Yılmaz Akgünlü
yakgunlu@yahoo.com
Yaşamın her alanında olduğu gibi politikada da göz özü görmüyor. Bir şeyin asıl doğasını anlayabilmek onun arka planını göz önüne almadan ne yazık ki pek mümkün değil. Siyaset dediğimiz, toplumları yönetme stratejileri de evrensel bir perspektiften bakılmadıkça kaotik bir görünüm içinde görülebilmektedir. Örneğin bir toplumda, ya da dünyada sol ya da sağ diye iki ana hattan oluşan bir siyasi yapının neden egemen olduğunu düşünmemiz gerekir. Aynı soru neden genellikle Fenerbahçe ya da Galatasaray, Barcelona ve Real Madrid gibi birbiriyle kıyasıya rekabet eden iki takımın olduğu sorusunu da akla getiriyor. Öyle bir rakabet ki her derbiden sonra Türkiye savaş alanına dönüyor. Tıpkı bir zamanlar sol ve sağ çatışmalarında olduğu gibi, sokaklarda terör düzeyinde bir ortam oluşuyor. Sosyologlar ve sosyal psikologlar bu tür kamplaşmaların doğasını incelemeye çalışıyorlar. Yaygın bir görüşe göre futbol, toplumu uyuşturmanın yollarından biri haline geldi. Büyük bir toplumsal enerji, bireysel mutsuzlukların, anlamsızlıkların acısı bu tür törenselleşmiş şiddet gösterileriyle dışa vuruluyor, toplumsal bastırmanın yarattığı gerilim bu yolla boşaltılıyor.
Olayları açıklamak bizi rahatlatabilir, futbolun sosyal işlevini analiz etmek toplumu çözmemizi sağlayabilir. Ancak yaşamın bütününde var olan çatışmaların doğasını daha geniş bir perspektiften görmek gerekir. Her analiz bize gerçeğin bir bölümünü sunar, ama çoğu zaman sunmadığı diğer bölümleri de saklar. Bir şeyi açıklamak o şeyi kontrol etmemizi de kolaylaştırır görünürde. Ancak neyi neden yaptığımız, yaşama nasıl başlayıp hangi yöne doğru gittiğimiz konusunda bir kez yolumuzu şaşırdık mı tekrar onu bulmak zor olabilir. Aynı durum sol ya da sağ gibi kutuplaşmaların bir parçası olmak ya da bu kutuplardan uzak olmak gibi ikilemler için de geçerli.
Politik Varlık Olmanın Psikolojik Temeli
Gerçekte bir insanın politik bir varlık olması ne demektir? Bu soruyu herkes kendi en derin bireyselliği içinde sormalıdır. Politik varlık olmak toplumun içinde yaşamakla başlar. Çevremizde olup biten olaylar gözlemleyip kendimize göre bazı tavırlar geliştirmeye başlarız. Küçük yaştan itibaren okul konusunda, aile içindeki ilişkilerde ya da arkadaşlar arasında poiltika yapmaya başlarız aslında.
Bir insanın katıldığı toplumsal ve bireysel etkinliklere karşı geliştirdiği tavır ve stratejiler onun politik yaşamıdır. Politik bir varlık olarak gelişmişliğinin ölçüsü ne kadar uzun süre toplumu bağımsız bir zihinle gözlemlediğine ve çevresinde olup biten oyunların iç yüzünü görmesine bağlıdır. Genç insan bu yolculukta çevresinden değişik etkiler de alacaktır elbette. Ancak çoğu zaman insanlar kendi gözlemlerine güvenmek yerine, başka insanların ürettikleri ya da sunduklarıyla yetinmeye başlar. Yaşadığımız dünyanın genel anlamda bizden özgünlük ve bireysellik yerine ve uyum ve istikrar beklemesi de bizim bağımsız politik varlıklar olmamızı teşvik etmemektedir. Uyum ve istikrara yönelik davranışlarımızın ödüllendirilmesi, özgünlük ve yaratıcılığın kabul görmemesi de uzun dönemde kişiliğimizin en derin, otantik güçleriyle olan bağlantımızı kaybetmemize neden olmaktadır. Kısaca söylemek gerekirse, iki temel politik tavır söz konusudur. Birinci tavır, toplumun iyi uyum sağlamış ve başarılı bir üyesi olmak için bireyselliği geri plana atmak. İkincisi ise toplumsal aldatmadan kurtulup kendi özgün yaşamsal tavrını kazanmaktır. Elbette ikincisi çok daha zor ve yalnız bir yoldur. Çünkü bu yolda çevrenizdeki çoğu insanla çatışmak zorunda kalacak, toplumsal rüşvetlerin de çoğunu reddedeceksinizdir. Rahatlık ve düzen yerine, kaygı ve çatışmayı göğüslemeniz gerekecektir. Tabii ki bu kaygı ve çatışma, birey olanın önüne birçok zor problem de sunacaktır. Bu problemlerin, bu yaşamsal paradoksların çözülmesi ise kişiyi çok farklı bir anlam ve derinlik duygusuna kavuşturacaktır. İkinci düzeyde kişi kendisi için en iyi anlamı kendisi yaratmak zorunda kalacaktır. Bu zorlu yolculuk kazanımlarını daha değerli hale getirecektir. Çelişkili görünse de, toplumların genel görüşlerini ve gidişatını belirleyen insanlar topluma körü körüne uyum sağlayanlar değil, kendi bireysel yollarında gidenlerdir. Dünyanın en önemli siyaset, bilim ve felsefe üreticileri bu yalnız gezginlerdir. Zaten yeni olanı da onlar yaratır. Topluma daha insani bakış açıları ve değerler sunabilirler. Ancak söyledikleri toplumca değişmez doğrular olarak kabul edilip dogmatikleştirilince uyuşturucu siyasetin de zemini atılmış olur.
