Seçim sürecinde her ne kadar ekonomik krizden kaynaklı sorunlar ve bu sorunlara dair partilerin argümanları ön plana çıkıyorsa da, içinde bulunduğumuz bir başka kriz daha var. Henüz çok ciddiye alınmasa ve kamuoyunun duyarlılığı düşük sevilerde olsa da iklim krizi hem bugünümüzü hem de geleceğimizi en çok şekillendirecek meselelerden biri. En yeni raporlardan biri olan Küresel Riskler 2022 Raporu’na göre artık en önemli risk, iklim krizi olarak tespit edilmekte. Sadece toplumsal bir risk olarak değil, iklim krizi, tüm yeryüzü, gezegen, canlı çeşitliliği ve insan yaşamının varoluşsal krizi olarak değerlendirilmelidir. Bu değerlendirmeyi yaparken de içinde bulunduğumuz sistemi, yani kapitalist ilişkileri sorunsallaştırmadan, bu ilişkilerin ötesinde ekolojik değerler üreten bir ilişkiler sistemi hedeflemeden iklim kriziyle başa çıkılabileceğini düşünmüyorum.
Dünyanın birçok ülkesinde siyasi partiler, gelişen sosyal hareketlerin, yıllardır yapılan bilimsel uyarılardan ve artık zaman aralığını gittikçe daralmasından dolayı olsa gerek iklim kriziyle ilgili politikalar geliştirmeye başladılar. İçinden geçtiğimiz seçim sürecinde ister istemez bazı partilerin bu konuda nasıl bir söylem üreteceklerini merak ettim. Artık iklim krizinin ada coğrafyasında etkilerinin bariz bir şekilde görüldüğü bir zamanda, bu alanda pratiğe yönelik politikalar geliştirmek oldukça önem taşıyor. Siyasi partilerin manifestolarına veya programlarına bu konuyu almaları farkındalığın gelişmesi anlamında bile olumlu bir adımdır. Fakat partiler ikilim değişikliğine dair ne kadar tutarlı ve bütünlüğü olan içerikler ürettiler? İşte burası tartışma kaldıran bir alan. Çünkü artık herkesin bildiği gibi iklim krizini tetikleyen en büyük etkenlerden biri fosil yakıt tüketimi. Yani Kıbrıs adası çevresinde hem diplomatik hem de ekolojik krizlere neden olan/olacak olan hidrokarbon yataklarından çıkartılacak yakıtlardan bahsetmekteyiz. Bu anlamda partilerin bu alanda ürettikleri söylemin ve politikanın bir bütünsellik içerisinde değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Altta yaptığım değerlendirme de böyle bir kaygı taşımaktadır.
CTP: ‘İklim Güvenliği Planı’ hazırlanacak ama fosil yakıtlar da çıkartılacak
Cumhuriyetçi Türk Partisi’nin manifestosunda iklim meselesiyle ilgili içerik, “Yeşil Eylem Planı” başlığı altında hazırlandı. CTP bu alanda manifestosunda hükümet olmaları durumunda Başbakanlık altında, ilgili tüm paydaşların temsil edileceği ‘İklim Güvenliği Kurulu’ oluşturulacağına ve ‘İklim Güvenliği Planı’ hazırlanacağına yer vermekte. Bu anlamda iklim krizi ve etkilerine dair günü birlik değil, kurumsal bir eylem planı tasarlanmakta.
CTP ayrıca iki toplum arasında iklim ve çevre kriziyle mücadele edilmesi yönünde ortak projeler de geliştirmeyi hedeflemekte. Bu da barış ve federasyon kültürünün gelişmesi anlamında olumlu bir niyet beyanı.
Fakat manifestoda “Yeşil Eylem Planı” altına iklim değişikliğine dair hassasiyet belirtilirken, aynı hassasiyet Kıbrıs Sorunu altında işlenen fosil yakıtlar konusunda gösterilmemekte. CTP’nin Kıbrıs Sorunu altında yer verdiği ilgili bölüm şöyle: “Hidrokarbon kaynaklarının çıkarılması ve geliştirilmesi konusu, geniş bir coğrafyada refah ve istikrara hizmet edecek şekilde yeniden yapılandırılarak, ortak bir mekanizma kurulması için çalışılacak”
Burada bir yandan iklim değişikliğinin temel nedenlerinden biri olan fosil yakıtlara paylaşılacak/tüketilecek bir kaynak olarak yaklaşılırken, diğer yandan bu meselenin ekolojik değil, diplomatik hassasiyetler ile ele alınmakta olduğunu görmekteyiz. CTP liderliğinin daha önce yapmış oldukları açıklamalardan bu ‘kaynakların’ ortak olarak kullanılması gerektiğini savunduklarını biliyoruz. Bu ifadelerden aslında ortaya attıkları “Yeşil Eylem Planı” ile net bir şekilde çeliştiklerini ve iklim krizine dair tutarlı politika geliştiremediklerini gözlemliyoruz.
