Pangea ruhu artık Lefkoşa Surlariçi’nde hayat bulacak

Pangea ruhu artık Lefkoşa Surlariçi’nde hayat bulacak.

Murat OBENLER

Öyle bir mekan hayal edin ki bahçesindeki çiçekten,ağaçtan,sarmaşıktan ilerideki insanı seçemiyorsunuz, ciğerlerinize dolduracağınız temiz oksijen ile saatlerce kendinizi dışarıdaki gerilim dolu, stres dolu,kirli dünyadan izole ederek huzuru, dinginliği,sakinliği buluyorsunuz, adanın dört bir tarafından ve yurtdışından mekana gelen insanların çok kültürlü yapısına arkadaşlık,yoldaşlık,müzikdaşlık ederek akşamları dinleyeceğiniz çok kültürlü geniş müzikal yayınlar ile Pangea dünyasının bozulmamış,bölünmemiş atmosferine giriyorsunuz.Biz de bir süre önce Lefkoşa’nın merkezi Surlariçi’nde kapılarını açan Pangea Cafe’nin bahçesine girerek ütopyalarla dolu bu mekanda projenin mimarı Barçın Gökbörü ile görüştük.

“Pangea savaşsız, sınırı olmayan,bölünmemiş,bozulmamış bir süperkıtayı anlatıyor”

Hayat bir süreç olarak akar ve insan bazı belli başlı projeleri hayata geçirmek için mücadele eder. Senin için de Pangea projesi böylesi bir şey sanırım. Biz burada bir mekan ismi görüyoruz ama bunun yıllara dayanan bir sürecin bir evresi olduğunu düşünüyorum. Bunu bizlere biraz daha detaylı anlatabilir misin?
Barçın Gökbörü: Pangea, 2008’de proje olarak ortaya çıktı.Pangea ekolojik,insan hakları, hayvan hakları duyarlılıkları olan bir projedir. Pangea(bütün+toprak ana) dünyada henüz savaşlar başlamadan önceki zamanlara referans veriyor ve kıtalara bölünmemiş,bozulmamış 200 milyon yıl önceki dünyayı anlatıyordu.
 İstanbulda birkaç arkadaş ile başlattığımız bir projeydi. Sonra kesintiye uğradı. Ben Kıbrıs’a geldikten sonra bazı etknlikler yaptım ve adını da Radio Pangea koyduk. Bir süre sonra adada bana da Radio Pangea olarak hitap edilir oldu. Daha sonra müziklerle,katılımcılarıyla çok kültürlü olan Multikulti partilerini yapmaya başladım. Bu adanın her iki tarafından ilgi gördü.
 

"Sloganımız “Müzik Dünyayı Birleştirir” olan Radio Pangea ile ütopyayı hayata geçirmeye çalılıyoruz”

Ben de Radio Pangea partilerinde içinde Polonyalı,Yunan,Kıbrıslı Türk ve Rum, Rus, Ukraynalı, Azeri, Japon,Alman,Amerikalı ve benzerinden oluşan çok kültürlü yapıyı gözlemliyordum.
Radio Pangea’nın sloganı “Music Unites The World”(Müzik Dünyayı Birleştirir) ve bu bir ütopyadır. Bu ütopyayı hayata geçirmek için kendi etki alanımızda çalışıyoruz.
Müzik olarak da bir felsefemiz vardır. Sunduğumuz müziklerin içinde çok kültürlü müzikal öğeler var. Bir tarafta Jamaika’dan reggae ile diğer tarafta Balkan müzikleri ve jazz harmanlanabiliyor.  Bu harmandan yeni bir müzik çıkıyor.Birkaç piyasaya hakim plak şirketininin yarattığı world müzik diye uydurma kategoriyi de kullanmıyorum.Hep harman müzikler sunuyoruz.

“Hem adada yaşayan hem de turist,öğrenci,işçi olan farklı kesimleri doğada kurduğumuz festival alanında bir araya getirdik”

Senin bu felsefeyle yaptığın festivalin de vardı.
2017-19 arasında 3 tane Pangea Festival yaptık. Amacımız hem adada yaşayan hem de turist olan,öğrenci olan,işçi olan farklı kesimleri biraraya getirmekti ve bunu da doğada kurduğumuz festival alanında yarattık. Farklı müzik kültürlerini,projelerini insanlara sunduk. Alternatif dünya müziği ile insanların buluşması çok iyi oldu. O güne kadar baştan sona böylesi sentez bir müzisyen listesi yapılmamıştı.  Orada amaç bizim hayal ettiğimiz dünyayı yaratmaktı. Orada beraber yatıp kalkıyoruz,yiyoruz, beraber müzik dinleyip eğleniyoruz, beraber üretiyoruz ve beraber temizliyoruz. Sonra pandemi girdi ve festival de kesintiye uğradı. Biz gelecek yıl yine Pangea Festivali yapmayı planlarımız arasına koyduk.
 Bir de genel olarak bu ülkede biz festival yapmayı bilmiyoruz. Festival kültürü de iyi değil.
 

