Uygar Erdim
uygarerdim@gmail.com
Platon’un mağara alegorisi*, felsefe tarihinin en bilinen kavramlarından birisidir. Toplum eleştirisini içeren birçok yazıda hem kaynak hem de bir metafor olarak olarak yer almıştır. Bu yazıda mağara alegorisi birkaç bakımdan metafor olarak kullanılacaktır: KKTC’nin kendisi, içerisinde yaşayan insanlar ve Kıbrıs sorununun gündelik hayat pratiğindeki yeri. Yazının çıkış kaynağı, yaşanılan her sorunun Kıbrıs sorununa dayandırıldığının gözlemlenmesi ve bunun konuşulmaya değer bulunmasıdır.
Kıbrıs sorununa karşı oluşturulan tutum bana bu alegoriyi çağrıştıyor. Karanlık var ve gölgeler topluma oyunlar oynuyor. Fakat bunların dışında başka bir gerçekliğin var olduğu bazen unutuluyor. Kıbrıs bir ada mıdır yoksa bir mağara mıdır? Durum, tabii birebir olarak mağarada tasvir edildiği gibi değildir. Bu benzetme, daha çok, Kıbrıs sorununun yegane problem olduğu konusundaki şartlandırılmışlık için kullanılmıştır. Bu sebeple, KKTC’nin kurulmasını mağaradaki gölgelerden birine benzetmek mümkündür. Bu, sadece gerçekliğin bir yansımasıdır. Bu gölgenin oyunlarını benimseyip tek gerçeklik olarak kabul eden insanlar da vardır. Bu gölgeleri, kimisi inandığı için, kimisi de çıkarları olduğu için korumaktadır. Yani mesele sadece neyin gerçek olarak kabul edildiği değil, kabul edilenin hangi amaçla kabul edildiğidir.
KKTC’de sorunların anası olarak kabul edilen ‘Kıbrıs Sorunu’ gerçekten yaşadığımız her problemin kaynağı mı? Yoksa artık o da ezbere yaşadığımız şeylerden birisi haline mi geldi? Muhtemelen bu, kişiye göre cevabı değişecek bir sorudur. Çözülmesi ayrı, konuşulma şekli ayrı bir muamma… Bir de tüm bunlarla paralel bir şekilde ilerleyen ‘barış’ sözcüğü var. Barış’ın sadece olası bir çözümle gelmesi mümkün müdür? Çözüm sonrası aşamada barış inşası hangi şartlarda gerçekleşecektir? Bu tarz soruların -çözüm olmasa dahil- cevaplanması, en azından cevap aramaya çalışılması gerekmektedir. Tıpkı, mağarada ışığı farkedip, arayışa çıkan insan misali. Çünkü barış bir idea durumundayken, nesneler dünyasındaki yansımasını da sağlam temellere oturtmak zorundayız. Işığı görüp, onun gerçekliğini karanlıkta kalan insanlara anlatmaya çalışan insanın zorluğu da budur.
Mağara alegorisinin arkasında yatan temel düşüncelerden biri ‘özgürlük’ düşüncesidir. Biz ne kadar özgürüz? Platon’un tasvirinde zincir, bireyleri kısıtlayan kalıplar ve düşüncelerin nesnesidir. Antik çağ felsefesinde tartışılan düşüncelerin hâlâ birçoğu idea olarak durmaktadır. Bu yüzden alegori de geçerliliğini hâlâ korumaktadır. Bugün siyasi anlamda özgürlüğümüzü ve sınırlarımızı konuşurken, insanın bireysel anlamda çevreye karşı, ailesine karşı ve topluma karşı ne kadar özgür olduğu da tartışılmaktadır. Kıbrıs sorununa geri dönecek olursak, bu sorundan bağımsız olarak varolan başka problemlerimizin olduğunu söylemek mümkündür. Günlük hayatta sıklıkla karşılaştığımız çevre kirliliği, kirletme ve umursamama buna bir örnektir. Engelli bireylere ayrılmış park yerlerinin sürekli bir şekilde işgali, hükümetlerin yönetmekten aciz tavırları, devlet dairelerinde insanların yaşadığı sıkıntılar, Kıbrıs sorunundan bağımsız olarak çözülmesi gereken sorunlardan sadece bazılarıdır. Yönetememe derken, ayrıca belirtmeye gerek var ki, çözülmesi mümkün olduğu halde yıllardan beri beceriksizlik