Parti manifestosunda aynı zamanda “Küresel ısınmaya karşı, BM İklim Değişikliği Konferansı (COP26) kararları çerçevesinde ortak bir eylem planı hazırlanması için girişim başlatılacak” yer verilmekte. Bir yandan ada çevresindeki fosil yakıtların kullanımını ve ortak paylaşımını savunan bir tavrın, diğer yandan 2050’ye kadar karbon emisyonlarını büyük oranda aşağıya çekme hedefi güden COP26 kararları ile ciddi bir şekilde uyuşmadığını da not etmemiz gerekmektedir.
Halkın Partisi: Karbon ayak izini azaltalım ama fosil yakıtlardan vazgeçmeyelim
Halkın Partisi’nin de iklim krizi ile mücadele konusunda kafalarının oldukça karışık olduğunu görüyoruz. Parti, “İklim Değişikliği Adaptasyon Stratejisi” adı altında iklim değişikliğinin önemine vurgu yapmakta, bu alanda üst düzey kurul oluşturma hedefi taşıdıklarını ortaya koymakta. Düzenli bilimsel değerlendirmeler yapılmasını da önlerine hedef olarak koyan Parti, manifestolarında aynı zamanda “Karbon ayak izimizi azaltmak için önlemler alacağız” ifadelerine de yer vermekte. Parti “İklim Değişikliği Adaptasyon Stratejisi” kapsamında olası afetlerle mücadele ve su üretim tüketim kaynaklarına yönlelik sürdürülebilirliği de hedefleri arasına koymakta.
Karbon ayak izinin azaltılmasına vurgu yapan HP, esas karbon üreticisi ve doğa üzerinde yıkıcı etkileri olan fosil yakıtların araştırılması ve paylaşılması konusunda ise ısrarlı olduğunu ifade ediyor.
Manifestoda bu konudaki ifade aynen şöyle:
“Hidrokarbon kaynaklarının ortaklaşa çıkarılması ve pazarlanması üzerinde ısrarla durulacak; bunun çözüm yolunda ciddi bir güven yaratacağına, çözümün finansmanı sorununu ortadan kaldıracağına vurgu yapılacaktır.”
CTP gibi HP de fosil yakıtlara tüketilecek ve paylaşılacak bir ekonomik sömürü kaynağı olarak yaklaşmakta, aynı zamanda konuyu diplomatik-teknik bir mesele olarak da kavramaktalar.
Bu durum iklim kriziyle mücadelede tutarlı ve bütünlülük bir tavır sergilemediklerini, bir yandan insanların karbon ayak iziyle uğraşırken diğer yandan şirketlerin ve ülkelerin ‘ulusal çıkarlar’ ardına gizledikleri mega karbon ayak izlerini dert edinmediklerini gösteriyor.
Kaldıki fosil yakıtlar adada yeniden yakınlaşmanın veya barışın değil, daha fazla uzaklaşmanın ve potansiyel çatışmaların nedeni olarak daha şimdiden kayırlara geçti bile.
TDP: “Fosil yakıtlar diplomatik araç değildir, ekonomik pencereden bakmayı ret ediyoruz”
Toplumcu Demokrasi Partisi manifestolarında “Sürdürülebilir Çevre ve Halk Sağlığı” başlığı aldında iklim değişikliğine yer verdi.
TDP'nin manifestosunda -CTP ve HP'de olduğu gibi- iklim değişikliğine yaklaşımları AB kriterleri, BM ve CoP26 çerçevesinde şekillenmekte. Manifestolarında “Yerel sorumluluklarımızı kabul eder ve buna uygun koruyucu ve önleyici politikalar üretmeye söz verir” ifadeleri kullanılırken bu alanda AB Yeşil Mutabakatı’na vurgu yapılıyor.
Fakat diğer partilerden farklı olarak TDP'nin fosil yakıtlara yaklaşımının tutarlı ve ekolojik hassasiyetler üzerinden şekillendiğini görüyoruz. TDP’nin iklim değişikliği ve fosil yakıtlara yaklaşım konusunda diğer merkez partilerden farklılaştığı kısım şöyle:
“TDP adamız çevresinde, son yıllarda gündemi meşgul eden fosil yakıt kaynaklarının varlığının olasılığının bile, önemli diplomatik gerilim araçlarına dönüştürüldüğünün farkındadır. Buna rağmen partimiz fosil kaynaklara, sadece ekonomik ve/veya diplomatik pencereden bakmayı ret eder. Bunun yerine, ekolojik bir duruş almayı tercih eden partimiz, tüm önceliğimizin sürdürülebilir enerji kaynaklarına odaklanmak olduğuna inanmaktadır. Biz, fosil kaynakların hiçbir şekilde, diplomatik araçlar olarak kullanılmasını uygun görmemekteyiz. Bu duruşumuzun temelinde küresel iklim krizine karşı gösterdiğimiz hassasiyet ve “kaynakların yakınlaştırıcı gücü” teorisinin tarih boyunca nasıl defalarca yanıldığını bildiğimiz oluşturmaktadır.”
