İki toplumdan sivil örgütler ve ekonomistler bu yılın ortalarında “barışın getirileri”ni anlatan bir bilimsel çalışmanın sonuçlarını açıklamıştı.
Siyasi ve sosyal kazanımların yanısıra olası bir ortaklığın getireceği ekonomik yararlar uzun ve kabarık bir liste oluşturuyordu.
Başta turizm, eğitim ve inşaat sektörleri olmak üzere çözümle beraber birçok alanda inanılmaz büyüme öngörülüyor.
Tekrardan detaylarına girmeyelim, ama o rapor orada duruyor. İsteyen açıp açıp bakabilir.
Keşke bakılsa!..
Toplumların ‘Kıbrıs sorunu’ algısının değişebilmesi, geleceği birlikte kurabilmenin mümkün olabileceğini algılayabilmesi ve yeni nesillere ‘iş ve ekmek’ bulabilecekleri bir ülke bırakabilmenin imkansız olmadığını görebilmesi açısından bu tür raporların bilince çıkması gerekiyor.
**
Oysa biz Kıbrıslılar bu dönemlerde başka denizlerde ufuk arıyoruz.
Doğu Akdeniz’deki gaz yataklarının büyüsü müdür nedir, adanın geleceğinin kilometrelerce derinlikteki fosil atıklarında olduğunu zannediyoruz.
Enerjinin kritik bir konu oluşu ve ‘büyük devletler’in onun peşinde koşması, sanki bizim de nefesimiz yetecekmiş gibi bir halisünasyona yol açıyor.
Ve halisünasyon görürken denizin derinliklerinde, burnumuzun dibine bakmayı dahi unuttuk biz...
Oysa bu adada yaşayan insanların geleceğini sağlama bağlayacak çok daha kolay, çok daha yakın, çok daha mantıklı olanaklar var, değerlendirilmeyi bekleyen...
**
Uzmanlar “Bu gazın miktarı, ekonomik değeri, ne zaman çıkarılabileceği, çıkarıldığı zaman piyasada nasıl bir değere sahip olacağı henüz belli değil” diyor.
Yani ‘Gelecekteki olasılıkların paylaşım’ kavgasını veriyoruz aslında biz...
Ortada fol da yok, yumurta da yok, gaz da yok, benzin de yok.
Sadece çıkabilme ihtimali var. Çıkarsa değerli olabilme ihitmali var. Miktarının yüksek olma ihtimali var. Başka enerji çeşitleri o tarihe kadar piyasayı kapsamazsa, bizim gazın para etme ihtimali var.
Tabii bu ihtimallerin tam tersi de ihtimal!..
Dolayısıyla ‘denizdeki balığı pay edememe’ kavgasıdır yapılan...
Sanki balığı tuttuk da, paylaşmasına geldi sıra!..
**
Henüz kokusu bile çıkmayan gazı pay edelim tabii...
Onu da paylaşalım.
Ama sorun da zaten bu kavramda, yani ‘paylaşma’ becerisinde...
İtiraf edelim, biz Kıbrıslılar ‘paylaşma’yı unuttuk!
Doğu kültüründe önemli bir yeri vardır oysa, paylaşmayı bilmenin...
Bir dilim ekmeği bir başkasıyla pay etmek, insanlığın ta kendisiydi bir zamanlar...
Komşusu açken tok yatmamak, rızkını başkalarıyla paylaşabilmeyi bilmek...
İnsanlığın erdemlerini unuttuk biz.
Bırakın çıkmamış gazı...
Neyi paylaşabiliyoruz ki biz?
**
Devlet kurduk, paylaşamadık. Üç yılda yüzümüze gözümüze bulaştırdık. İnsanları çatıştırdık. Çıkarı olan yabancılar kazandı, biz kaybettik.
Toprağı paylaşamadık. Bir dönüm iki evlek arsa içinde gül gibi geçinip gitmek mümkünken, koskoca adada etnik milliyetçi dalgalar yüzünden birbirimizin evini, tarlasını, bahçesini işgal ettik.
Egemenliği paylaşamadık. Ne karada, ne havada, ne denizde... Paylaşabilseydik eğer havayı, belki de ne KTHY batacaktı şimdiye, ne de Cyprus Airways bu kadar mali kriz yaşayacaktı.
TV ve radyo frekanslarını paylaşamadık. Sürekli birbirine giren yayınlar var bu yüzden.
Cep telefonlarının birbiriyle görüşmesini sağlayacak roaming işinde her neyse paylaşamadığımız, beceremedik.
Sonuç?
Bunların tümünün siyasi, sosyal bedelleri var. Hepsi ağır.
Ama bir de ekonomik bedeli var bunların.
Ve biz ödüyoruz.
Yani insanlar.
Yani bu adada yaşayan herkes.
O raporda ‘çözümün getirileri’ anlatılıyordu.
‘Çözümsüzlüğün zararları’ çok daha kalın bir kitap olur, yazılsa...
Yazmak lazım!