Tüm ailesini 1974’te Palekitre katliamında yitiren “kayıp” yakını Petros Suppuris beni Palekitre (Balıkesir) Spor Kulübü’nün yeni binasının ve binanın avlusunda yaptırılan Palekitreli “kayıplar”la ilgili anıtın açılış törenine davet ediyor. Tören 20 Ocak 2013 Pazar sabahı saat 11.00’de... Açılışı Kıbrıslırum Yönetimi Başkanı Dimitris Hristofias yapacak... Suppuris’in yanısıra, APOP Palekitre (Palekitre Spor Kulübü) Başkanı George da beni arayıp Pazar günkü açılış töreninde beni aralarında görmek istediklerini belirtiyor...
Pazar sabahı Suppuris ve eşi ile çocukları beni bekliyor... Onlarla birlikte törene gidiyoruz. Arkadaşım “kayıp” yakını Değirmenlikli (Kitrea-Cirga) Maria Yeorgiadu da eşi George’la birlikte açılışa geliyor. Maria’nın da dört yakını “kayıp”: Annesi, babası, kızkardeşi ve erkek kardeşi...
Lefkoşa’nın Latça bölgesinde “Hasibi Stadyumu”nun arkasında bir bölgeye gidiyoruz. Palekitreli Kıbrıslırum göçmenlerin bir bölümü Latça’daki göçmen evlerinde yaşıyorlar. Daha önce Latça’da bir dükkancığın içindeydi spor kulübü binası ve bir keresinde Suppuris ve ailesiyle birlikte bu kulübü ziyaret etmiştik. Palekitreli Kıbrıslırumlar’ın geleneği her Salı akşamı, futbol kulübünde buluşmak – bunun için taa Leymosun’dan kalkıp gelenler var. Salı geceleri kulüpte mutlaka “sufla” var ve bu göçmenler birbirlerine tutunarak hatıralarındaki köyü yaşatmaya çalışıyorlar.
Bir süre önce devlet, Palekitre Spor Kulübü’ne “Hasibi” Stadyumu yakınlarında bir arazi tahsis etmiş, onlar da gerek kendi aralarında yardım toplayarak, gerekse çeşitli sponsorlar bularak yeni bir kulüp binası inşa etmişler. “Çok güzel oldu, konferans odaları da var” diyor Petros Suppuris... Suppuris, Palekitre’deki toplu mezar açıldığında annesinin ve kardeşlerinin üstünden çıkan giysileri, küpeleri, oyuncakları, ayakkabıları bu binada odalardan birisini müzeye dönüştürerek sergilemek istiyor. Yeni kulüp binasının bahçesine de bir anıt yapılmış, Palekitreli “kayıplar” anısına... Onun da açılışı bugün yapılacak.
Kulübün avlusu insan kaynıyor: George Liasi, Atina’dan gelmiş tören için, Panayotis Liasi de burada, eşi Aspasia’yla birlikte: Onlar da sevgili annelerini ve kardeşlerini Palekitre katliamında kaybetmişlerdi... George Liasi başından vurulmuş, kurşun kafatasını parçalamayarak öylece kalmıştı, deriyle kafatası arasında – ama o da yapılan katliamı görmüştü... Abohor’dan birkaç Kıbrıslıtürk’ün gerçekleştirdiği ve kadınlarla çocukların ağırlıkta olduğu 17 kişinin öldürüldüğü bu katliamdan sağ kurtulmuştu George Liasi... 1974’ten bu yana Atina’da yaşıyor, katliamdan ağır yaralı ama sağ kurtulan ablası Yanulla’yla birlikte – Yanulla’nın bir yaşındaki oğlucuğu da öldürülmüştü... George’un kardeşi Panayotis’in sevgili kızı Margarita da geliyor, ışıl ışıl gülümseyerek... Margarita, katliamda öldürülen ninesinin adını taşıyor, şimdi hamile, yeni bir hayata gebe, Haziran’da doğum yapacağını anlatıyor bana... Saçları kızıldı, şimdi sarışın olmuş, çok yakışmış: Palekitreliler, kadınıyla erkeğiyle çok güzel insanlar – ancak onları birarada görünce bunu iyice farkediyorsunuz...