TDP'nin manifestosunda kavramsal bir tercih yapılarak 'hidrokarbon' kelimesi değil doğaya zarara vurgu yapan daha kapsayıcı bir kavram olan fosil yakıtlar terminolojisi tercih edilmiştir. Bugün dünyanın çeşitli coğrafyalarındaki iklim hareketleri, bilim insanları ve ekoloji mücadelesi veren kesimler bu terminolojiyi kullanmaktadır.
TDP diğer merkez partilerden farklılaşarak Kıbrıs'ın çevresindeki fosil yakıtlara dair ekolojik hassasiyeti güçlü ve iklim değişikliğine dair argümanlarıyla tutarlı bir tavır sergilediğini görüyoruz. Manifestodaki fosil yakıtlara dair "ekonomik ve/veya diplomatik pencereden bakmayı ret eder. Bunun yerine, ekolojik bir duruş almayı tercih eder" ifadelerinin önemsenmesi gereken değerli bir tavrı ortaya koyduğunu düşünüyorum.
Bu tavrı (her ne bazı eksikleri olduğunu düşünsem de) olumlu buluyorum ve daha da geliştirilip derinleştirileceğine inanıyorum. Özellikle ada etrafındaki fosil yakıtların diplomatik değil ekolojik bir soruna gönderme yaptığı vurgusu barış güçleri için yol gösterici bir vurgudur.
Buna rağmen parti manifestosunda net bir şekilde ‘fosil yakıtların araması durdurulmalıdır’ tarzı bir ifadeye de yer verilmediğini belirtmek gerekmekte.
“Bağımsızlık Yolu: “Fosil yakıtların aranmasına karşıyız” ve ekososyalist alternatif vurgusu
Seçimlere ilk kez katılan Bağımsızlık Yolu partisinin ise iklim değişikliği ve fosil yakıtlar arasında doğrudan bir ilişki kurarak, net bir tavır aldıkları gözlemlenebilir.
Muhalefet Programları’nda “Ekoloji” başlığı altında şu ifadelere yer verilmekte. “Partimiz tek bir damla bile fosil yakıtın yeryüzüne çıkarılmasına, adamızın çevresinde petrol ve doğal gaz sondajı yapılmasına; altın, bakır gibi doğaya ciddi tahribat yaratan madenlerin aranmasına ve çıkarılmasına karşıdır, bunun mümkün olacağı koşulları yaratmak için mücadele eder. Yeni madencilik girişimlerinin tümden yasaklanmasını savunur.”
Ayrıca Bağımsızlık Yolu, Muhalefet Programı’nda diğer tüm partilerden farklı olarak, ekolojik yıkım ile kapitalist kar hırsı arasında bağlantı kurarak, ekolojik sorunların aynı zamanda sistemden kaynaklı sorunlar olduğu vurgusunu yapmakta. Metinde (ayrıca Parti adaylarının katıldıkları programlarda da) alternatif enerjiyle ilgili birçok örnek verilmekte. Parti ekososyalist bir mücadele perspektifi ortaya koymakta.
Bu anlamda Bağımsızlık Yolu’nun diğer tüm partilerden farklı bir mücadele anlayışını savunduğunu ifade edebiliriz. TDP de dahil diğer tüm partiler iklim krizi ve ekolojik yıkımın kaynağını kapitalist sistem ile bağdaştırmazken, Bağımsızlık Yolu bu sorunları sistemden kaynaklı sorunlar olarak değerlendirmekte. Sadece fosil yakıtlar ve iklim krizi arasında değil, kapitalist kar mantığı ile iklim krizi arasında da bağ kuran Parti, sistemle mücadele etmenin yanında pratik olarak yapılabilecekleri de önüne -bir mücadele- hedefi olarak koymakta.
Son söz yerine
Parti manifestolarında iklim sorunlarının yer alması önemli ve olumlu adımlardır. Fakat bu konuya yer verilirken tutarlılık ve bütünsellik de önemlidir. Bu 4 partinin manifestosunda aslında dünyada uzunca bir süredir tartışma konusu olan iklim krizine dair liberal, sosyal demokrat ve ekolojik sol eğilimlere dair çok ciddi yansımalar var.
Anti-kapitalist ve ekolojik bir mücadeleyi benimseyen biri olarak tüm bu içerikler içerisinde Bağımsızlık Yolu’nun ortaya koyduğu zeminin önemli olduğunu düşünüyorum. Diğer partilerin de en azından fosil yakıtlar ve iklim krizi politikalarına dair ilerde daha tutarlı politikalar izleyeceklerini umarım. Çünkü ada etrafındaki fosil yakıtlar, Kıbrıs Sorunundan çok bir iklim krizi sorunu ve nedenidir.