Son NATO zirvesinde TC Cumhurbaşkanı (CB) Erdoğan, Türkiye’nin AB sürecinin önünün açılması karşılığında İsveç’in üyeliğine vetosunu kaldırmıştı. Türkiye’nin AB süreci de Kıbrıs sorununun BM Ölçütlerinde çözümüne katkısı ile başlayıp ivme kazanabilirdi. Erdoğan pragmatik bir siyasi lider; Annan Planı döneminde olduğu gibi elini taşın altına koyabileceğini açıkladı…
Bu sözlerden sonra KKTC’nin sağ siyasetinde yalpalamalar başladı. Tatar eskisi kadar iki devletli çözüm vurgusu yapmıyor, eşit egemenlik diyor ki bu da BM Ölçütlerindeki federal çözümde vardır: Kıbrıs Türk ve Rum federe devletleri ile ortak federal devlet arasında hiyerarşik üstünlük olmayacak, üç taraf üç eşit taraf olacak, her taraf da kendi bölgesinde egemen olacak… Ergün Olgun’un istifasının da Erdoğan’ın ray değiştirme mesajından sonraya gelmesi bir rastlantı değildir; Ergün Olgun ray değiştiren trenden inmeyi tercih etti…
Eylül’de de, BM’nin yeni çalışma dönemi açılış toplantıları var, her yıl olduğu gibi tüm dünya devlet ve hükümet başkanları orada oluyor; Kıbrıs’takiler ve Kıbrıs’ın garantörleri de olacak. Erdoğan’ın elini taşın altına koyabileceği mesajından cesaret alan BM Genel Sekreteri de Kıbrıs sorunu çözüm sürecine başlangıç vuruşu için sorunun tüm tarafları ile New York’ta istişarelerde bulunabilecek ve sürecin çalıştırılması için kendi özel temsilcisini de atayacak. Bu yol alındığında, AB de Türkiye ile üyelik sürecini canlandırma adımını atacak… Geldik mi Annan Planı öncesindeki konjenktüre?!
Peki, Türkiye’de Erdoğan’ın bu siyaset değişimine muhalif olmayan yok mu? Elbette var… Kim ne derse desin, Türkiye siyasetinde siviller orduyu kışlaya sokamaz. Türkiye demokrasisi militer demokrasidir; siyasetteki askeri etki, asker tarafından bazan ince bazan kaba ayar ile sürdürülür. Dolayısıyla, Erdoğan’ın askerin üzerinde tam denetimi ve egemenliği görüntüsü askerin ince ayarının verdiği bir görüntüdür.
Bir örnek, hem de Kıbrıs’tan bir örnek… Güneyde yaşayan Maronitlerin kuzeydeki evlerine dönüp, KKTC’de yaşamaları konusunda beş yıl kadar önce bir girişim vardı. Bu talep, kendisi de bir Maronit olan Lübnan Dış İşleri Bakanı tarafından arası iyi olan TC Dış İşleri Bakanı Çavuşoğlu’na iletilmişti; o da talebe olumlu yaklaştı… Konu Vatikan’da Papalığa kadar gitti, sözler verildi… TC Dışişlerinin üst düzeyi bu konuda KKTC’de çalışmalar yaptı, konu KKTC’de hükümette olan Dörtlü Koalisyon hükümetinin de katılımcılığı ile olumlu ilerliyordu; gerekli alt yapı ve benzeri uygulamalar için bütçeden kaynak ayrılmış, ihale aşamasına gelmişti. Sonra o hükümet gitti ama yeni hükümette de, eski hükümette olduğu gibi Dış İşleri bakanı gene Özersay idi ve Maronitlerin geri dönüş hakkını kullanmasına olumlu yaklaşıyordu. Peki ne oldu?! Hiçbir ilerleme olmadı… Neden? KKTC’deki TBK’nın üst düzey komutanları KKTC’de değil Maronit Rum bile bulunmaması gerektiği fikrinde idi; onlardan arınmış bir Kuzey Kıbrıs olmalıymış çünkü güvenlik sorunu oluyorlarmış… Bunu bu komutanlar kendi akılları ile mi konuşuyordu?! Elbette hayır; onların da üstü vardı ve askeri disiplin vardı… Ne KKTC’nin ne de TC’nin Dış İşleri bakanları bu engeli aşamadı, milim hareket edemedi… Halbuki TC Dış İşlerinin çok yetkin ve üst düzey diplomatları buradaki Büyükelçilikle işbirliği içinde Maronitlerin geri dönüş hakkını kullanabilmeleri için çok ve samimi çalışmalar yapmışlardı. Asker stoba bastı, proje durdu… Dolayısıyla, bu örnek bile askerin Türkiye siyaseti üzerindeki etkisinin halen ince ayarlarla devam ettiğini gösteriyor.