Palekitre’den esir alınıp Voni’ye (Gökhan) götürülen Palekitreliler arasında bulunan Nikos Tururu ve kardeşi Varnavas da burada: Onların babası da Voni esir kampında öldürülmüş ve naaşı “kayıp” edilmişti – onlar hala babalarının bulunmasını bekliyor, içleri parçalanarak... Çünkü Voni askeri bölge olduğu için henüz burada kazılara izin verilmedi ama belki bir gün bu “izin” de çıkacak... Voni’de öldürülerek “kayıp” edilenlerin nereye gömüldüğünü biliyoruz, okurlarımız sağolsun, hatırlayanlar bizlere çok iyi tarif ettiler bu yerleri... Belki bir gün Nikos da “kayıp” babasından geride kalanları nihayet alıp defnedebilecek ve birazcık iç huzur bulabilecek... Şimdilik her zamanki gibi gözleri kaygılı ve hüzünlü... Onun yürekten gülümsediğini belki bir gün görebileceğiz, kim bilir?
Az sonra Mirofora elinde bir çelenkle, kızının kolunda geliyor... Yanına gidiyorum, kolundan tutuyorum, ona sesleniyorum...
“Mirofora tanıdın mı beni?”
Yüzüme bakıyor, gözlerini kısıp şöyle bir süzüyor beni ve biraz sonra da gülümsüyor... Evet, tanıdı... Onu evinde ziyaret etmiştim, kızına ait kreşte de... Geçen yıllar sırtını biraz daha eğmiş, saçlarını biraz daha ağartmış... O uzun bekleyiş kemiklerine sızmış sanki: Sanki bütün kemikleri sızlıyor ve belki de bir tek şey için yaşıyor artık: “Kayıp” evladı bulunsun diye atıyor kalbi...
Mirofora, küçük Hristakis’in annesiydi, Hristakis beş yaşındaydı ve bacağından yaralanmıştı. Onu Dikomo’da sahra hastanesine götürmüşlerdi – Mirofora’ya “Oğlun öldü” demişler, inanmak istememiş çünkü ona küçük oğlunun cesedini göstermemişler... Yıllar sonra bir şirocu bana bu küçük çocuğu battaniyaya sarılı vaziyette şimdiki Boğaz Şehitliği’ne gömmüş olduğunu anlattı ancak Şehitlik’te yapılan yeni düzenlemeler nedeniyle, şirocunun gömdüğü “kayıp” çocuğun tam olarak hangi noktada olabileceği bulunamadı. Başka şahitler de Boğaz Şehitliği düzenlenirken bir Kıbrıslırum çocuğun kemiklerini bulduklarını anlattılar ve kabaca bir tarif yaptılar... Hatta Kayıplar Komitesi yıllar önce bu şehitlikte kısacık bir kazı yapmış ama herhangi bir ize rastlamamıştı... Şehitlik 1974’te olduğu şekilden oldukça farklı şimdi ama bu şehitlikte de, tıpkı Tekke Bahçesi’nde olduğu gibi bazı “kayıplar” gömülü... Yalnızca Hristakis değil, başka “kayıp” şahıslar da bu şehitlik ve civarına gömülmüş. Bu konuda da görgü tanıklıkları var – bu tanıklardan birisi Boğaz’a gelerek bize ve Kayıplar Komitesi yetkililerine, bu bölgede rastlamış olduğu bir gömünün yerini işaret etmişti ancak o bölgeye giremedik, fotoğraf bile çekmedik çünkü gösterdiği yer askeri bölge içinde kalıyordu...
1974’ten bu yana Mirofora’ya çok hikayeler anlatıldı: Oğlunun bir Türk doktor tarafından alınıp Türkiye’ye götürüldüğü, evlatlık edinildiği anlatıldı. Hatta zaman zaman ona telefon açıp “Ben oğlunum” diyenler de oldu. Geçtiğimiz yıllarda Türkiye’den bir genç, Mirofora’nın “kayıp” oğlu olduğunu ileri sürerek ortaya çıktı, Londra’da DNA testleri, bu gencin Mirofora’nın oğlu olmadığını ortaya çıkardı... Tüm bu süreçler Mirofora’yı mahvetti... Küçük göçmen evinde bütün gün, bütün gece bir kandil yanıyor, dualar ediyor Mirofora, oğlu sağ salim kendine dönsün diye... Yıllardır bu korkunç sancıyı çekiyor bu yaşlı kadın – eşi 1974’te öldürülen, oğlu “kayıp” edilen bu kadın işte şimdi kızının kolunda anıta çelenk koymaya geliyor...
Tören alanında çok sayıda asker ve bir de bando var... Kıbrıslırum Yönetimi Lideri Dimitris Hristofias az sonra geliyor ve tören başlıyor... Kalabalık o kadar büyük ki, belli ki tüm Palekitreliler burada toplanmış...
Önce papazlar dua ederek ilahiler okuyorlar, ardından Hristofias bir konuşma yapıyor:
“Barışı en çok isteyenler, işte böylesi acılar yaşamış olanlardır” diye anlatıyor ve bir alkış kopuyor...
