“Pablo Picasso-Resimden Seramiğe Bir Serüven”

Serkan Soyalan

   İspanyol ressam Pablo Picasso’nun büyük hayranıyım. Hayranlığım o derece büyüktür ki, çalışma odamda büyük ustanın büyükçe bir de fotoğrafı durur.  

***

   “Pablo Picasso-Resimden Seramiğe Bir Serüven” sergisinin İstanbul’a gideceğini duyar duymaz, hemen planı programı İstanbul’a çevirip, buluştuk İstanbul’da Picasso ile.

***

   Sabahın erken saatlerinde Taksim’deki Atatürk Kültür Merkezi’nin Picasso’ya çıkan basamaklarında yürürken, heyecanımın kalp atışlarını hızlandırdığını hissettim.

   Bu heyecan sonrasında Picasso’nun elinden çıkmış eserlerin karşısında belirgin bir şekilde kendini gösterdi.

***

   Burada biraz Picasso’nun hayatından bahsedelim…

   Don Jose Ruiz y Blasco ve Maria Picasso y Lopez’in oğlu olan Pablo Ruiz Picasso, 1881 yılında Malaga’da doğdu. Babası bir ressam ve çizim öğretmeniydi. Pablo ilk yağlıboya resmini 8 yaşında yaptı. 11 yaşında, babasının çizim dersleri verdiği La Coruna’daki Da Guarda Enstitüsü’ne katıldı. Aile Barcelona’ya taşındığında Pablo Güzel Sanatlar Akademisi’nde eğitim almaya başladı.

***

   Picasso yirmi yaşlarında ilk kez Paris’e gitti ve burada Toulouse-Lautrec, Cezanne, Degas ve Gauguin’in eserlerini keşfetti. Genç ressam daha sonra babasının soyadı olan Ruiz’den vazgeçerek eserlerini sadece annesinin soyadı olan Picasso ile imzalamaya karar verdi.

   Mavi döneminin başlangıcı 1901’e kadar uzanır. Çünkü o zamanlar resimlerindeki baskın renk maviydi. Picasso’nun o zamanki dünya imgesini tercüme eden soğuk bir renk: kasvetli bir imge, korku ve yaşlılık, yoksulluk ve ölümün bir kombinasyonu.

***

   Picasso kalıcı olarak Paris’e, Bateau Lavoir’e yerleşti. İlk partneri Fernando Olivier ile tanıştı ve 1912’ye dek ilişkileri sürdü. Sirk dünyasına ilgi duymaya başladı: Harlequinler, jonglörler ve akrobatlar. Bu dönemde belli bir melankoli ve duygusallığı da ifade eden pembe tonlarını tercih eder. Picasso nesneleri yapısöküme uğratmaya ve onları basit geometrik figürler biçiminde resmetmeye başladı. Bu dönemde, birlikte Kübizm’i yarattığı ve geliştirdiği Georges Braque ile tanıştı. Dönemin estetiğinde geçerli olan renk, hacim ve perspektif kuralları terk edilir. Sanatçı, geometrik şekillere sahip nesneleri farklı açılardan yeniden üretir, bu da aynı anda birkaç boyutu göstermesine olanak tanır.

***

   1920’den kısa bir süre önce Picasso, sergide o döneme ait yayınlanmamış çizimleri yer alan Jean Cocteau’nun isteği üzerine Diaghilev’in Ballets Russes’ı için dekor ve kostümler hazırladı. Picasso Ballet Russes sayesinde özellikle Stravinski, Erik Satie, Georges Auric ve Leon Bakst daha sık bir araya geldi. 1918’de ilk eşi ve ilk oğlu Paulo’nun annesi olan dansçı Olga Khokhlova ile tanıştı. İlişki birkaç yıl sonra sona erse de Olga ömrünün sonuna kadar Picasso ile evli kaldı. Bu dönemde sanatçı figüratif sanata geri döndü ve çok sayıda aile portresi üretti. Eserlerinde dans sahneleri çoğaldı. Picasso dansçıları kuliste ya da prova odasında dinlenirken veya sahnede performans sergilerken tasvir etmeye kadar her pozisyonda resmetti.

***

   Picasso’nun çalışmaları İspanyol geleneğiyle yakından bağlantılıdır. İlk kez 1897 yılında, 16 yaşındayken Madrid’deki Prado Müzesi’ni ziyaret etti. Velasquez, El Greco, Goya ve Zurbaran’ın çizimlerini kopyaladı. Picasso hayatının birçok dönemini başta Fransa olmak üzere İspanya dışında geçirmiş olsa da bu durum onun İber temalarına sadık kalmasını engellemedi: boğa güreşi, Velasquez’den Goya’ya büyük ustalar ve Cervantes’ten Sabartes’e büyük şairler.

