Kıbrıslı Türklerin güçlü bir özne olabilmeleri ve içine sürüklendikleri varoluş krizini atlatabilmeleri için bir yandan Türkiye’ye “Dur, Kıbrıs Benim Yurdumdur!”, diğer yandan Kıbrıslı Rumlara “Dur, Ben Kıbrıs Cumhuriyeti Devletinin Kurucu Ortağıyım!”, öte yandan da AB’ye “Ben Avrupa Yurttaşıyım” diye seslenmesi ve bu sesi, siyasal performansın merkezine yerleştirmesi gerekiyor.
Geçen hafta bu köşede yayınlanan yazım, yukarıdaki tespitlerle noktalandı.
Kıbrıslı Türklerin içine sürüklendiği varoluş krizinden çıkabilmeleri için sözünü ettiğim üç sahada depara kalkmaları acil bir ihtiyaçtır.
Türkiye’ye “Dur, Kıbrıs Benim Yurdumdur” Demek!
Türkiye’ye “Dur, Kıbrıs Benim Yurdumdur” demek, Kıbrıslı Türklerin yurt-hakkını önplana çıkarmaktır ki, bu performans bir yanıyla geçmişe ve günümüze uzanırken, diğer yanıyla da geleceği hedef alır.
Geçmişi ve günümüzü ilgilendiren boyutunda, “Anavatan Milliyetçiliğinin”, ki buna sadece Anavatancılık” da diyebiliriz, Kıbrıslı Türkleri kendi yurtlarına yabancılaştırdığı gerçeği vardır.
Gelecek boyutunda ise, romantizme kapılmadan Kıbrıs’ı nasıl yurt yapabileceğimiz üzerine kafa yormalıyız.
“Anavatancılık”, Kıbrıslı Türkleri hem Kıbrıs coğrafyası ve siyasasından uzaklaştırdı. Toplumun dikkatini tamamen Türkiye’ye çevirdi. Türkiye’nin dağları, nehirleri, ovaları ezbere bilinirken, Kıbrıs coğrafyası adeta yok sayıldı. Coğrafya, kimlik atfedici olmaktan çıkarıldı. Oysa bütün modern toplumlar kimliklerini kurarken coğrafyadan da yararlanırlar.
Siyasette ise Türkiye-merkezci eğilimler baskın oldu. Kıbrıslı Türklerin aynı adayı paylaştıkları Kıbrıslı Rumlarla birlikte ortak kamusal alanda yer almaları engellendi. Örneğin, belediyelerde, çiftçi kooperatiflerinde, işçi sendikalarında spor federasyonunda eskiden beri var olan birlikteliğe son verildi. Kıbrıslı Rumlarla birlikte hiçbir şey yapmama eğilimi teşvik edildi, hatta dayatıldı.
Bu tarihsel gerçekliğin yanı sıra, günümüzün “Anavatancılığı”, Kıbrıslı Türklerin yurt hakkını bütünüyle yok sayıyor. Kendileriyle ilgili konularda kendilerinin karar vermesi engelleniyor. Oysa Aydınlanmacı anlayışta yurt, kararların yurttaşlar ve hak sahibi olma hakkına sahip olanlar tarafından alınan yerdir.
Maalesef, Kıbrıslı Türklerin böyle bir yeri yoktur. Bu yüzden yurt mücadelesi, varoluş mücadelesinin ayrılmaz bir parçasıdır.
Diğer boyutunda ise, Kıbrıs’ın başka toplumların da yurdu olduğu gerçeği vardır. Bunu kabul edip ona göre davranmak gerekiyor. Örneğin, öğrencileri sadece Türkiye’ye okul ziyaretine götürmek yerine, Baf’a, Limasol’a, Larnaka’ya, Poli’ye götürmek lazım. Oralardan da Kıbrıslı Rum öğrencilerin Girne’yi, Mağusa’yı, Omorfo’yu ziyaret etmelerine olanak tanınmalıdır. “Anavatancı” elitlerin bunu yapmasını bekleyemeyiz. Fakat federalist parti ve sivil toplum kuruluşları pekala “Yurdumuzu Tanıyalım” etkinlikleri düzenleyebilir. Bir zamanlar Kıbrıs Türk Kurumlar Federasyonu’nun “Anavatanımızı Tanıyalım” etkinliklerine benzer etkinlikleri Kıbrıs için yapabiliriz.
