Geçtiğimiz Cuma günü Mağusa’da Ayios Georgios Eksorinos kilisesinde yapılan ayin töreni Kıbrıslı Rumlar arasında büyük bir heyecan ve sevinç yarattı. Etnik gerilimin tırmandığı 1957 yılından beri ibadete kapalı olan kilisenin kapılarının inananlara açılması son derece anlamlı bir girişim oldu. Örgütleyenleri tebrik etmek gerekiyor.
Olay Kıbrıs Rum televizyonlarında birinci haber olurken, dünya basının da ilgisini çekti. Müftünün barış ve kardeşlik dolu mesajları herkesi umutlandırdı. Ümit İnatçı ise yaratıcı ve anlamlı bir jestle bütün Kıbrıslı Rumları duygulandıran bir edime imza attı. İnatçı’nın bir kilise anahtarını ‘bunun sahibi sissiniz, buyurun alın’ diyerek rahibe sunması gerçekten de son derece anlamlıydı. Keşke bu tür davranışlara daha sık rastlasak ve Kıbrıslı Türklerin Kıbrıslı Rumların meşru haklarına karşı duyarsız olmadığı daha sık gösterilse...
Kıbrıs Sorununun çözümü için sürdürülen müzakere sürecini yönetenlerin bu olaydan ders almaları gerekiyor. Neden müzakere sürecinin kilisede düzenlenen ayin kadar heyecan yaratmadığı üzerinde durup düşünmeleri iyi olur. Müzakere sürece maalesef teknik bir al-ver egzersizi olarak algılanıyor ve sivil toplum ve yurttaşlar bu süreçten uzak tutuluyor. Oysa Kıbrıs’ta yürütülen süreç sadece teknik bir al-ver süreci değildir. Taraflardan istenen tel örgülerin üzerinden birbirlerinin “sepetlerine” bir şeyler koymak değil. Çünkü müzakerelerin amacı sadece “toprak ve statü ayarlaması” yapmakla sınırlı değildir. FEDERAL BİR DEVLET kurmaktır.
AB üyesi federal bir devletin yurttaşları çoğulcu bir toplumsal doku içinde hayatın her alanında karşılıklı etkileşim içinde olacaklar. Mesleki ve kültürel alış-veriş yapacaklar, işbirliğinde bulunacaklar. Yani, birlikte eyleyeceklerdir. Durum böyle olunca çözüm sürecinin toplumları ve bireyleri kapsayan barış politikalarıyla desteklenmesi elzem oluyor. Federal bir devlet kurmaya yönelirken, ‘aşağıdan federalleşmeye’ de önem vermek, toplumların kaynaşmasına yardımcı olmak ve bunun için de barış politikalarına yönelmek gerekiyor. Aksi halde, bir birini teğet geçen iki Etnik Grubun ötesine geçemeyeceğiz.
Barış politikalarını hayata geçirmek için biraz yaratıcılık, biraz iyi niyet, biraz da irade gereklidir. Örneğin cami, kilise ve mezarlıkların derhal tamir edilmesi ve ibadete serbestçe açılması imkansız bir proje değildir. Geçit noktalarında kuyruğa dizilip kimlik kartı gösterme mecburiyetine son verilmesi düşünülebilmelidir.
Türkçe ve Yunancanın yaygın olarak öğretilmesi teşvik edilmelidir. Eğitim sistemi ‘ötekileştirici’ işlevinden arındırılıp, okulların birbirlerini karşılıklı olarak ziyaret etmeleri sağlanmalıdır. Barış ve Uzlaşma Komiteleri kurulmalıdır. Kuşkusuz, hiç bir önlem Kıbrıslı Rumların Maraş’a yerleşmesi kadar etkili olamaz. Maraş’ta ‘federal’ bir mikro-kozmos oluşturulabilir. İki toplumun üyelerinin ortak bir yaşam alanı içinde birlikte eyledikleri bir sürecin başlatılması için Maraş ideal bir konumdadır. Bu yüzden ne zaman güven artırıcı önlemlerden söz edilse mutlaka Maraş’a gönderme yapılmaktadır.
Federal bir devlet yolunda ilerlerken güven artırıcı önlemler büyük öneme sahiptir. İstediğimiz kadar iyi bir anlaşma ve iyi bir anayasa yapalım, toplumlar arasında güven duygusunu güçlendiremezsek kalıcı bir barıştan söz edemeyiz. Barış kimin ne kazanacağının hesaplandığı bir ‘pazarlık mesaisi’ ile gelmez. Barışa ulaşmak için birbirimizin hak ve çıkarlarına sahip çıkmayı öğrenmemiz, yeni bir yurttaşlık anlayışı geliştirmemiz gerekiyor. FEDERAL Yurttaşlık anlayışı ile FEDERAL YURTSEVERLİK en büyük eksiğimizdir. Unutulmamalıdır ki, barış vicdanlarımızda ötekilerine yer açtığımız zaman gelecek...