de yalnız kalmamak ve dışlanmamak adına kendi algılarını ve düşüncelerini bastırmayı ve inkâr etmeyi seçer. Bu süreç öyle uzun bir süre devam eder ki kişi sonunda başkalarından biri olur çıkar. Olduğunu sandığı kişi kendisi değildir, başkasıdır. Sevdiğini düşündüğü şeyler çoğunlukla başkalarının da sevdiği şeylerdir, seçimlerini özgürce yaptığına insansa da kendi zihnindeki program o seçimden başkasına izin vermez. Koşullanmış, programlanmış zihni kendisini bir robota dönüştürmüştür. İnsan olmanın o harika özgürlüğünü, derinliğini ve yüceliğini yaşayamaz. Özgürlük ve mutluluk anları son derece yüzeysel ve kısadır.

İnsanın kendisini bir köleye, bir robota dönüştüren programı anlaması, çözmesi ve onun dışına çıkıp özgür olabilmesi neye bağlıdır? Bu program öncelikle zihnin temel doğruları haline gelmiştir. Ve programı oluşturan zihni tamamen ele geçirmiştir. Zihni programın doğru olduğuna inanmakta ve onu değiştirmeyi düşünse bile bunu gene o programın içinde kalarak yapmaya çalışmaktadır. Toplumca da onaylanan bu program o denli güçlüdür ki, kişi programlanıp robotlaşmanın sıkıntısını yaşayıp çıkmaya çalışsa bile, bulacağı çözümler gene o program tarafından verilecektir. Program ona mesela mutsuzsa ve kendini kapana sıkışmış hissediyorsa, her şeyi unutmasını ve örneğin tatile çıkmasını ya da kendisini oyalayacak bir şeyler yapmasını söyler. Ve kişi bu önerileri yaptığında gerçekten de sorunlarını bir süreliğine unutur ve rahatlar. Ancak bu kısa rahatlama anları bizim gerçek bir esenliğe, özgürlüğe ulaştığımız anlamına gelmez. Programın bulduğu çözümler radikal bir değişim yaratmak üzerine değil, dışsal bazı değişiklerle yenilik ve özgürlük duygusu yaratılması üzerine kurulmuştur.

Peki, gerçek bir değişim ve çözüm neye bağlıdır? Böyle bir çözüm olsa bile bu başkalarına sözcüklerle, düşüncelerle aktarılabilir mi? Düşüncelerle aktarılacak olsa her şey çok kolay olmaz mıydı? Bir kez doğru yaklaşımı, doğru öğretiyi, özgürlüğe giden doğru yolu duyan bir insan çözümü bulmuş ve özgürleşmiş olurdu. Ancak böyle bir öğreti gerçekten doğru olsa bile, bu özgürlüğün doğasına uyar mıydı? Özgürlük ve anlama ulaşma başarısının şu ana kadar alışageldiğimiz başarı biçimlerinden çok farklı bir yapısı vardır. Lüks bir ev ya da araba aldığınızda bunu bir kez alırsınız ve bu maddi kazanımlar size çok uzun süre bir çaba harcamadan verebilecekleri tatminleri sağlarlar. Ancak söz konusu olan en iç duygularımızı ilgilendiren bir değişimse bu bir kez satın alınıp ta bizimle kalacak bir şey olamaz. Özgürlük maddi kazanımların tam tersine sürekli olarak kaybedilmeye açık bir şeydir. Onu sürekli, her an bizzat kendi en iç güçlerimizle kazanmak zorundayızdır. Özgürlük otomatik ve durağan olamaz, o zaman kendi kendisiyle çelişir. Özgürlük zaten sürekli bir kaybediştir, sürekli yeni olanın akması, gelmesi için bir önceki duyum ve yaşantıların tutulmaması, sahiplenilmemesidir. Bugün, hatta bu anda kendinizi, hafif, özgür ve anlamlı hissetmeniz, yarın ya da bir sonraki anda bile özgür olacağınız anlamına gelmez.
Bu yüzden özgürlüğü bir kitap okuyarak, kurslara giderek, terapi sürecinden geçerek, meditasyon yaparak “sürekli bir biçimde” kazanmazsınız. Dünyanın en iyi terapisinden geçseniz de, bu süreç bittiğinde yaşamımız, iç dünyamız durmaz ve bize yeni meydan okumalarla tekrar özgürlüğü yaratma imkânı sunar.