   Picasso’nun İspanyol köklerine olan sadakatini en iyi temsil eden şey kuşkusuz boğa güreşleridir. Küçük bir çocukken babasıyla birlikte Malaga’da boğa güreşlerini izledi. Tribünde oturup ilk boğa güreşini izlediğinde sekiz yaşındaydı. Daha sonra Güney Fransa’ya taşındı ve sık sık Arles’a giderek boğa güreşçisi Luis Miguel Dominguin ile görüştü ve bir gün ona, ressam olmasaydı pikador olmak istediğini söyledi.

***

   Boğa güreşi Picasso’nun çalışmalarının ana temalarından biridir. Sanatçının boğa güreşi temasıyla bağlantısını oluşturan, her şeyden önce boğa ve Minotor figürleridir. Minotor, 1930’lardan bu yana çalışmalarında yer almaktadır. Mitoloji dünyasından gelen Minotor kutsal, vahşi ve arkaik bir figürdür. Arenadaki boğa gibi bir labirentin merkezine hapsolmuş bir canavardır. Picasso’da Minotor’un varlığı insanın ikiliğini temsil eder: hayvanlık ve insanlık arasındaki karşıtlık. Ressamın sanat kariyeri boyunca, Picasso’nun eserlerinde at, boğa, kadın, Minotor ve boğa güreşçisi temaları çoğaldı.

***

Yaratmak Her Şeydir

   Belçika Brugge’daki Picasso Koleksiyonu Küratörü Dr. Jean-Christophe Hubert, Picasso’nun İstanbul’da açılan sergisini şu satırlarla anlatıyor:

   “İstanbul Atatürk Kültür Merkezi’ndeki serginin küratörü olarak, Pablo Picasso’nun grafik sanatlarında ifadesini bulan yaratıcı ruhunu kamuoyuna tanıtmaktan özellikle gurur duyuyorum. Çoğu zaman göz ardı edilen bu yanı, Malaga’lı ustanın 1973’te bıraktığı muazzam sanatsal mirasın sentezini özetliyor. ‘YARATIM HER ŞEYDİR’.

   Picasso grafik sanatlarına önem verirdi. Gerçek bir deney ustası, yeniliğin ve biçimsel özgürlüğün tutkulu bir savunucusu olarak gravür, leke baskı, litografi, linol baskı, monotipi keşfetti… Ve her seferinde, sadece tekniği uygulayarak değil, tekniği kendi tarzına uyarlayarak türü yeniledi. Grafik sanatları dünyasında seyahat etmek için etrafını uzmanlarla çevirir: çukur baskı için Roger Lacouriere, litografi için Fernand Mourlot, linol baskı için Hidalgo Arnera ve 1955’ten itibaren Jean Frelaut’nun yanı sıra 1963’te Notre-Dame-de-Vie’den çok uzak olmayan Mougins’de bir matbaa üretiminin bu durumuna atıfta bulunarak şöyle diyecektir: ‘Teknik önemlidir, yeter ki o kadar çok tekniğe sahip olun ki, teknik tamamen ortadan kalksın!’

   Picasso 1899 ve 1973 yılları arasında farklı teknikler kullanarak 2000’den fazla gravür üretti. Gravür, Picasso’nun resim sanatının gelişiminde önemli bir rol oynar. Onun için değerli olan tüm temalar gravürlerde bulunabilir; aşka duyulan özlem, aile, büyük ustalara göndermeler, atölyedeki ressam ve model, şiirsel eserlerin illüstrasyonları, mitolojik karakterler, portreler… Onun için gravür, düşünceleri, gelişmeleri ve fikirleri takip edebileceği samimi bir günlük tutmak gibidir.

   Picasso kendini çok sayıda sanatsal biçime adamış ve kendi sınırlarını zorlamasına olanak tanıyan yeni keşiflere ve yeni iş birliklerine her zaman açık olmuştur. Bu şekilde sadece yeni teknikler ve stiller değil, yeni sanat formları da doğar.

   Picasso kitapların, yazının, şiirin, grafiklerin ve kelimelerin yaratıcı ve zekice kullanımını sever. Bu nedenle yazarlar ve edebiyatçılarla tanışmaya ve onlardan öğrendiklerine değer verir. Seçimlerini; dürtüleri, tutkuları, dostlukları ya da siparişleri belirler. Picasso, hayatı boyunca çok çeşitli tür ve stil üzerinde çalışmıştır; ancak bu kamuoyu tarafından çok az bilinmektedir.

   Bir sanatçı olarak Pablo Picasso, sanat dünyasıyla kurduğu sayısız temas sayesinde farklı sanatsal akımları ve teknikleri keşfetti. Her şeyden önce, belki de diğer tüm sanatçılardan daha fazla, yaşamında da ölümünden sonra da sanatı etkileyen bir yaratıcıydı. İstanbul Atatürk Kültür Merkezi’ndeki bu sergiden ayrılırken Picasso’nun yaratıcılığını 1935 yılında söylediği şu sözlerle daha iyi anlayabilirsiniz: “En önemli şey yaratmaktır. Başka hiçbir şeyin önemi yoktur. Yaratmak her şeydir.’ ”