Percana’nın Bahçaları’nda katliamdan kurtarılanlar anlatıyor... (2)

Sevgül Uludağ

1974’te Kıbrıs Radyo Yayın Korporasyonu RİK’in radyosunda “Kıbrıslırumlar Maraş’a dönsün” çağrısını duyarak yola çıkan ve Derinya’da yakalanarak Maraş’ta Percana’nın Bahçaları’nda öldürülmeye götürülen Kiriakos (Kullis) Kiriaku’nun, burada yaşanan katliamdan kendisinin ve başka esirlerin bir Türk subayı tarafından nasıl kurtarıldığını anlattığı röportajı şöyle:

SORU: Sayın Kullis, röportajı kabul ettiğiniz için çok teşekkürler…

KİRİAKOS KİRİAKU: “Kullis”, “Kiriakos”un kısaltılmışıdır – Kiriakos isminin başka kısaltılmış şekilleri de vardır, “Gagos” mesela… Benim adım Kiriakos Kiriaku…

SORU: Kaç yaşındasınız?

KİRİAKOS KİRİAKU: 65 yaşındayım… 11 Ocak’ta gelen sene 66 yaşında olacağım…

SORU: Maraşlısınız…

KİRİAKOS KİRİAKU: Evet… 209 Fodi Bidda Sokağı’nda yaşıyordum Maraş’ta, “Evrika” çamaşır ilacı fabrikasının yanında…

SORU: “Evrika iğro!”… Bu sloganı, reklamlardan hatırlıyorum…

KİRİAKOS KİRİAKU: Evet! Ayia Paraskevi’ye yakın bir yerdeydi evim.

SORU: Kaç kardeştiniz?

KİRİAKOS KİRİAKU: İki kızkardeşim var. Erkek kardeşim 1972’de Spatharigo’da vefat ettiydi… Ondan sonra Maraş’a geldiydik…

SORU: Yani Spatharigolu (şimdiki adı Ötüken – S.U.) muydunuz?

KİRİAKOS KİRİAKU: Annem Arnadili’ydi (şimdiki adı Kuzucuk – S.U.)…

SORU: Percana’nın bahçalarında öldürülmekten kurtarılmış olduğunuzu anlattıydınız bana… Bize savaş nedeniyle Maraş’tan ayrıldığınız günden başlayarak neler yaşadığınızı aktarabilir misiniz acaba?

KİRİAKOS KİRİAKU: Maraş’tan 14 Ağustos 1974’te ayrıldık. Annemin akrabaları vardı Liopetri’de, oraya gittik.

Ondan sonra babam Liopetri’den iki defa Maraş’a gittiydi dedem Kiriakos’la birlikte, giysi getirmek için… Ama ben onlarla birlikte değildim o iki defasında…

Cumartesi günü halam Maraş’a giderek giysi almak istedi çünkü çocukları vardı… Ben, babam Takis, dedem Kiriakos ve iki çocuğuyla Marulla halam vardı yanımızda. Çocuklarının adı Kiriakos ve Stelyos idi… Ben o günlerde 16 yaşındaydım, bu çocucuklar da 9-10 yaşlarında falandı…

Fotos Kuzubis ve Kiriakos (Kullis) Kiriaku ile Armenohor'da röportajda...

SORU: Nasıl geri gittiydiniz Maraş’a?

KİRİAKOS KİRİAKU:  Babamın diplokabin (çift kabin) bir arabası vardı, ikinci arabasıydı bu, yenile almıştı… Onunla gittik.

SORU: Babanız ne iş yapardı?

KİRİAKOS KİRİAKU: Kalıpçıydı babam… İnşaatlarda kalıpçılık yapardı. Bir gece önce radyodan duymuştuk Maraş’taki Teknik Okul’a kadar gidebileceğimizi…

Böylece Liopetri’den ayrıldık… Derinya’da sağcı kulübün bulunduğu yerde Yüzbaşı Stelyos Katços vardı, Derinya’da o bölgede bulunan askerlerin  sorumluluğu ondaydı…

SORU: Skevi Filippu da bahsetmişti bize Katços’tan…

FOTOS KUZUBİS: Darbe esnasında beni duvara dayayıp çevreme 40 el ateş eden sağcı subaydı Katços. Aynı kişiydi bu…

SORU: Yani darbecilerden birisiydi demek Katços… Bunu bu şekilde yazabilir miyim?