Özgürlük kontrol edilebilir bir şey olsaydı biz onu istemezdik. Ötelerde bir yerlerde var olan bir tanrı tarafından bu dünyaya geçici olarak gönderilmişsek ve ölünce acımız bitecekse ve biz onun bağışladığı sonsuz özgürlük ve mutlulukla yaşayacaksak bunu ben bir an bile olsun istemezdim. Çünkü o zaman kendi bireyselliğim bir anda bitmiş olurdu, o özgürlük bana kazanmayı hak etmediğim bir hediye gibi gelirdi. Bu nedenle ölümden sonraki bir özgürlüğü aramıyorum. Bana asıl macera duygusunu veren bu dünyada tam da bu koşullarda olmaktır, benim için bu bilinmezlikte olmaktır özgürlüğümü kazanmama olanak sağlayan şey. Bu nedenle özgürlüğü bu dünyanın dışında aramak benim için bir zayıflık, bir kaçış olurdu. Acının ve kötülüğün olmadığı bir dünya olsaydı oraya kaçıp sığınır mıydınız?

Ancak özgürlüğü beni oluşturan koşullardan, beni sınırlayan bu dünyadan başka yerde de aramıyorum. Bu sınırlar, bu koşullar benim özgürlüğümü yaratma alanımdır. Bana yeni zorluklar sunan, beni başkalaşmaya, değişmeye ve olmadığım kişiye doğru büyümeye zorlayan da bunlardır. Hep aynı kişi olarak kalmaktan daha acı bir kısıtlanma ne olabilir ki?
İşte asıl önemli noktaya bir kez daha gelmiş bulunuyoruz. Hep aynı kişiymişim hissiyle dolu olarak yaşamamı sağlayan şey nedir? Bu noktada başkalarını suçlamak, beni etkileyen sistemi suçlu bulmak çözüm olamaz. Çünkü eğer gerçekten en derinlerimde özgürsem, bu sistemin beni etkilemesini, beni kalıplar içine sokmasını da ben kabullenmiş olurum. Eğer en temel anlamda özgür olmadığıma inanıyorsam, zaten yapacak hiçbir şey yoktur. Kendi olmamın sorumluluğundan kaçmakta ve beni oluşturan şey olarak gördüğüm toplumsal yapıyı sorumlu tutarak özgür olmadığıma inanmayı seçmiş oluyorum. Peki, buna inanmayı seçen kimdir? Buna inanmayı seçen özgür bir birey midir?

Özgürlük dayanılması sonsuz ölçüde zor görünen benim gerçek durumumdur. Gerçekten özgür olmak tam anlamıyla yeni bir evren yaratmaktır, daha da doğrusu yaşadığım her şeyin aslında sadece benim tarafımdan yaratılmış olduğunu kabullenmektir. Dış dünya benden ayrı bir yerde nesnel olarak var olabilir, ama bu dünyayla olan temasımın niteliği, kendi bilincime olan yaklaşımım benim özgür bilincim tarafından seçilir. Hiçbir şeyi seçmediğimi düşünmek özgürlüğün dayanılmaz boşluğundan ve kaygısından kaçıştır. Ancak tüm esenliğiyle, gizemi, hazzı ve gerilimiyle yaşamın getirebileceklerini, götürebileceklerini kabullenerek yaşamı seçmek de benim elimdedir. Özgürlüğün hissettirdiği boşluk ve kaygı sonsuz anlamı da içinde saklar. Birinden kurtulmak isteyen diğerini de feda eder. Özgürlük tutulup biriktirilemez.
Ancak çevremde beni çevreleyen kavramlar, gerçekler, doğrular da benim özgürlüğümü dışlar. Her gerçeklik biçimi, her doğru, her kavram sonsuzlukla arama girer, onunla olan bütünlüğümü gizler, saptırır, çarptırır. Kavramlar birleşerek gerçeklikler yaratır ve bu gerçeklikler de yeni hareket alanları (oyun alanları) yaratırlar. Ancak oyunun oyun olduğunu, kavramın kavram olduğunu unuttuğumda, inkâr ettiğimde o gerçeklik bana hâkim olmaya, beni yönetmeye başlar. İnandığım tüm değerler, çevremde var olduğunu “düşündüğüm” bütün varlıklar sonsuzlukla arama girip gerçek özgürlüğümü elimden alırlar. Kendi yarattığım gerçekliğe mahkûm olurum. Mutluluk için kurduğum yuva hapishanem olur. Özgürlük yalnız, yapayalnız sonsuz bir bilincin her şeyle kardeşçe, yargılamadan, belirleyip betimlemeden bir olması, sürekli değişerek akmasıdır.

Özgürlük de bu kavramlardan biridir, gerçek özgürlük özgürlük kavramında bile özgür olmaktır. Rollo May’ın dediği gibi, özgürlük kavranabilmek için bile belirlenmeye, sınırlanmaya ve bir kadere ihtiyaç duyar. Bu nedenle onu ancak tam şu anda tam kendi olduğumuz yerde algılarımızın tam içinde yakalayıp duyumsayabiliriz. Tek bir düşünce bile onu yok eder, onu en yalın, dolaysız yaşantı içinde yaşarız, o biziz, her unutuşun, her hatırlamanın içindeki güven veren sessizliktir O. Anlaşılamayanı anlaşılmaz bırakmaktır. Ne özne var ne de yüklem.

Dergiler Haberleri