Barış Başel
barbasel@gmail.com
Başta bankalar olmak üzere sigorta, güvenlik şirketleri ya da GSM operatörlerinin reklamlarını ve kapitalizmin vardığı noktayı izlemişsinizdir. Parmak izi, göz bebeği ses rengi gibi özelliklerle kişiyi tanıma ve şifre güvenliğini en üst seviyeye çıkardıklarını iddia ederek pazarlamaya çalıştığı mal, hizmet ve kampanyalarını izliyor hatta belki de kullanıyorsunuzdur. Tüm kişisel ve özel bilgilerimizi paylaşmak zorunda kaldığımız garip bir çağı yaşıyoruz. Sadece özel şirketler değil devletler de benzer bilgi erişimlerini kullanıyorlar. Seyahat belgelerini ya da yeni kimlik kartları elektronik olarak düzenleniyor. İçerisinde kişisel bilgilerimize ulaşılmasına imkan tanıyacak chip olan bir cihaz taşıyoruz mesela. Sistemin bizim güvenlir olduğumuza inanması için hangi sınır kapısına yöneldiğimizi izlemesi ve gişeye yürürken denetleyerek geçiş izni vermesi ya da vermemesine imkan tanıyan “çağdaş ve masum” bir özellik gibi görünüyor her şey.
Son 15 yıl içerisinde ülkelerin büyük çoğunluğu devletin güvenlik güçlerini teknoloji ve kimyanın en gelişmiş nimetleri ile donatarak diğer bir deyişle iktidarlar aslında halklarına karşı da silahlanmışlar baskı ve faşizmi mesru kılan bir dönüşüm içerisine girmişlerdir. Bunu yaparken arkasına sığınılan en temel bakış açısı ise “terör var bu önlemler hepimizin güvenliği için” olmakta. Evet; terör eylemi gerçekleşiyor ve güvenlik kameralarındaki patlama anına, insanların paramparça oluşuna ilişkin görüntülerin önce yayılmasına izin veriliyor sonra hemen yasak getiriliyor. Ve ne yazık ki terörün neden önlenemediği sorusu göz ardı edilerek insanların ölmesi herkes tarafından normalize ediliyor. Özellikle büyük kentler ve metropollerde terör eylemleri sonrası oluşan korkunç bir ruh durumu ortaya çıkmaktadır ki insanın yaşam kalitesini olumsuz etkilemektedir. Örneğin metroda otobüste ya da vapurdasınız içeriye giren ve elinde paketler çanta naylon poşet olan herkes bir birine “ya acaba..” diye zehirli bir soru işareti ile başlayan bir düşünce akışına kapılmak durumunda kalıyorsunuz. Artık her sabah evden çıkarken Oğlunuza kızınıza kardeşinize “aman kalabalık yerlerde bulunma” öğüdünü vermek zorundasınız. İfade edemeseniz de düşün odalarınızda bu kaygı yankılanıyor. “Nefes alıp verdiğiniz her an siz ve sevdikleriniz tehlikede!” algısı yaratılarak yasal düzenlemelerdeki sertleşme ve güvenlik güçlerinin “kişisel bilgilere ulaşım” seviyesini her geçen gün bir basamak daha yukarıya taşımaktadır.
Teknoloji hem faydalı hem tehlikeli sayılabilecek çok enteresan boyutları olan bir durum. Belli uygulamaları kullanarak kişiyi takip edebilir veya bir tünel yaratıp hesaplarına ulaşabilir tüm özel yazışmalarını, marketteki tüketim eğilimi, sağlık durumunu, kullandığı ilacı ve hangi konumda bulunduğunu harita üzerinden izleyebiliyorsunuz. Konu sadece kişilerle sınırlı değil. Hatırlarsanız bazı bakanlık ve dairelerin resmi web sitelerinin dönem dönem belli gruplar ve ideolojilerce kısa süreli de olsa ele geçirilerek istenilen görüşü paylaştıklarına geçmişte şahit olmuştuk.
Dünya sanayi devrimi sonrasında yeni bir yaşam biçimine geçiş yapmak durumunda kalmıştı. Bu çok büyük bir teknolojik değişiklikti ve dönüşüm gerektiriyordu. İş yaşamı ve bunu düzenleyen kurallar sendikal haklar, demokrasi gibi kavramların yerleşmesi açısından insanlık için dinamik bir dönem yaratmıştı ama en önemlisi bu büyük teknolojik değişiklik yeni bir yaşam biçimi ortaya çıkarmıştı. Ortaya çıkan bu yeni yaşam biçimine uyum sağlamaya çalışırken diğer taraftan da kaybetmeye korktuğu değerler sistemine tutunan, muhafazakarlaşan ve milliyetçilik gibi olguların yükselişini izlediğimiz insanın insana yapabileceği en büyük kötülükleri içerisine sığdıran tarihsel bir süreç oluştu.
Günümüz açısından da insanlığın yaşam biçimini değiştiren yeri geldiğinde kolaylaştıran yeri geldiğinde en yıkıcı silah teknolojileri düzeyine varabilecek değişiklikleri yaşadığımız bir 21. Yüzyıl gerçeği var ki sonucun nereye varacağını ilgi merak ve hatta kaygı ile izlemek durumundayız. Foucault’un* “denetim toplumu” ile karşıt ilişkilendirdiği “disiplin toplumu” veya daha da ötesinde herkesin zan altında sayıldığı korku ve kaygı kültüründen beslenen bir paranoya toplumunda yaşamak; kişisel hak özgürlükler ve özel hayatın korunması ilkesinin içinin boşaltılmasını normalleştiren yeni bir yaşam biçimi çoğunluğun tepkisizliği karşısında hızla şekilleniyor. Sosyal bağları zayıflamış, iletişim ve empati yetisini yitirmiş okumayan araştırmayan sığ ve hazır bilgiye alıştırılmış daha bir birinden haberi olmadığı için “korkan” insan yığınlarının daha kolay yönetileceğini doğrulayan bir toplum modelinin öne çıktığını insanlık artık görmek ve uyanmak zorundadır.
*Michel Foucault, Security, territory, population. Lectures at the College de France, 1997/78 Hampshire – New York, Macmillan, 2007