FOTOS KUZUBİS: Tabii ki, ben pek çok kereler onun adını yayımladım bu şekilde. Ve 1975’ten beridir adı kitaplarda da geçiyor, gösteririm sana bu kitapları…

KİRİAKOS KİRİAKU: Babam Katços’u tanıyordu ve orada onu gördüğünde, kendisine “Stelyos” diye hitap etti çünkü onu tanıyordu. Babam ona, “Gidebilir miyiz? Tamam mı herşey?” diye sordu. Babam bir mağazada çalışıyordu, bu mağazada askerde kullanılan öte beri satılıyordu, o dükkana gittiği için Katços, babam onu oradan tanıyordu…

Katços babama, “Git Taki da sorun yoktur, tamadır” dedi.

Hareket edip aşağıya doğru gittik, polis karakolunu geçtik…

FOTOS KUZUBİS: Şimdi Derinya sınırının olduğu yerde, polis karakolu vardı o zamanlar, Derinya polis karakolu… Ve orada bir yol vardı ki o yol, Ayios Memnos Kilisesi’ne çıkardı.

KİRİAKOS KİRİAKU: Tepeden aşağıya doğru indik böylece – yavaşlaması için işaret eden bir asker gördü babam orada… Onun bir Kıbrıslırum askeri olduğunu zannetmişti babam ama durunca üniformasındaki yıldızdan Kıbrıslıtürk olduğunu anladı… Bu Kıbrıslıtürk askerin adı Ali idi ve babamın bir arkadaşıydı.

O günden iki hafta önce o Ali, evimize gelmişti… İş arıyordu… Babam da kalıpçılık yapıyordu ya… Böylece Ali bizde kalmış, yemiş içmiştik, sonra da babam ona iş vermişti…

Ali bizi orada durdurdu, ileri ya da geri gitmemize izin vermiyordu… Ve babama dönerek, “Takis, tekerlek döndü şimdi” dedi…

“Ma bana söylen bunu be Ali?” dedi babam kendine… Bize “Geri gidin” demedi. Oraya ilk gidenlerdendik biz…

SORU: Yani ne ileri gitmenize izin verdi, ne de geri dönmenize… Sizi orada tuttu yani…

KİRİAKOS KİRİAKU: Hiçbir yere gitmemize izin vermedi, bize “Geri gidin” da demedi. “Burada kalınız” dedi. İlk gidenlerdendik biz çünkü başka herhangi bir araba görmedik orada… Bizi durdurdukları yer T şeklinde bir kavşaktı, yolun biri Ayios Memnon’a giderdi Maraş’ta… Yani demek istediğim şey şudur: Bizi durdurmuş olduğu noktada geriye dönebilirdik rahatlıkla… Ama geri dönmemize izin vermedi…

Gelip oradan bizi aldılar ve Percana’ya götürdüler…

SORU: Kim götürdü?

KİRİAKOS KİRİAKU: Türk ordusundan askerlerdi bizi alıp götüren. O da bizimle geldi… Ve başka askerler o noktaya kondu…

SORU: Yani yaya olarak mı götürdüler sizi Percana’nın bahçalarına?

KİRİAKOS KİRİAKU: Evet, uzakta değildi zaten Percana’nın bahçaları, yakındaydı… Açıklık büyük bir alan vardı, etrafı ağaçlarla çevriliydi bu büyük, açıklık alanın… Ve orada çok sayıda insan vardı. Belki 200-300 kişi falan vardı ancak o gün bin kişi kadar yakalayacaklardı… Bu alanın çevresinde dört-beş tane tank vardı ve Türk askerleri de vardı, Kıbrıslıtürk askerler de vardı.

SORU: Sözünü ettiğiniz Ali, Mağusalı mıydı?

