“…nasıl ve nerede olursak olalım, hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...”
İkisi de “yorgun”du.
Biz okudukça dinlendik, onlar yoruldukça yazdı.
…
“Yorgunum… Tek isteğim yüzümü kucağına koymak, başımın üzerinde gezinen parmaklarını hissetmek ve öylece kalmak…”
…
“Senin yorgun ellerinde ağır başın, dünyanın hali gibi halimiz…”
* * *
Bir kafesti Kafka, kuş aramaya çıkmış!
Oysa Nazım, kanatları gri o kuşu, özgürlük aşkıyla bir geminin direğine kondurmuş.
* * *
Franz Kafka’nın kahramanı Gregos Samsa, bir sabah bunaltıcı düşlerinden uyandığında kendini yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak bulmuştu!
Dünyanın dört bir yanına dağılmış o böcekler şimdi “acıyarak” bakıyor “insanlıktan çıkmış insan”a…
* * *
Peki, “Yaşamak şakaya gelmez, büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın” diyen Nazım nasıl izliyordur acaba olup biteni…
“İnsanoğlu” saçmalarken iyice…
Ve daha fazla sömürülürken, ezilirken, tahakküm altında titrerken ayan beyan…
“Hem de yüzünü bile görmediği insanlar” için ölebilecek kimseler kalmamışken…
* * *
Kafka aşk mektuplarını Milana’ya yazdı, Nazım ise Piraye’ye…
Bu kadar dokunaklı aşk mektupları herhalde bir daha yazılmadı…
Kafka hiç evlenmedi, evli Milana’yla umutsuz bir aşk yaşadı…
Nazım, “minnacık bir kadını severek” başladığı aşk öyküsünde dört kez evlense de, hep yeni aşkların peşinde soluklandı.
…
“Bir odadayız Milena. Birbirine bakan iki kapının ardındayız, ayrı ayrı. Biri açacak olsa, öteki ürküyor hemen, kapatıyor kapıyı…”
…
“Piraye, güneşte denizin sonunda mavi bir duman gibi gözümde tütüyorsun… Yeşil bir erik dalı yüreğim, sen altın tüylü bir yemiş…”
* * *
Kafka’nın doğduğu şehir Prag’ta, Nazım “Uluslararası Barış Ödülü”nü aldı…
Biri 40, diğeri 60 seneye bir dünya sığdırdı.
Hem de ne dünya…
O dünya hep barışı aradı, durdu.
İkisi de 3 Haziran’da ‘kandırdı’ alemi, güya bu dünyadan göçmüş gibi yaptı (!)
* * *
“Ayakta durmayın, oturun,
ben sizi ölmüş zannediyordum,
hücreme pencereden girdiniz.
Yüzünüzde yıldızların aydınlığı
hoş gelip sefalar getirdiniz...”
…
Ölümün olduğu bu dünyada, hiçbir şey ciddi değildi aslında…
:::::::::::::
Kumarın Kıbrıs’ı
Mesele “kumar” oldu mu “yurt dışı”na dönüşüyoruz (!)
Mersin 10 Turkey değil yani!
Oysa ‘Gençlik Koordinasyon Ofisi’ için hazırlanan protokolde, “Başkan, Türkiye’den atanacak” diyor…
* * *
Gazeteci-Yazar Hıncal Uluç, aylardır bir uğraş içinde, “kumar bu ülkede suç mu değil mi?” soruyor!
Türkiye suçlarını “yavru”ya süpürüyor ya!!
Orada suç!
Oysa “telefonla” sürekli taciz ediliyorlar, Hıncal Uluç öfkeli…
Kıbrıs’ın kuzeyinde de aslında Kıbrıslılara yasak kumar...
Ama bizim telefonlara da geliyor ha bire davet mesajları!
* * *
Hıncal Uluç, Savcılığı göreve çağırıyor, her seferinde…
En sonunda TC Cumhuriyet Savcılığı yazdıklarını ihbar kabul etmiş, soruşturma başlatmış ve yazılı da bir cevap göndermiş, Uluç’a…
Dikkatinizi çekerim, yazılı.
Yani ‘resmi’ !
"Ortada bir suç vardır. Ama suç yeri ülke dışı, yani savcılığımızın yetki alanı dışındadır. Kuzey Kıbrıs Merkezli bu şirketlere kovuşturma yapamayız.."
