Güzelyurt’ta yaşanan 3 milyon TL’lik soygun olayında işler giderek sarpa sarıyor.
Polisin ‘zanlı’ diye kamuoyu önünde deşifre ettiği kişiler gerçekten olayla ilgili mi, değil mi bilmiyoruz.
Güpegündüz, bir anayol kavşağında ve ortada otomobil gibi çok önemli ipuçlarının geride kaldığı bir olay neden bu kadar karmaşık hale geldi, anlamak kolay değil.
Ama olabilir.
Belki de soygunu planlayıp gerçekleştirenler hakikaten çok profesyonel, çok dikkatli ve zekiydiler. O yüzden geride bıraktıkları polisi yanıltmış, yanlış yönlendirmiş ve bu arada gerçek zanlılar da sırra kadem basmış olabilir.
Yahut adı geçenlerin suçu kanıtlanacak ve olay bu şekilde aydınlatılacak.
Belki…
**
Soygun olayının nasıl aydınlatılacağı konusu polisin işi…
Ancak polis ‘iş’ini yaparken “nasıl davranıyor, neler yapıyor” sorusu herkesi ilgilendirir.
Soruşturma yürütülürken gerek savunma avukatlarının, gerekse yargıcın kamuoyuna yansıyan açıklamaları orta yerde duruyor.
Avukatlar ‘işkence’ iddiasında bulundular mesela…
Zanlı yakınları kuyu içine sarkıtma’ diye bir yöntemden söz ediyorlar.
Güzelyurt’ta olan bir olayla ilgili soruşturmanın kah Değirmenlik’te, kah Lapta’da sürdürülmesini yargıç bile ‘tuhaf’ diye nitelendiriyorsa, ortada bir tuhaflık var demektir.
Savunma avukatları ‘soruşturma memuru’nu ancak mahkeme huzurunda tanıyabiliyorsa, ‘adil yargılanma’ ilkesi su alıyordur.
**
Bu iddialar Koopbank soygunuyla bağlantılı olanlar…
Peki ilk mi?
Değil!
Bundan önce de yığınla ‘işkence’ iddiası yapıldı.
“KKTC polisi işkence yapıyor” mu gerçekten?
Yoksa tüm iddialar gerçek dışı, yalan, iftira mıdır?
Zanlıların avukat tutma, avukatıyla görüşme, avukatların tahkikat memuruyla konuşabilme hakları çiğneniyor mu birçok olayda?
Yoksa bunlar da safsata, yalan, uydurma mıdır?
**
Polisin özellikle teknik imkansızlıkları ve şahadete dayalı yargı sistemimiz nedeniyle zaman zaman kulaktan kulağa işittiğimiz “Ne yapalım, başka türlü kanıt bulamayız” şeklindeki izahatlar, elbette ve asla işkencenin mazereti olamaz.
Polis örgütünü yönetenlere düşen bu konuda kamuoyunu da arkasına alarak gerekli yasal düzenlemelere gidilmesini talep etmek ve kriminal olayları çözmede kullanılan ileri teknolojinin ülkemizde de uygulanır hale gelmesini istemektir.
Yoksa ‘ifade alacağım’ diye akla gelmedik şiddeti zanlılara uygulamakla gidilecek köyün minareleri bellidir: İşkence işini pratikte üstlenenlerden birinin başı fena halde yanacak, o da can havliyle üstlerini ele verecek.
‘Pire ısırdı çık yukarı’ diye diye, oyun nerede durur, orası belli olmaz!
KKTC’de işkencenin kurumsallaşmasının önüne derhal geçilmelidir.
Bu konudaki iddiaların temize havale edilmesi, işkence yapılmışsa yapanların yargı önüne çıkarılması ve en ağır şekilde cezalandırılması da polisin görevidir.
Soygun olayıyla ilgisi olduğu iddia edilen, ancak suçlamaları reddettiği gibi ‘polis içinde çete olduğu’ iddiasını dile getiren ve kardeşine işkence yapıldığını öne süren polis subayının söyledikleri ciddi şekilde araştırılmalıdır.
“Sükut ikrardan gelir” sözü doğrudur, ama bazen ‘sessizlik’ suçluluk duygusunun dışa vurumudur.
Polis örgütü yönetimi işkence iddiaları konusunda şu soruya çok net yanıt vermelidir:
İşkence var mıdır, yok mudur?
İşkence yoksa, sorun da yoktur.
Ya varsa?