Üç yaşındaki kızıma “büyükbabanı anmaya gidiyoruz” dedim evden çıkarken.
Anma esnasında kulağıma şöyle fısıldadı: “Hani büyükbabam nerede?”
“Anmayı”, “almak” şeklinde algıladığını sonradan anladım.
Büyükbabasını “almaya” gelmişti heyecanla.
Yaşadığı hayal kırıklığı üç yaşındaki bir çocuğun anmaya katılanların oluşturduğu insan kalabalığı içerisinde yaşadığı farklı heyecanlara karıştı.
Yakınlarını kaybeden herkes gibi Özker Özgür’ün geride kalanları için de yürek acılarına farklı heyecanların eşlik ettiği bir hayat sürüp gidiyor işte böyle.
***
Özker Özgür’ü kaybettiğimiz o anın (22 Kasım 2005 saat 16.15) üzerine ulanan zaman her saniye biraz daha uzuyor.
O’nun kişiliğini ve yaşadığı tecrübeleri hiç bilmeyenlerin ya da dolaylı yoldan öğrenenlerin sayısı O’nu bire bir tanıyanların sayısını aşıyor zaman ilerledikçe.
Toplumsal geleceğimize ışık tutan düşünsel mirası kalıyor geriye.
Barış, demokrasi, Kıbrıslı Türklerin kimliğine, kültürüne ve onuruna sahip çıkma kararlılığı…
O’nun kişiliğinden ve tecrübelerinden haberdar olanlar siyasal yaşama dair ilke ve yöntemlere ilişkin değerli bir birikime sahiptir kuşkusuz.
Tutarlılık, ilkelilik, günün getirdikleriyle toplumsal hedefler arasında gerekli sentezleri kurarken ideallerden uzaklaşmama gibi birtakım temel olguları içselleştirmek için Özker Özgür’ü anlamaya çalışmak gerekiyor.
Mehmet Ali Talat değerlerimize sahip çıkmanın zorluklarını açıklarken kapitalizmin yarattığı rekabet koşullarındaki yozlaşmadan söz etti konuşmasında.
Çıkar ilişkileri ve günübirlik beklentiler toplumumuzu abluka altına almış durumda.
Kamunun gittikçe daralan maddi imkânları, bunun siyasete yansıma biçimleri ve bireyciliğin toplumumuzu kanser gibi sarması, manevi değerlerimizi yıprattığı gibi değişimi de güçleştirmekte ne yazık ki.
O yaşasaydı tüm bu sorunların üstesinden gelmenin formülünü bize söyler miydi?
Entelektüel birikimlerimizin bizi somut değişimler eliyle barışa, demokrasiye ve kendi ayaklarımız üzerinde durmaya yeterince yakınlaştıramıyor oluşu çok ciddi bir toplumsal sorunumuz olarak siyaseti de kısırlaştırmakta.
O’nun yaşamı boyunca ürettiği bilgilerin bugün karşı karşıya bulunduğumuz her soruna çareler üretebileceğini düşünmek yanlış olur çünkü o diyalektiğe inanıyordu ve ömrünün son anlarına dek yeni bir şeyler öğrenme gayreti içerisindeydi. Bir soğuk savaş üstadının kaleminden okudu Kıbrıs Türk insanı bilgi toplumunun ne olduğunu – ve hâlâ bilgi toplumuna dönüşebilmenin sancıları ile cebelleşiyoruz ne yazık ki.
“Salyangoz bile arkasından bir iz bırakır” dedi, bize sentez metodunu miras bırakıp bu dünyadan göçüp gitti her fani gibi.
Anısını yaşatmanın yolu, barışı savunurken kendi ayakları üzerinde durabilen bir toplum tahayyülünden uzaklaşmamaktır; kendi ayakları üzerinde durabilecek bir toplum için siyaset üretirken ise asla barıştan vazgeçmemektir.
CTP öğretisine göre “çözüm ve barış” derken diğer yandan siyasal alanda 1974 statükosunun ekmeğine yağ sürecek denli değişim karşıtlığından medet ummak da iç meselelerimize ilişkin değişim nutukları atarken federal kültürden uzaklaşmak da birer anomali sayılacaktır kuşkusuz.
İnsana yatırım yapmadan toplumsal varlığın sürdürülemeyeceğini, bunun için ekonomi politikalarına ağırlık vermek gerektiğini, 4,5 milyarlık iç borcumuzu çevirebilmenin derdine düşmenin önemini ve sürekli yükselme riski taşıyan bütçe açığımızı, dış sermaye girişinin sorunlarımıza deva olabileceğini, beşeri sermayesi güçlenerek varlığını sürdürecek bir Kıbrıs Türk toplumunun barış için olmazsa olmaz olduğunu, demokrasi ve hukuk düzenimizi bu minvaldeki değişimler için revize etmemiz gerektiğini, bütünlüklü bir değişim sürecine bağlı olarak toplumsal hedeflerimize ulaşabileceğimizi, siyaseti tüm bunları toplumumuzla paylaşmanın bir arenasına çevirmemiz gerektiğini konuşmaktır Özker Hoca’yı anlamak…
Böylesi bir değerler bütününü açıklamanın meşakkatli olduğu, idealleri yaşatmaya çalışanları yalnızlaştırmanın ise kolay sanıldığı bir dönemden geçiyor olsak da geleceği zorlukların üstesinden gelebilenler kuracaktır.