ve partizanlık sonucu problemlerin birikerek bir düğüm haline geldiği ve çözmesi gittikçe zorunlaşan sorunlardan bahsediyorum. Oluşturulan müsteşar ve müşavir sistemi buna gösterilecek örneklerden sadece bir tanesidir. Ancak genel anlamda yönetememe, polisin sivile bağlanamaması, itfaiye biriminin askeri mekanizmaya bağlı olması, işte bunlar hem Kıbrıs sorunu ile hem de KKTC’nin alt yönetim olduğu halde tek erkmiş gibi davranılmasından kaynaklanmaktadır. Çok fazla örneği buraya yazmaya gerek duyulmamaktadır. Vurgulanmak istenen, önce kendi içimizde çözülebilecek sorunları çözebilecek enerjiyi yakalamamız gerekliliğidir. Problemleri tek bir kaynağa ve kendi dışımızda varolabilen bir kaynağa adadığımız takdirde, kendi geleceğimizi ve kendi özgürlüğümüzü başkalarının inisiyatifine teslim ederiz. Hatta mağara alegorisinden daha da kötü olarak, ışığın ve başka bir evrenin bilincinde olduğumuz takdirde gölgeleri gerçek olarak kabul etmeye devam ederiz. Kendi cesaretimizi kullanmak yerine başkalarından medet umalım ve kolayca para kazanabileceğimiz bir işe girerek hiç ses çıkarmadan ama şikayet etmeyi de bırakmadan ömür boyunca yaşayalım. Bu da başka türlü bir gölge oyunu olarak yaşanmaya devam etsin. Peki çözüm nedir? Burada naçizane olarak yazılabilecek şey, paylaşmayı bilmek ve üretmekten zevk almayı becererek yaşamaktır. En azından bir şans vermek. Boynumuzu kıpırdatıp arkamıza da önümüze de bakabilmek. Kimse olduğu yerde tam anlamıyla mutlu değil.
Eğer bu mağarayı Kıbrıs’a uyarlayacak olsaydık, muhtemelen mağaranın girişinde bir babutsa ağacı bulunur ve gölgeleri de mağaranın duvarının üstüne düşerdi. Babutsa’nın lezzetinden yoksun, sadece gölgesinin gerçekliği kabul edilirdi. Neyse ki dikenler gölge halindeyken acıtmıyor. Mesele bir yere sokulup yaşamakla avunmak değil. Yeter ki insan bunun farkına varsın. Önce kendimizden bir şey beklemeliyiz. İnsan, önce gitmesi hissettiği yolu gitmeyi denedikten sonra sorunu başka yerlerde aramalı. İnsanların kayıtsızlığı ve umursuzluğu yine bu soruna mı bağlı? Belki evet belki hayır. Ancak arkasından gelen yağma ve ganimet düzeninin insanların çoğunun benimsediği veya normalleştirdiği kanısına varılabilir. Kendi bir şey üretmeden kolay yoldan gelen kazanç bazı insanların DNA’sını bile değiştirmiş gibi duruyor. Üretmek burada sihirli kelimemiz olsun. Hiçbir şeye sahip olmayan insanı bile üretme hevesi hayata bağlayabilir. Bazı insanlar peynir ve ekmek üretir. Bazısı sandalye ve ahşap işleri üretir. Bazısı dünyanın varoluşundaki gizemi çözmek için teleskop üretir. Bazıları bahane bazıları ise çare üretir. Bazı insanlar emek, bazı insanlar ise sevgi üretir. Bir insanın diğer insana verip zenginleşeceği tek şey…
*Platon’un mağara benzetmesinde; mağaramsı bir yerde, bir grup insan doğuştan beri başlarını sağa, sola ve arkaya bakamayacak kadar birbirilerine zincirlenmiş bir vaziyettedirler. Önlerindeki duvara ise mağaranın girişinden düşen ışık yansımakta ve bu duvarda oluşan gölgeleri tek gerçeklik olarak kabul etmektedirler. Bir gün içlerindne biri kurtulur ve dışarı çıkıp gölgelerin asıl kaynağını bulur. Geri dönüp mağaranın içindeki insanlara bunu anlatmaya çalışır ancak onları inandırması neredeyse imkansızdır.
Fotoğrafın alındığı online kaynak:
https://www.learning-mind.com/plato-allegory-of-the-cave/