Sonra anıtı açıyor – sırayla çelenkler konuyor... Biz bu anıta çelenk koyabileceğimizi bilmediğimizden elimiz boş geldik ama sevgili arkadaşım “kayıp” yakını Maria Yeorgiadu koşup zeytin dalları getiriyor, “Zeytin dalları barışın sembolü” diyor bana, “biz da bunları koyalım anıta...”
Az sonra kalabalık binanın açılışına doğru gidince, Maria’yla birlikte anıta gidiyoruz: Çok sade bir anıt yapmışlar, Palekitre’de öldürülüp “kayıp” edilenlerin isimlerini yazmışlar, ön planda bir kadın, bir erkek ve bir çocuğun, eli silahlı bir askerin silueti var... Maria’yla birlikte anıta zeytin dallarını koyup içeri giriyoruz.
Konuşmalar yapılıyor, Hristofias bir kez de içeride konuşuyor, ardından Palekitre Spor Kulübü Başkanı George konuşuyor, ardından Palekitre’de yakınları öldürülmüş ya da “kayıp” edilmiş olanlara plaketler takdim ediliyor...
Petros Suppuris de plaketini Hristofias’ın elinden alıyor sonra hem beni, hem de salondaki herkesi şoke eden bir sürpriz yapıyor:
“Bugün bu salonda, aramızda bu plaketi hakeden birisi var, o da gazeteci Sevgül Uludağ’dır” diyor... Gözleri doluyor, “O benim ailemin bulunması için çok yardım etti. Ben kendi plaketimi ona veriyorum...” Ve beni çağırıyor... İkimiz de ağlıyoruz, bu o kadar beklenmedik bir şey ki, çok duygulanıyorum... “Kayıplar konusunda yaptığın katkıların bir şekilde tanınması, takdir edilmesi gerekirdi, ben de onun için bu plaketi sana verdim” diyor bana...
Hristofias da birkaç şey söylemek istiyor ve beni kendisi henüz EDON Genel Sekreteri iken tanıdığını anlatıyor, Kıbrıs’ın birleştirilmesi ve barış için mücadelede her zaman ön saflarda olduğumu anlatıyor...
Suppuris’in bu olağanüstü jesti, herkesi duygulandırıyor... Palekitreli arkadaşım Kulla gelip üstüme sarılıyor, yanaklarımdan öpüyor, “İki toplumlu kadın hareketinde birlikte çalışmaya devam edeceğiz” diyor... Herkesin yüzünde bir gülümseme, bir ışık: Bunu Petros Suppuris başardı... Ailesinin bazı Kıbrıslıtürkler tarafından katledildiğine tanık olmasına, öldürülmek üzere kendisinin de vurulmuş olmasına karşın yüreğini nefrete teslim etmedi, insan sevgisine teslim etti ve barış yolunda ileri adımlar atmaya devam etti. Anasız babasız, öksüz büyüyen bu çocuk, kalbini kine, nefrete, milliyetçiliğe teslim etmedi, ruhu barışı aradı hep çünkü o savaşın en korkunç yüzüyle gözgöze gelmişti... Suppuris bu katliamı yaşadığında 10 yaşında bir çocuktu – büyüdü ve İki Toplumlu Kayıp Yakınları ve Katliam Kurbanları İnsiyatifi “Birlikte Başarabiliriz” örgütünün kurucuları ve önderleri arasında yer aldı. Kıbrıslıtürk “kayıp” yakınlarıyla tanışıp onların acılarını paylaştı... “Kayıplar”la ilgili düzenlediğimiz etkinliklere katılıp konuştu, onca acıya rağmen hep barışı savundu... Annan Planı döneminde açık açık “Evet” kampanyası yürüttü... Muratağa katliamında tüm yakınlarını yitiren Hüseyin Rüstem Akansoy’la birlikte, bir süre önce “Avrupa Yurttaşlık Ödülü”ne layık görüldü...
Ve bugün yaptığı jest, çok sembolik: Katliam kurbanı bir çocuk, katliamı gerçekleştirenler bazı Kıbrıslıtürkler olsa da, kendisine verilen bir plaketi bir Kıbrıslıtürk’e veriyor, “O buna layıktır” diyor, üstelik bunu yüzlerce kişinin önünde ve medyanın ışıkları altında yapıyor... Korkmadan, çekinmeden bize, hepimize savaştan, kinden, nefretten, önyargılardan, ırkçılıktan uzak durup iyi birer insan olmamız gerektiğini öğretiyor... Suppuris’le gurur duyuyoruz çünkü o barışın sembolü...