KİRİAKOS KİRİAKU: Evet, evet, Mağusalı’ydı… Mağusa surlariçindendi… Bizi kontrolden geçirdiler, üstümüzdeki şeyleri aldılar, neyimiz varsa…

Babam yüzüğünü çıkardı, bir de altın kolyesi vardı, Büyük Aleksandr vardı üstünde bunun ve bunları olduğu yere gömdü…

SORU: Filippos Yabanis de aynı şeyi yapmıştı Percana’nın bahçalarında! O da, altın yüzüğünü gömmüştü oturduğu yere…

KİRİAKOS KİRİAKU: Ve babam yüzüğünü ve kolyesini gömdükten sonra, üstüne bir taş koydu! Bu arada Filippos Yabanis, baba tarafından yeğenim olur…

Biz oradayken birisini getirmişlerdi, getirdikleri şahıs Betrasidis’in oğluydu, aktördü…Ben onu tanıyordum, benim gibi uzun boylu birisiydi… Gözlükleri vardı, yeşil renkteydi bu gözlükler. Onu tanıyordum… Nekis diye birisini daha getirmişlerdi ki onun üstünde askeri kamuflaj giysiler vardı. Onu Mağusa Suriçi dışında, silah transfer ederken gördüklerini söyledilerdi.

Orada uzun boylu bir Kıbrıslıtürk subay vardı ama tıbbi bir subaydı bu… Askeri hekimdi yani… Onun ailesini Sandallar’da kayabettiğini duyduk orada…

Betrasidis’in oğlu, Nekis ve bir kişi daha ki onu tanımıyordum, bu üçünü çok dövüyorlardı… Silahlarını kullanıyorlardı, bıçaklar kullanıyorlardı… Değnekler kullanıyorlardı ve dövüyorlardı bu üç kişiyi… Çok kötü dövüyorlardı yani… Ve altışarlı gruplar halinde insanları öldürmeye götürüyorlardı… Ancak biz oraya varmadan önce insanları bu şekilde altışarlı gruplar halinde alıp götürüyorlardı… Yani biz gittikten sonra başlamadıydı bu, biz oraya varmadan başladıydı. Biz oraya gitmeden önce, Piyili milletvekili Nikos Kutsu’nun babasını almışlardı bu şekilde, onu tutuklamış, alıp götürmüş ve öldürmüşlerdi.

SORU: Nikos Kutsu’nun babasını alıp orada öldürmüşlerdi…

KİRİAKOS KİRİAKU: Evet…

FOTOS KUZUBİS: O dönem Nikos Kutsu Atina’daydı…

KİRİAKOS KİRİAKU: Evet, evet…

SORU: Onları öldürmeye götürdüklerini nereden biliyordunuz?

KİRİAKOS KİRİAKU: Bunu biliyorum çünkü orada benim yaşlarda iki genç vardı, farklı annelerdendi bunlar, Nikos Kutsu’nun kardeşleri. Ve bunlar bana “Babamızı öldürdüler” dedilerdi. Ondan sonra aldıkları altı kişilik grupta Boyacis, Aşşodis ve dört diğer şahıs vardı. Ondan sonraki grup benim de içinde olduğum altı kişilik gruptu, aldıkları bu altı kişiden sonra, sıra bizdeydi, bizi alacaklardı… Bu altı kişiyi aldıkları esnada, içinde bir subay olan bir landrover yanaşmaktaydı…

FOTOS KUZUBİS: Kiriakos Kiriaku’ya sordum, silah sesi duymuşlar mıydı diye… O da bana bir önceki altı kişilik grubu almalarının ardından silah sesleri duyduklarını anlattı. Ancak altı kişilik son grubu o anda aldıklarını anlattı…

SORU: Yani bir önceki altı kişilik grubu aldıktan sonra bunlar, silah seslerini duyduydunuz?

KİRİAKOS KİRİAKU: Evet… Silah seslerini duyduk. Ancak son altı kişilik grubu aldıkları zaman, landrover geldiydi, içinde bir subay vardı. Ve ıslık attı bu subay… Bu subay landroverden indi ve oradaki askerleri dövmeye başladı. Böylece almış oldukları o altı kişiyi geri getirdiler… Kadınlarla çocukları bırakmaları ve 16 yaşın üstündeki insanları alıp götürmeleri için emir verdi bu subay.