Manipulasyon Aracı Olarak Politika
Politika yapmanın en çirkin biçimi başkalarını kontrol etmek için yapılan politikadır. Bu politik yönelimi benimseyen insan türlü yöntemlerle çevresindeki kişiler üzerinde güç kazanarak onlardan maddi ve manevi anlamda fayda sağlar. Aslında bu tür politika yapmayı herkes az çok bilir, ama uygulama kişiden kişiye göre değişir, dengeli ve eşitlikçi al-ver ilişkileri üzerinde de kurulabilir. Tek yönlü alıcı ve sömürücü eğilimde baskın olabilir. İnsanların sömürücü ve çıkarcı politikaları daha fazla kullanması, genel anlamda toplumsal yapıyı da bozacak ve sağlıksız bir toplumun ortaya çıkmasını sağlayacaktır.
Manipulasyon aracı olarak politikanın devlet-birey düzlemine yansıması, otoriter ve sömürücü bir devlet yapısının ortaya çıkmasıdır. Devletin ve genelde güce sahip olanların yarattığı bu etki bireylerin emeklerini sömürüp onları muhtaç, aciz ve korkak durumda tutmaktan oluşur. Açlık ve işsizlik korkuları, çağımızın bitmeyen yapay ekonomik krizleri, kitleleri yönetmenin araçları haline gelmiştir. Dünya ekonomisi hiçbir dönem olmadığı kadar mal ve hizmet üretse de bireyler asla yeterince mutlu olamamaktadırlar, kriz korkuları asla sona ermemektedir.
Gerçek Politik Varlık Oluş
Gerçek bir politik varlık oluş, sembol-gerçek ayırımını tam olarak yapabilmekle mümkündür. Semboller üzerinden, kavramlar üzerinden politika yapmak, o sembolün temsil ettiği varlıkla ilişkiyi engellediğinde gerçeklikle temasın yitirildiği bir politika olur. O zaman halk yerine milleti, ev, yuva, memleket yerine bayrağı ve ülkeyi gerçek yerine koyarız. O zaman partiler, ideolojiler, fikirler çevrendeki insanların, ağaçların, gökyüzünün ve toprağın önüne geçer. Sürekli devinen, akan, değişen canlı dünya yerine kurgularımız ve düşüncelerimizden oluşan sahte bir dünya hüküm sürer benliğimizde. Sessizliğin, yalnızlığın ve bu sessizlik ve yalnızlıktan doğan içten, sade dostluk ve sohbetlerin yerini kalıplaşmış ve hakikiliği olmayan çok sayıda insanla kurulan yüzeysel tatmin ve anlam vermeyen ilişkiler alır.
Gerçek bir politik varlık, başkası tarafından yönetilen değil, kendi kendini yöneten kişi için geçerlidir. Kendi kendini yönetmenin gerçek anlamı başkalarının yıllar boyunca kişiyi yönetmek için kurduğu hilelerin farkına vararak kendi bakış ve duyumsama özgürlüğünü kazanmaktır. Bu sürekli bir içsel dönüşümü gerekli kılan emek isteyen bir yoldur. Bu emeği vermeyen, kendi içsel dünyasını beslemeyen, kendi iç dünyasını evrenin bütün varlıklarıyla ilişkisi içinde geliştirmeyen bir varlık nasıl büyüyebilir ve varoluşunu gerçekleştirebilir?
Gerçek politik değişimler bütün toplumu etkileyen ani ve hızlı değişimler olamaz. Bireyler aynı kaldığı sürece toplumsal yapının ya da iktidarın değişmesi hiçbir kalıcı sonuç getirmez. Toplumsal dünya her zaman, içinde her türlü yaşam biçiminin bulunduğu, her tür insanın gözlemlenebildiği devasa bir orman gibidir. Yırtıcılar, leş yiyenler, sakin sürüler, yalnız avcılar vardır bu ormanda. Ormanların kralı aslan ölebilir, yerini bir başka aslan alabilir, ya da orman yanabilir, yerini yeni filizler alabilir. Yıllar süren emekle büyüyüp kuruyan ağaçlar yanabilir. Toplum ve politikada olan da budur. Ormanda adil bir düzen var mıdır? Bir açıdan bakarsak evet: yaşlanan ölür, güçlenen lider olur ama değişim kaçınılmaz, ormanda her tür akıl almaz macera ve olaya rastlayabilirsiniz. Bütün bu kaosun ortasında bireyler varlıklarını sürdürmeye çalışırlar, birbirlerinden beslenerek, birbirlerini besleyerek, aile olarak, düşman olarak, ittifaklar kurarak. Ancak insani kalıplarımızı işin içine katmadığımız sürece ormanda doğru politika yanlış politika yoktur. Tam olarak insanların dünyasında da böyledir durum. Sadece bizler bütün bu olağan didişmeyi yaşarken bu didişmenin gerçek doğasını unuturuz. Bu didişme ve savaşın ormanın, doğanın bütününde hiçbir sorun teşkil etmediğini unuturuz. İnsanlık yüz binlerce yıldır aynı vahşilik ve doğallıkla politika yapmakta, devrim yaşamın her anında var. İnsan bu açıdan dünyaya baktığında kardeşini sevdiği her an, düşmanını sevdiği her an, mücadelesini onurla sürdürebilir, ama onurlu olduğunu bilmez, düşünmez.