Paris Konferansı ve bizim düşüncemizde olmayanlar

Onur Olguner


Geçtiğimiz ay NASA’nın dünyadaki küresel ısınma ile ilgili yaptığı araştırmalar yayınlandı. Bu araştırmalar mevsim kayması ve mevsim sıcaklıkları ile ilgili şok edici bulgular ortaya koyuyordu:

1-) Mesela yirminci yüzyıl dâhil, gelmiş geçmiş en sıcak mart ayını yaşamıştık bu yıl.

2-) Dahası Mart 2015 ile Mart 2016 ayları arasındaki sıcaklık artışı, diğer tüm ayların geçmiş yıllara göre sıcaklık artışlarından daha fazlaydı.

3-) 2016 yılı ise yüzyılın en yüksek sıcaklıklarına sahipti.

4-) Bu bulguların yanında son 11 ayın ortalama sıcaklıklarının, önceki 135 yıla göre rekor seviyede olduğu ortaya çıktı.

Tabii bunlar NASA ve NOAA gibi bizleri pek ilgilendirmeyen, uyarılarına kulak asmadığımız önemsiz kurumların bulgularıydı.

Bu önemsiz (!) kurumların uyarıları yanında bir de kendi yaşadıklarımız vardı. Mesela bu yıl nisan ayında denize girdik pek çoğumuz. Küresel ısınma süper bir şeydi herhalde. Düşünsenize nisan ayında denize girebiliyordunuz artık.

Bizlere etkisi şu anda sadece nisan ayında denize girebilmek olsa da, küresel ısınma artık dünya için bir şehir efsanesi değil. Dünyayı çölleştirebilecek ve insanoğlunun soyunu tüketebilecek ciddi bir tehlike.

Bu tehlikeden dolayı ise başta Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler olmak üzere tüm dünya alarmda. Ardı ardına konferanslar ve çalışmalar yapılıyor.

Bunlardan en fazla bilineni Kyoto Protokolü’dür mesela. 84 ülkenin 1997’de imzaladığı protokol ile dünyadaki karbon salınımını 2020 yılına kadar azaltılmak için hedef konulmuştu.

Durum ciddileştikçe dünya devletleri Kyoto’nun yeterli olmayacağını görmeye başladı. Ve COP konferansları yapılmaya başlandı.

2015 yılında yapılan COP 21 Konferansında ise durumun ciddiyeti iyice kavranmış olacak ki, Paris Anlaşmasının temelleri atıldı.

Biz pek ilgilenmedik ama bundan bir buçuk hafta önce, 22 Nisan 2016’da sunulan Paris Anlaşmasını tam 177 ülke tarafından imzalandı. Zaten ülkeler haritasına baktığımızda birkaç küçük bölge dışında tüm dünyanın bu anlaşmayı imzaladığı görülüyordu. İmzalanırken de özellikle küresel ısınma konusunda ‘tarihsel bir dönüm noktası’ olacağı üzerinde duruldu.

Tüm bu konferanslarda alınan kararlar ülkelerin atmosfere salınan karbon miktarını azaltmak hedefini taşıyordu. Bizim pek hoşumuza gitmeyen bu önlemler arasında toplu taşıma, yenilenebilir enerji ve bina enerji performansı gibi konulara önem verildi.

Dünya küresel ısınmaya tüm gücüyle savaş açarken, bizim en büyük kaygımız küçücük adamızın, daracık kuzeyindeki hükümet oldu. Biraz da erken seçim ile parti kurultay dedikoduları gündemimizi bolca doldurdu.

Bu kadar önem verdiğimiz hükümetler ise hala mazot yakarak enerji üreten sistemleri devam ettiriyor. Dahası bu sistemler sayesinde yenilenebilir enerji üretimimiz, mazot yakarak ürettiğimiz enerjinin %25’ini geçemiyor.

Aynı zamanda sistemimiz ‘her bir erişkine bir araba’ ihtiyacını olmasını zorluyor. Çılgın birer karbon üretim makineleriyiz. Dünya bir köşede karbon salınımını azaltmak için sinekten yağ çıkartıyorken, bizler inadına bol keseden atmosfere karbon saçmaya devam ediyoruz.

Ve tüm bunlar olurken ‘bizim düşüncemizde’ mazotla elektrik üretmeyi sorgulamak ve toplu taşıma eksikliğinden yakınmak garip karşılanıyor. "Bizim ülkede toplu taşıma çalışmaz" gibi mazeretler ise ancak yapmamız gerekenlerden kaçınmamıza sebep oluyor.

Evet, ekteki haritada da görüleceği gibi dünya şu anda küresel ısınma ile savaşta. Paris Anlaşmasını 177 tane ‘bizim düşüncemizde olmayan’ ülke imzaladı ve çocuklarına bir gelecek bırakabilmek için kolları sıvadı.

Mevsim kaymasını önlemek için çalışılıyor...

Dünyayı çölleşmekten kurtarmak için çalışılıyor...

Küresel ısınmanın önüne geçmek için çalışılıyor…

Ve şükürler olsun ki dünyayı ‘bizim düşüncemizdekiler’ yönetmiyor.