Otobüsler getirdiler oraya ve kadınlarla çocukları o otobüslere bindirdiler. Ve oradan ayrıldılar… Ve orada 16 yaşın üstündeki erkekler kalmıştı… Dört-beş tane otobüs getirdiler oraya… Ve bizi otobüslere bindirdiler.

SORU: Kamyonlara değil, otobüslere bindirdiler sizi yani…

KİRİAKOS KİRİAKU: Hayır, kamyonlara değil, otobüslere bindirdiler bizi… İki sıra olmuşlardı ve biz otobüse bininceye kadar aralarından geçtiğimizde bize vuruyorlardı…

Babam Ali’ye seslendi ve “Oğluma bakarak ol” dedi. Ancak kafama 10-15 tane darbe yedim silahların dipçikleriyle…

SORU: Ali mi vurmuştu size?

KİRİAKOS KİRİAKU: Hayır, diğer askerlerdi vuran. Ancak kimin öldürüleceğini seçen şahıs bir Kıbrıslıtürk’tü… Kısa boylu birisiydi bu… Başındaki miğfer, kafasına büyük geliyordu ve gözlerinin üstüne kadar iniyordu bu miğfer. Ama kısa boylu birisiydi bu adam.

Şanslıyız ki hayattayız, Sandallar’daki toplu mezarları bulmaları ardından…

Alıp bizi Stillus’un (şimdiki adı Mutluyaka – S.U.) dışına götürdüler… Askerler geliyor ve bize vuruyorlardı… Papaandonis adlı bir papaz da vardı bizimle birlikte… Şu anda Polemidya’da yaşıyor bu papaz… Bir inme geçirmiş vaziyettedir ama hayattadır…

Otobüsteyken papaz pencereden taraf oturuyordu ve ona Thomsonlarıyla vuruyorlardı, Thomson’la onu dövmek daha kolaylarına geliyordu çünkü kabzası tahtaydı Thomson’un… Papazın üstünde mavi renkte bir giysi vardı, dayaktan sonra papazın mavi giysisi kıpkırmızı olmuştu, akan kanlarından dolayı…

Her taraftan toplamış oldukları insanları Stillus’a getirmişlerdi… Hatta topladıkları kadınlar ve çocukları da oraya getirmişlerdi. Sonra kadınlarla çocukları serbest bıraktıklarını duyduk. Bizi ise Karaolos Kampı’na götürdüler (Karakol Kampı – şimdiki Gülseren Kampı – S.U.)

Günlerden Cumartesi idi… Pazar gecesi oradaydık… Pazartesi sabah bizi Lefkoşa’ya götürdüler, Sarayönü’ne… Pazartesi gecesi, Salı sabahı bizi tekrar otobüslere bindirerek Girne’ye götürdüler, Türkiye’ye göndermek üzere… Cumartesi gecesi bizi Karaolos’tan Lefkoşa’ya gönderdiklerinde ellerimiz arkadan bağlıydı, gözlerimiz da öyle… Salı gününe kadar bu şekilde kaldık, ellerimiz ve gözlerimiz bağlı. Girne Boğazı’nda durmuştuk, göremiyorduk ama işitiyorduk, bizi Girne’ye gemilere bindirmeye götürüyorlardı. Sonra geminin dolu olduğunu ve bizi gerisin geri Lefkoşa’ya götüreceklerini işittik. Dört-beş otobüs dolusu insandık bu şekilde.

Sonra bizi Pavlidis Garajı’na götürdüler. Otobüsten inen ilk kişi bendim Pavlidis Garajı’nda… Ellerimi çözdüler, gözlerimin bağını çıkardılar fakat göremiyordum… Sersem olmuştum… Bir subay alıp beni bir su tankerinin yanına götürdü… Bana Rumca olarak, “Git yıkan burada, az su iç ama, çok su içersan sonra seni kötü etkileyecek” dedi. Rumca olarak söyledi bana bunları…

Kaç gün kalmıştık Pavlidis Garajı’nda, hatırlamam… Orada Kasabis vardı, bu aile Amerikalı’ydı…

(Devam edecek)