Gelelim Pile’den KKTC’ye yol bağlama konusuna… Eylül’e az kaldı; New York’a gidenler elini taşın altına koymaya söz veren Erdoğan’ın enerjisi ile Kıbrıs sorununu BM Ölçütlerinde ve BM çatısı altında yürütülen görüşmelerle çözmeyi konuşacak, başlangıç vuruşunu yapacak… BM Genel Sekreteri yeni sürecin sonuç odaklı olacağını söylemişti; yani bir otururlarsa çözümle kalkacaklar. KKTC’de Rum ve Maronitleri istemeyenler bu çözüm sürecinin başlamasını da istemeyeceklerdi… O zaman ne yapılmalı?! Erdoğan ile BM’yi karşı karşıya getirmeli, ince ayarlı çatışma içine sokmalı… Pile’den KKTC’ye yol bağlamak çok da uygun bir proje… Sivillerin sürdürdüğü diplomasi çalışmalarını durduracak, askeri marifet ile yol yapılacakmış gibi bir fiili durum yaratılacak…
Yapıldı; stratejileri tuttu… BM Genel Sekreteri ve BM Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesinden üçü Pile yolu girişiminden Ankara hükümetini, yani Erdoğan’ı sorumlu tuttu, TC Dış İşleri Bakanı Fransız mevkidaşına durumu telefonda izah etmek zorunda kaldı… Elini taşın altına koyup Kıbrıs sorununun çözümüne katkıda bulunacağını, katılımcı olacağını söyleyen Erdoğan’ın bu konudaki uluslararası itibarı çizildi… Şimdi BM açılış törenleri için New York’a gidilebilir; Pile senaryosunu organize edenler, nasıl olsa, BM’nin Erdoğan’a güvenini bitirdiler…
Bu yol konusunda KKTC hükümetinin rolü ne? Atıp tutan Ertuğruloğlu var… Kimdir Ertuğruloğlu?! Eroğlu’nun yanında iken Denktaş’a çalışan, Denktaş’ın yanında iken Eroğlu’na çalışan biri… TC Dış İşleri eski bakanı Çavuşoğlu’nun “Tahsin abi” deyip koruyup kolladığı biri… Bilmiyordu ki Ertuğruloğlu birinin yanında iken başkanına çalışıyor; askerler de biliyordu ki Annan Planı kabul edilseydi silahını alıp dağa çıkacaktı… Dolayısıyla, Erdoğan’ın dış siyasetini benimsemeyenler, Erdoğan’ı köşeye sıkıştırmak ve kendilerine rağmen bir şeyler yapmasını engellemek için KKTC’de bir Pile yolu, onu da üstlenecek bir Ertuğruloğlu seçeneklerini kullandılar.
Ne olacak?! Eylül’e kadar bu oyunlar oynanacak… Annan Planı döneminde de Erdoğan’a karşı Denktaş benzer oyunlar oynamıştı… Denktaş’ın ve beraber hareket ettiği çevrelerin o zaman yapamadığını şimdilerde Ertuğruloğlu ve beraber hareket ettiği çevreler başarabilecek mi? Erdoğan o Erdoğan ise, başaramayacaklar; değilse başaracaklar… Eylül’e girerken göreceğiz…