PAYLAŞAMAMAKTIR… EN BÜYÜK EKSİKLİĞİMİZ…

PAYLAŞAMAMAKTIR… EN BÜYÜK EKSİKLİĞİMİZ…

Neriman Cahit

Çevremizde, durmadan umutsuzluktan, kederden, olumsuzluktan söz eden, ne kadar da çok insan var !
Gazeteler hele de televizyonlar da bunun cabası… Sıcağı sıcağına keder, hüzün ve umutsuzluk sunuyorlar bize sürekli olarak…
Kabul… bunlar yaşamımızı büyük oranda kuşatmışlar… Ama, yaşamda güzellikler de var… Öyle değil mi?
***
Ama, ne kadar yazık ki, insanların çoğu bunun farkında bile değiller… Güzellikleri – her şeye karşın – kendileri yaratma – üretme çabasına girişeceklerine… yaşamdan, yaşamı yoğun olarak yaşamaktan korkuyorlar… İnsanın doğasında olan, o güzelim duyguları, hayata geçir-e-miyorlar…
İnsanımızda, hep bir korku, bir pasiflik ve bir güvensizlik var hayata karşı… Dolayısıyla, kaçırılmış bir sürü fırsat ve bunların getirdiği eksikliklerle dolu hayatımız…
***
Bir sevginin dışa vurulmaması… Bir sevincin gösterilmemesi, bir coşkunun bastırılması ve bir acının paylaşılmamasıdır yaşamdaki eksiklikler… Oysa, yaşama etkin bir biçimde katılmak ne güzel olur ! Denemek, görmek, duyumsamak, riskleri göze almak gerekiyor… yarım yamalak yaşayıp, gitmemek için…
YAŞANMADIĞI ZAMAN
İnsanın, yaşamak istediği bir an, içindeki bir duygu, onu hayata bağlayan bir coşku yaşanmadığı zaman – yani, hayat yaşanmadığı zaman – insanın içinde patlak verir… Dışarı fırlamaya hazır buharın üstüne kapağı sımsıkı kapamaya çalışmak gibi bir şeydir bu !
Aşırı korkulara, kedere, yalnızlığa; hatta, paranoyalara kadar götürebilir insanı…
Sizce, sürekli huzursuz, tedirgin ve kendinden hoşnut olmayan ne kadar çok insan var ! Sizce, onlar yaşıyorlar mı; yoksa, yaşıyor gibi mi yapıyorlar.
***
Kürşat Başar, “Kış İkindisinin Evinde” isimli kitabının bir bölümünde şöyle yazıyor: “Gözlerimizi kapatalım, birbirimize dokunalım, bir şey söylemeyelim. Karanlıkta, uzun uzun düşünelim – Birbirimize dokunarak; çünkü, tenlerin ilişkisi olmadan, insan ilişkileri hep eksik kalıyor… Hiç konuşmadan…. Çünkü, dağılan, bizi birbirimizden koparıp, uzaklara atan zamanları, başka nasıl hissedebiliriz ki!”
Haklı değil mi sizce de…
Tenlerin iletisi olmadan insan ilişkileri hep eksik kalmıyor mu…
***
Bir düşünsek… kimbilir ne fırsatlar kaçırmışız hayatımızda ! Ve, bunlar yüzünden kim bilir neler yitirmişizdir… Kaçırılan fırsatlarla, yaşanmayan anılarla dolu yaşamlarımızı hala eksikliklerle sürdürmenin anlamı olabilir mi…
***
Ataol Behramoğlu’nun bu şiirini bir okuyun ve lütfen düşünün:
“Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı yoğunluğuna yaşayacaksın…
Sevgilin, bitkin kalmalı öpülmekten
Sen, bitkin düşmelisin bir çiçeği koklamaktan
Ve, kederi de yaşamalısın, namusluca, tüm benliğinle
Çünkü, onlar da sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
Dolaşmalı, damarlarında hayatın sonsuz taze kanı…

