Özlem…

Kıbrıs’ta yaşayanların hiç bilmeyeceği bir duygu var, uzakta iken Kıbrıs’ı özlemekten daha güçlü, daha garip bir duygu. Yurt dışındasın, aileni görmeye tatile geldin, kaç gün kalmışsan kaldın, son gece, döneceksin yarın artık… Herkes

 

 

Kıbrıs’ta yaşayanların hiç bilmeyeceği bir duygu var, uzakta iken Kıbrıs’ı özlemekten daha güçlü, daha garip bir duygu.

Yurt dışındasın, aileni görmeye tatile geldin, kaç gün kalmışsan kaldın, son gece, döneceksin yarın artık…

Herkes el ayak çeker, yaz bile olsa içi ürperten bir serin eser ansızın, ordasın ama çok uzaktır artık Kıbrıs, ne zaman geleceğini bir türlü bilemezsin....

 

* * *

 

Döndüğün ilk gece zor ve gariptir. Yadırgarsın her şeyi.

Sonra akşam yastığa koyduğunda başını kendin olmaya başlarsın…
Şimdi “birinci tekil şahısa” döneyim artık ve öyle anlatayım, iyisi mi…
Evet, yastığa koyduğum anda başımı…
Artık kendim olurum…
Gözlerimi kaparım, kırlangıç misali dolaşırım, uçarım, sokak sokak, mahalle mahalle.

Dalarım Mağusa surlar içine, inerim yokuş aşağı, kalır Buğday Camisi solumda, sağ yaparım ama yine yolun solundan giderim. 
Namık Kemal meydanına gelirim, duralarım.

Bütün heybetiyle cümbez ağacı karşımda. Necdet Abi’nin gazeteci dükkanı sağımda. İlk gençlik yıllarım gelir aklıma, sonra Ozan ile Onur’un sesi gelir kulağıma.

Sonra beklerim Cazibe Teyzem çıkıp gelsin diye Berber Hasan’ın dükkanın yanından ama gelmez bir türlü….

 

* * *

 

Surlar solumda kalır, Canbulat müzesi karşımda…

Ve limanın girişi arkamda kalır.

Maraş’a uçarım, yarım Maraş’a teller solumda, ilkokulum karşımda, çocukluğum gelir aklıma.

Babamı beklerim okulun köşesinde mavi arabasıyla gelsin diye ama gelmez…

 

* * *

Sonra top oynadığım sokaklarda uçarım santim santim.

Minyatür kale durur yerinde, çıkmaz sokağında dolaşırım Şirket Dayı’nın.

Sonra turunç ağaçları çiçek açmıştır, mahalle mis kokmuştur. 

Evimizin arkasındaki toprak tarlada top oynadığımız yerde uçarım.

Can, kendi eliyle diktiği süngerli şortu ile kalede.

İbrahim orta sahada, ben ortanın solunda….

Annem “Dağhan” diye çağırır...

Güneş batmıştır artık çocukluğumda, akşam yemeği hazırdır.

Babam gelmiştir. Oyunu bırakıp gitmem lazımdır artık benim…

 

* * *

Gözlerimi açarım, tavan çok uzak ve gariptir.

Dışarıda esen rüzgârın sesi bile çok yabancıdır.

Sonra gece lambasının ışığı belli belirsiz aydınlatır karanlığı.
Anlarım ki burası Kıbrıs değil, annemin evi değil, ben yarım Maraş’ta değilim. Uyanıp nerde olduğumu anlayabilmek için az da olsa sebebi vardır, yattığım yerde, hemen yanımda ışık saçan lambanın…

* * *

 

Birden “Neresi sıla biz, neresi gurbet, yollar bize memleket” diye akar ezgi…
Ve içine ağlarsın sessizce…
Evet, kardeşin duymaz…
Eloğlu duyar bu sesi…
İnsan, en fazla da doğduğu günde, doğduğu yerde olmak istiyor galiba…

 

 

 

 

 

 

 

Arşiv Haberleri