Azınlık hükümeti aniden “mesai saatleri değişti” dediğinde herkes gibi sendikalar da şok yaşadıkları için birkaç gün onlardan ses duymadım. Hatta ben bir yerden ses çıkmadığını, itiraz gelmediğini görünce “acaba sendikalarla hükümet daha önce konuşup anlaştılar de ben mi kaçırdım” diye önceki bir-iki günün haberlerini karıştırdım.
Öyle bir karşı çıkışa rastlamadım. Sonra KTAMS ve Kamu-Sen’in itirazı yansıdı kamuoyuna… Herhalde bu ‘şok’u sindirmek için birkaç gün geçmesi gerekiyordu!
Biliyorsunuz, azınlık hükümeti Türkiye’den para alabilmek için önceleri altına imza attıkları protokolü her zamanki gibi görmezden gelerek yürümeye çalıştılar ama bu kez olmadı. Türkiye parayı kesti. “İstediklerimizi yapın, ödevinizi çalışın ondan sonra bizden para isteyin” deyince altına imza attıkları protokolü uygulamaya geçtiler ve önce mesai saatlerini değiştirdiler.
Hafta içi bir saat öğle arası verilecek mesainin saat 17.00’ye kadar olacağı, Cuma gün ise 16.00’da biteceği söylendi. Bu yeni mesaiye gecikmeli de olsa itiraz geldi sendikalardan ve şimdi uygulanmaya devam eden mesai gibi saat 15.30’a kadar tam mesainin kalması istendi.
Tabii bunun adına tam mesai denirse!
Adı ‘tam mesai’ olmasına rağmen öğle üzeri bir devlet dairesine gittiğinizde işinizi yapacak bir çalışan bulabildiğiniz daireler çok fazla değil. Çünkü çalışanların çoğu öğle araları ya evlerine, ya çevredeki herhangi bir yere gidip yemeklerini yiyorlar, bazıları çocuklarını bir yerlerden alıp bir yerlere götürüyorlar… Verimli bir mesai saati yaşandığını söylemek pek mümkün değil. Yani tam mesai olmasına rağmen öğle arası yine yapılıyordu. Şimdi azınlık hükümeti öğle arası da yapılacak olan ve paydos saati uzayacak olan yeni mesai saatleri önerdi. Sendikalar bunu niye kabul etsin ki! Öğle arasını yine yapıyorlar şimdiki tam mesai saatlerine rağmen… Hem de erken çıkıyorlar…
Biliyorum, sendikalar ve kamu çalışanları yine kızacaklar elbette bu yazılanlara ama olanı yazmakta bir sakınca görmüyorum. Buna itiraz edilecek bir durum yok, “böyle şeyler olmuyor” diyebilecek biri olduğunu da sanmıyorum.
Toplumun her bireyi daha verimli çalışma saatleri olmasını talep eder. Dediğim gibi öğle saatlerinde devlet dairesinde işini yapmak ister, saat 15.00’te gittiğinde dairenin kapandığını, çalışanların eve gittiğini görmek istemez. Peki şimdi 1 Mart’a ertelenen ama uygulanıp uygulanmayacağı belli olmayan yeni mesai saatlerinde aynı sorunlar yaşanmayacak mı? Mutlaka ki yaşanacak çünkü ‘otorite’ yok ama en azından vatandaşın bir devlet dairesinde işini yaptırabilecek saatler fazlalaşmış olacak. İki gün sonra hükümet ve sendikalar yine oturup konuşacaklar. Sendikaların kış saati uygulanmamasında gösterdikleri tepki ve sonrasında bir şekildeki uzlaşıyı bu konuda da nasıl bir sonuca bağlayacaklarını hep beraber göreceğiz. Para gelecek yerin isteklerinin nasıl engelleneceğini merak ediyorum!
Azınlık hükümeti de her aldığı kararın ardından o kararı hemen geri almakta veya ertelemekte herhalde rekoru başkalarına vermemekte kararlı!
Güneşi görmek mi, rant mı!
Girne’nin betonlaşması, artık içinden çıkılmaz bir hal aldığı defalarca söylendi. Çok kat izinlere bir sınırlama veya bölge sınırlamaları getirilse de atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmiş bile… Daha önceleri de yazdık ama çok kat izinlerin 2011’den bu yana onaylanan dosyaları dudak uçuklatıyor olduğundan bir kez daha hatırlatalım; 2011 – Ocak 2016 arası 37 adet 10 kat, 36 adet 8 kat ve 90 kusur 7 kat izni alınmış. Tabii bunların bazıları bitirilmiş, bazıları inşaat halinde, bazıları ise henüz başlatılmamış bile… Bunların dışında bölgelere göre çıkabilecek kat sayısına göre de izinler alınmaya devam edecek. Her sabah uyandığınızda yanı başınızda çok katlı bir inşaat başlıyor ya, bu durum daha uzun bir süre devam edecek sevgili Girneliler… Rant devam ettikçe, daha fazla daha fazla hırsı törpülenmedikçe Girne’de güneşi görmek bir süre sonra mümkün olmayacak artık… Üzgünüm!
Kıyaslamak
“Sen terk ettin, hayır sen terk ettin, kapıyı çarpıp çıktın” kavgasında tabii ki biz de yorumlar yapıyoruz… En azından kendi adıma “tamam enosis plebisitine karşı çıkalım, tepki gösterelim ama iğneyi önce kendimize, çuvaldızı da başkalarına batırırız” dedim. Ancak İlker hocam “Hayır” dedi. “Her konuştuklarında burasının işgal altında olduğunu söylüyorlar, ‘sözde devlet’ diyorlar, ondan sonra da ‘siz de onu kaldırın, bunu da kaldırın’ diyorlar. Onlar dünya tarafından tanınmış devlet olarak neden bizle kıyaslama yapıyorlar o zaman!..” dedi. Hak verdim, böyle düşünmemiştim.
Söylem farksızlığı
“Sayın başbakan ‘hayır’ diyen herkesi PKK’lı olarak ilan ediyor. Ama çözüm sürecinde Oslo’da, Habur’da PKK’lıları davul zurnayla karşılarken kendileri değil, başka iktidar varmış gibi davranıyorlar… Bizim artık öyle şeylere karnımız tok. Türk milliyetçileri, ülkücüler, Atatürkçüler olarak biz bu sefer ‘hayır’ diyoruz çünkü liderimiz Devlet Bahçeli’yi dinlemiyoruz artık.” Bu cümleleri bir MHP’li kurdu ama ‘Devlet Bahçeli’ kelimelerini çıkarırsak bu sözleri söyleyen birinin CHP’li mi MHP’li mi olduğunu anlayamazsınız. En iyisi Bahçeli’yi bıraktığı söylenen tabanı CHP, kendi partisine toplasın, nasıl olsa bir söylem farklılığı yok!
Dünyanın her yerinde herkesin yenileceği bir yer var. Bazılarını yenilgi yıkar, bazılarıysa zaferle küçülür, bayağılaşırlar. Büyüklük hem yenilgiyi hem de zaferi kabullenebilenlerde yaşar.
John Steinbeck