//////////////////////////////////////
MİLLET OLMANIN ÖLÇÜSÜ
Son süreçte, sanki ve tamamıyla ‘geçmişte yaşıyor gibiyim. Eskiden, ‘Öğretmen Evleri’nden’ çıkar taa ‘Bandabuliya’ya yaya giderdim. (Zevk için) Yolda tanıdıklara rastlar, sohbet falan derken bir güzel dinlenir, giydiğim, ‘huzur hırkasıyla’ eve dönerdim. Bu huzur bana günlerce yeterdi… Şimdi, bunu yapmaya ‘yüreksel cesaretim’ yok. Ör. Bandabuliya’nın yeni şeklini asla gidip görmeyeceğim, tutuculuk falandan değil. Senelerce neredeyse koşarak gittiğim babamın ve o güzelim arkadaşlarının bende canlı kalması için.
Bir yerlere çıkmayınca da insanın içi içini yiyor. Ör. dün yazdığım notlara bakıyorum da…

BİZİM ÇOCUKLUĞUMUZDA
• Bir yılbaşı daha geçti… Sahi, nasıl geçirdiniz yılbaşınızı… Eskilerin tadında mıydı?
• Ataol Behramoğlu: “Rum baskısından kurtulmuş ama başka bir baskı altına girmişsiniz. ‘Kıbrıslıtürk Kimliği’ yok olmakta, silinmekte… “ demişti ! (Genç Kıbrıslı Günleri – 1997)
• “Bizim Türkiye’den istediğimiz: “Lütfen buradaki Kıbrıslı Türk Kimliğini” koru. Bu, senin de Yunanistan’ın da lehinedir; ama, tam tersi yapılıyor… Türkiye, Kıbrıs Türk Kimliğini süratle eritme durumunda…” dedi KTÖS. 1997’de.
• “Gerçek tarih yoktur. Tarih, tarihçilerin yazdıklarıdır. Bunda da, yansızlık ve tarafsızlık yoktur… Böyle olduğunu iddia eden ya sahtekardır, ya da budala.” demişti Prof. Dr. Mete Tuncay, Kıbrıs’ı ziyaretindeki konferansında… O, buradayken herkes susmuş, sonra da, ‘ver yansın’ etmişlerdi arkasından !
• Bir süre önce, ziyaret ettiğim bir okulda çocuklar bana ‘eski bayramları’ sormuşlar, sonra da dikkatle dinlemişler ama ‘o, nasıl bayramdı!’ diye sıkboğaz etmişlerdi. Onlara anlatmaya çalışmıştım ki her olay ve olguyu içinde bulunulan şartlar yaratır. Anlattıklarımı pek anlamadı çoğu, çünkü ben bayramlığımın yarısını saklar ve maddi şartlarımızın sürekli “aş değil, sıkıntı ve hüzün kaynattığı tenceremize”, birkaç gün de olsa “kaynayacak aş” koyabilmenin o sıcacık mutluluğunu yaşardım… ama, son kuruşumu hiç harcamaz, her sıkıntı ve özlemin itişinde onu sakladığımı yerden çıkarır, sıkı sıkı tutardım avucumda…
Bir sürü derin özlemin çaresiymiş gibi!
• Bayramlar da zaman içinde değişti. Ziyaretler seyrekleşti… Harçlıklar arttı ama ‘bayramın özü’ değişti…
• Dünyadaki bütün dinlerde bayram var; acaba, onlar da değişiyor mu…
• Millet olmanın ölçüsü, artık, insanın kafasının boyutlarından… ya da, anasının – atasının kimliğinden geçmiyor…
Sevinçte ve kederde bir olanlar, millet oluyorlar…
Bu anlamda artık, kendimizi – özellikle de: “Seçtiklerimizi”, sorgulamamız gerekiyor !
Daha da çok geç kalmadan…

***
Son olarak diyeceğim:
SEVGİ…
Bu sözcüğü unutmayın sakın…
Bu nefretler, kinler, öfkeler dünyasını kurtarabilecek tek çare bu…
Sevdiğimiz ölçüde insanız…
Unutmayalım…

Dergiler Haberleri