* * *
Kıbrıs’ta kumar serbest, doğru…
Öyle de, bu şirketlerin hemen hepsi, Türkiye orijinli…
GSM’ler gibi...
Gelen, giden şarkıcılar gibi..
Hatta sofralardaki zeytin gibi...
Dahası!
Bu ülkede güvenliğin en tepesi, Türkiye’den atanıyor.
Polis de doğrudan bağlı, itfaiye de...
* * *
Hepsini geçtim de, hani Kıbrıs’ın kuzeyi için “Türkiye’nin arka bahçesi” dendiğinde, niye öfkeleniyorlar sahi?
Bir üniversitelerdeki gerginliklere bakınız, bir kumarhanelere...
Hangisinin ‘Kuzey Kıbrıs’ merkezli?
:::::::::
Çarpmak
İtalyan adamın birisi, başını duvara çarpmış!
O andan sonra Fransızca konuşmaya, okumaya başlamış.
Edinburgh Üniversitesi adamı incelemeye almış hatta!
* * *
Size inandırıcı geldi mi?
Bana hiç gelmedi.
Ama pek çok ‘itibarlı’ haber sitesinde dahi okudum bunu…
* * *
“Başını bir yere mi çarptın” deyimi çok yaygındır bizde…
Çünkü insanlar ‘gün’e odaklı yaşarlar çoğunlukla…
Her dönemde ‘değişirler’…
Tepkiler farklılaşır, yönelimler seçici olur, değer yargıları fırıldağa döner aniden...
* * *
Ölçüt yoksunu, kriter fukarası, adalet kabızlığı çeken bizim gibi geri kalmış ülkelerde çok daha yoğun yaşanır ‘yaranma’ dürtüsü…
Öfkelerimiz ve övgülerimiz kişiye, iktidara, çıkara odaklıdır nedense...
El etekten başlayarak bilimum yerlere kadar uzayan yalakalıklar, “başını duvara çarpan adam” kadar incelenmeye muhtaçtır.
::::
H A F T A N I N N O T Ç U K L A R I
--- Sosyal medyada, konuk başbakanın eşini, giyimi ya da görünümüyle yargılayanlar, siz, böylece ‘medeni’ mi oldunuz yani?
--- “Başbakan eşleri yemekte, gezide, kahvede” diye bu kadar çok fotoğraf servis etmenin de alemi yok! Bırakınız da kendi özelinizde kalsın... Bu “eş” rollü gösteriş de sıktı ayrıca...
--- BAFRA’dan anayola çıkışta Mağusa ya da Lefkoşa’yı gösteren bir tabela yok. Hem de “turizm” bölgesi! O kadar çok levha eksiği var ki yollarımızda, sistem sadece “bilenler” için!
--- Plakayı 2160 R diye okuyabildim, kocaman yeşil bir TIR, Lefkoşa’nın göbeğinde kırmızı ışıkta geçti. Hem de nasıl bir sürat!. Cinayete teşebbüs bu...
--- Çarşamba akşamı Lokmacı’dan geçiyor, birlikte DUVARIMIZ’ı izliyoruz. Sosyal medyadan “gideceğim” diye tıklayınca, gidilmiş olmuyor.
--- Mağusa Belediye Başkanı sevgili İsmail Arter, bir gece, şortunuzu giyiniz ve lütfen kentinizin üç-dört farklı ve açık mekanında kahve içiniz!.. Bunu derim de başka bir laf etmem...
--- ALKIŞLAR Lefkoşa Belediye Meclisi’ne... ‘Demokrasi Şehitleri’nin isimlerini sokaklara verme kararı için! Bir de ANIT gerek, Kuğulu Park’a...
Her sene mezarlık mezarlık gezmek yerine, bu insanları çok daha anlamlı onurlandırmak için!
--- Özlem Kalkan’dan (ç)alıntı!
“Çocukluk gece yarısı tuvaletten odana koşarken, kimsenin seni yemediğine sevinmektir...”
- Icarus -
::::::::
Düş süzüyorum geceden / tellere asıyorum / naylon çoraplar içinde. / Güneşin alnına/ dayıyorum
kalemi / düş süzüyorum. / Kuruyor güneşte / düşün imgeleri.
Aliye Ummanel