Kıbrıslı Rumlara, “Dur, Kıbrıs Cumhuriyeti Devletinin Kurucu Ortağıyım” Demek!
Kıbrıslı Rumlara, “Dur, Ben Kıbrıs Cumhuriyeti Devleti’nin Kurucu Ortağıyım” demenin de geçmişe ve geleceğe uzanan boyutları vardır.
Geçmişte dönük boyutu, 1960’ta kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti devletinde Kıbrıslı Türklerin anayasaya kazınmış konumu vardır ki, bu statü her şeye rağmen hala devam ediyor.
Mevcut statüko içinde Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki siyasal haklara bütünüyle sahip çıkmak belki mümkün değildir ama kimlik ve pasaport sahibi olmak, cumhuriyetin kurumlarında Türkçe işlem yapılmasını sağlamak, Türkçe dilinin hayatın bütün alanlarında kullanılmasını talep etmek, adanın bütününde serbest dolaşım, yerleşim ve mülk sahibi olma hakkının uygulanmasını talep etmek, futbol federasyonu gibi bazı kurumlarında yer alıp faaliyet göstermek bütün engellemelere rağmen sahip çıkılması gereken haklar ve imkanlardır.
Gelecğe uzanan boyutunda ise Federal Kıbrıs devleti vardır ki, Kıbrıs’ta federal bir devletin kurulması kimsenin lütfuna bağlı olmadığı gibi, kimsenin canı istemediği için de engellenemez!
Federalizm, ülkenin etnik ve toplumsal yapısından, federal devlet de toplumların hukuksal-siyasal konumlarından kaynaklanmaktadır. Kıbrıs’ın çok etnili bir ülke olması ve etnik gruplar arasındaki ilişkilerin siyasal eşitliğe dayanıyor olması, federal devletin en sağlam temellerindendir. Örneğin, mevcut Kıbrıs Anayasası’nın buyurduğu gibi, toplumların ayrı ayrı çoğunluğunun rızası olmadan anayasa değiştirilemez. Bu ilke, geleceğin federal devletinde de geçerli olacaktır.
Kısacası, Kıbrıslı Türkler adada devletlilik olgusunun (statehood) hem geçmişinde vardılar, hem de geleceğinde var olma hakkına sahiptiler. Paranteze alınan günümüzde ise, devletin kurumlarını daha aktif olarak kullanmanın yollarını aramalıdırlar.
Tarihi ve siyasi durum böyle olduğu halde, maalesef Kıbrıslı Türkler bugün devletsiz bir topluluk (stateless) görüntüsü çiziyorlar...
“Ben, Avrupa Birliği Yurttaşıyım” Demek!
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bölünmüş bir ülke olarak AB üyesi olması, yakın tarihin en olumsuz olaylarındandır.
Birleşik Federal Kıbrıs’ın AB üyesi olması için Kıbrıslı Türklerin verdiği mücadele tarihe yazılmış olsa da, acı gerçek şudur ki, bugün AB söz konusu olduğunda Kıbrıslı Türkler bir ayaklarıyla içeride, bir ayaklarıyla da dışarıdadırlar.
Bu yüzden, “Ben, Avrupa Birliği Yurttaşıyım” demek, boş bir cümle değil, bir mücadele alanıdır. AB içinde bastığımız yeri genişletmek ve daha rahat nefes alabilmek için çaba sarf etmeliyiz. Bize sunulan imkanları hem sonuna kadar kullanmak, hem de bu imkanları çoğaltmak zorundayız. Mali Yardım ve Yeşil Hat tüzüklerinden sonuna kadar yararlanmalı, ortaya çıkan olası engelleri aşmak için hem AB nezdinde, hem de Kıbrıs Rum makamları nezdinde aktif diplomatik girişimlerde bulunmalıyız.
Talepkar olmalıyız!
En önemlisi, kendimizi AB kurumları içinde daha fazla görünür kılmalıyız. Brüksel’e yapılacak düzenli ziyaretlerle hem Komisyon, hem de Avrupa Parlamentosu’nda yer alan siyasal güçlerle istişare etmeliyiz.
Ve hepsinden önemlisi, “bize iki sandalye veriniz” diyerek boş yere sızlanmak yerine, Avrupa Parlamentosu seçimlerine kitleler halinde katılmalıyız. Böylesi bir katılım, hem Kıbrıslı Türklerin parlamentoda yer almasını sağlayacak, hem de Kıbrıslı Türkleri siyaseten AB’de görünür kılacak.