“İyi organize olunursa, devlet rol alıp strateji üretebilse festival turizmi Kıbrıs için önemli bir lokomotif olabilir”

Oysa kültür-sanat festivalleri ülkelerin turizmlerinde üzerlerine titredikleri faaliyetler değil midir?
Evet öyledir. Festival turizmi Kıbrıs gibi bir ada için önemli bir lokomotif olabilir.Organize olunabilse,devlet bu alanda bir rol alabilse,strateji üretebilse gerçekten kültür-sanat festivalleri bu adaya onbinleri,yüzbinleri çekebilir. İnsanlar önceden rezervasyonlarla hem o festivali takip eder hem de o süre zarfında ülkeyi gezer,esnafa para bırakır,senin kültürünü, tarihini,doğanı öğrenir diyeceğim ama doğal alanlar ciddi bir tahribat altında yok oluyor. Devlet bürokrasisi ile destek değil köstek oluyor. Devletin en iyi yaptığı şey engel koymak.Mesela İzlandada tek bir festivale 500 bin insan gidiyor. Bize de iyi bir organizasyon ile neden 10-15 bin yabancı gelmesin?

Ben bu alanda en çok Uluslararası Mağusa Kültür Sanat Festivali’nin başarıya ulaştığını ve uluslararası alana yükseldiğini düşünüyorum.Sen de aynı fikirde misin?

Başlangıçta çok iyi grupların geldiği,sanat yönü yüksek bir festivaldi. Güney Kıbrıs’tan geçişlerin açılmasıyla birlikte daha çok insan bu festivale getirilebilirdi. Mağusa Festivali’nin kendi çapında bir Venedik Bienali,Cannes Film Festivali’ne dönüşme altyapısı da vardı. Şehri bir festival şehrine dönüştürme imkanı da vardı. Othello gibi, Salamis gibi müthiş sahneler var.En son belediye el değiştirince kaliteyi bozdu ve bitti.Umalım bu bir aradır ve devam eder.

“Doğa ve insan ilişkisinin maksimumda olacağı bir yaşam alanı kuracağız.Surlariçi’nde olmayan doğal habitatı burada sağlamayı düşünüyoruz”

Pangea projesinin devam eden yolculuğunda Pangea Cafe ile yeni bir evre daha açılıyor diyebilir miyiz?
Burası sınırın bitişiğinde olması,Suriçi’nde olması,bir hayal kurup onu gerçekleştirebileceğimiz bir yer olması nedeniyle çok önemlidir. Bizim zihinlerimizde duvar olmadığı için, sınır olmadığı için sınırlar ötesi düşünüyoruz. Fiziksel olarak var olan bahçeyi daha da güzelleştirip,yeşillendirip Suriçi’nde nadir bir bahçe yaratmak istiyoruz. Bu bahçe de ütopyamız kapsamında, hayalimiz çerçevesinde ilerleyecek. Küçük bir orman havasında ve bitkilerin özgürce yeşereceği,ilerleyeceği ve insanın da doğanın döngüsüne saygı duyarak vakit geçirebileceği bir ortam yaratacağız. Doğa ve insan ilişkisinin maksimumda olacağı bir yaşam alanı kuracağız. Surlariçi’nde olmayan doğal habitatı burada sağlamayı düşünüyoruz.

“Belli renklerin hakim olduğu değil de çok kültürlülüğü,çok kimlikliliği yansıtan renklerin çeşitliliğini kullandık”

Pangea Cafe’nin kimliğinde,karakterinde neler olacak?
Lefkoşa’nın göbeğinde, sınıra komşu,tarihi Surlariçi’nin tam ortasında olması ve bunun yaratacağı çok kültürlü insan yapısı bizim hedefimiz ve bunun için de ilerliyoruz. Yeni açıldık ve hiç bitmeyecek bir tasarımla devam edeceğiz. Bu hafta tanıtımlara başladık ve Eylül ortasından sonra bu yapıyı hayata geçireceğiz.
Müzikal boyutta da çok kültürlü yapıyı sürdüreceğiz. Burası müzikal bir etkinlik mekanı olmayacak. Burası bir yaşam alanı olacak ve insanlar buraya işlerini yapmak(çalışmak),kitap okumak için,sosyalleşmek için, muhabbet etmek için gelsin istedik. Tüm tasarımı ona göre yaptık. Burada eski Kıbrıs mobilyalarını kullandık. Geri kazanımdaki malzemelerden dekoratif malzemeler ve masalar ürettik. Belli renklerin hakim olduğu değil de çok kültürlülüğü,çok kimlikliliği yansıtan renklerin çeşitliliğini kullandık. Burası her ırktan, her etnisiteden insana,her renkten,her türlü yönelime sahip insana, hayvanlara açıktır. Yine farklı sanatsal faaliyetlere de sonuna kadar kapısı açık olan bir mekan hayal ediyoruz. İnsan hakları, çevre,hayvan hakları gibi konulardaki farkındalık etkinliklerine de kapımız açık olacak.

Bu ütopya ve hayal dünyasında sen en çok hangi sanatçıyı veya karakteri burada görmek istersin?

Manu Chao’nun ukulelesi ve arkadaşları ile müzik yapmasını isterdim. Joan Baez’in bahçemizi beğeneceğini ve keyifle çalacağını düşünüyorum. Onu da görmek isterdim. İranlı sanatçı Mohsen Namjoo da Pangea Cafe’de görmek istediğim sanatçılardan birisi olur.

Kültür & Sanat Haberleri