Çok güzel taş, parke, bordür üretiyoruz.
Bu ülkede, ada yarısında, burada...
Coğrafyamız ayıplı, haritamız yırtık, yurdumuz yarım, devletimiz yamalak ve hatta yarınımız ışıksız olsa dahi!
Üretiyoruz.
Ve sonra yerel yönetimlerimiz o taşları alıyor, yollar yapıyor, kaldırımlar döşüyor, körler için güzergâhlar çiziyor.
Peki ne oluyor?
O güzelim taşların, o yeni kaldırımların, körlerin için örülmüş sarı bordürlerin üzerine arabalar park ediyor.
Medeniyet başka türlü bir şey!
* * *
O çok güzel taşların, bordürlerin, kaldırımların üzerine aptalca park edilmiş araçlar da çok güzel ve pek bir pahalı.
Hani onlarca senelik asgari ücreti üst üste koysanız, yetmiyor.
Medeniyete yetmediği gibi (!)
Yokluk yok, yozluk var ülkemde...
* * *
O çok güzel ve pek bir pahalı arabaların penceresinden sokağa şişeler atılıyor, tenekeler, naylon poşetler...
Şunu söylüyor pek çoğu...
“Bu insanlar... Hem de aynı insanlar. Ne zaman ki güneye geçiyorlar. Böyle davranmıyorlar. Korkuyorlar.”
* * *
Ne kadar doğru, bilmiyorum.
Ama şuna inanıyorum, eğer bir yönetim, dirayetli ve kararlı durursa, adil ve eşitlikçi yaptırımlar uygularsa, dönüşüm de başlar.
* * *
Tek başına “ceza” ile sonuç alınmaz.
Yatırım, organizasyon, eğitim, altyapı, denetim hepsi çok önemlidir.
İllaki “yaptırım” şarttır…
Ve adalet!
Çürük meyveleri sepetten ayırmazsanız eğer hepsi çürür, gün be gün, birer birer!
Bir “salgın” gibi yayılır başıboşluk, kuralsızlık, pespayelik, sorumsuzluk, saygısızlık.
Kokuşur her yer!
* * *
Çok güzel ve pek bir pahalı gözlüklerin ardından dünyaya nasıl bakıyoruz acaba?
Bencillik ve bireycilik bir yere kadardır.
Sonrasında...
Siz de leş gibi kokarsınız!
Çok güzel ve pek bir pahalı parfümlerin dahi faydası olmaz...