Theodor Adorno ve Max Horkheimer Aydınlanmanın Diyalektiği isimli eserlerinde ‘kitle kültürü’ (mass culture) terimi yerine ‘kültür endüstrisi’ (culture industry) terimin kullanılmasının daha yerinde olacağını çünkü kitlelerin medya, film ve müzik endüstrileri aracılığı ile maruz kaldıkları kültürel üretimlerin aşağıdan yukarı bir talep ile kitlerden kaynaklanmadığını, tam tersine, sermayedar kesimin çıkarlarına uygun düşecek, bireyleri sorgulamaktan, düşünmekten uzaklaştıracak ve sistem içinde bulundukları noktada onları tutsak etmeye yarayacak film ve müzik türlerinin kitlelerin üzerine empoze edildiğini iddia ederler. Güzellik yarışmaları, sayısal loto ve piyangolar gibi şans oyunları aracılığı ile de kitlelere ‘siz de bir gün zengin olabilirsiniz’ hayalini sattıklarını ama gerçekte rakamların çıkacağı kişilerin bile önceden belirlendiğini ve tüm sistemin kitleleri aldatmaya yönelik bir kurmaca olduğunu ileri sürerler (145).
Lefkoşa Belediye Tiyatroları’nın Osman Ateş yönetiminde sahneye koyduğu, Flavia Coste’nin yazmış olduğu ‘‘Paraya Hayır’’ oyunu, Richard karakterinin sayısal lotodan çıkan 162 milyon Euro değerindeki büyük ikramiyeyi ‘sade, gösterişsiz ama mutlu’ hayatlarına devam edebilmek için reddetmesi üzerine kuruluyor. Adorno ve Horkheimer’in sol teorilerine yakın bir noktadan ‘‘Lotoyu en çok fakirler oynuyor, zenginler değil’’ diye haykırıyor Richard ve bu parayı reddederek sevdiklerini ‘‘egoist, çıkarcı ve sahte’’ olmaktan korumaya çalıştığını dile getiriyor. Tam da bu noktada, yaratıcı fikirleri ile mimari yarışmalara katılan Richard’ın küresel ısınma ve emekliler için sosyal konut projeleri tasarlamak gibi küreselden yerele insanlığa katkı sağlamak isteyen bir birey olduğunu keşfediyor izleyici. Aslında bu parayı almayı reddederek, katkı koymak isteği toplumsal ve küresel sorunlar için yapabileceği değişimleri de elinin tersi ile itti gerçeği ile yüzleştiriliyor.
Bu aşamaya kadar sistemi top yekûn reddeden ve loto oynamayı sadece ölmüş babası ile arasında bir bağ kurma aracı olarak gören ve parayı almayı reddederek kapitalist düzenin dayatmalarına bireysel bir baş kaldırıda bulunduğunu düşünen Richard ile empati kurmakta zorlanır izleyici. Bu zorluk bir sorgulamayı getirir: idealist sol politikalar pesinde koşup insanların hayatlarına dokunabilecek imkânları bertaraf etmek mi doğru? Yoksa, sistemin çarklarının nasıl döndüğünü bilerek onları içten kırıp yok etmek mi?
Özgür Oktay’ın büyük başarı ile canlandırdığı anne karakteri, Rose, ‘‘benim oğlum komünist olmuş!’’ diyerek Richard’ın idealist solcu yaklaşımının aslında gerçeklikten uzak olduğunu ve idealist sol yaklaşımlar yerine topluma dokunacak pratik çözümlerin sistemin çarklarını tek başına kırmaya çalışmaktansa sistemin çarkları ile oynayarak onun etkinliğini azaltmayı ve belki de uzun vadede onu bertaraf etmeyi hedeflemenin daha akılcı bir çıkarım olabileceği konusunda izleyiciyi düşündürür.
Ta ki, aile bireyleri biletin geçerliliğini yitirmesine saatler kaldığını fark etsin! Bu aşamada paranın kazanılması isteğiyle yanıp tutuşan aile bireyleri, ilk önce Richard’ı ikna etme yoluna giderler. Bu para ile yaptırabileceği okulları, hastaneleri ve sosyal sorumluluk projelerini ona hatırlatırlar; ancak, Richard’ın parayı reddetmekte ısrar etmesi sonucu Richard’ın canı pahasına piyango biletini ondan almaya çalışırlar. Bu noktada para uğruna insanlığını yitirmiş ve Richard’ın canına kastedecek kadar gözü dönmüş katillere dönüşebilecek potansiyeli sergileyen yakınları, aslında Richard’ın hayalindeki ütopyanın para uğruna nasıl bir distopyaya dönüşebileceğini açık ve net bir biçimde gözler önüne serer.
Son derece akılcı bir şekilde kurgulanmış olay örgüsü ile oyun politik iki kutupta izleyicinin ilgisi toplar. Ya ütopik komünisttik bir hayal uğruna fark etmeden mevcut düzenin devamının sağlanacağı, ya da neoliberal politikaların ve kültür endüstrisinin empoze ettiği ben merkezci bireylerin insanlıklarını yitirecekleri bir distopya içerisinde kendilerini bulurlar. Bu iki politik vizyon da hezimete uğramışken, üçüncü bir yol olabilir mi?
-------------
Referanslar
Max Horkheimer and Theodor W. Adorno, ‘The Culture Industry: Enlightenment as Mass Deception.’ Dialectic of Enlightenment: Philosophical Fragments, trans. John Cumming (London: Verso, 2002): 145.