Gezi Parkı Olayları Türkiye’nin karmaşık ve çetrefil bir geçiş dönemi yaşadığını gün ışığına çıkardı. “En Hakiki Mürşit İlimdir” diyen tepeden inmeci, pozitivist, elitist, otoriter Kemalizm çöktü ama yerine nasıl bir düzen kurulacağı henüz açıklık kazanmadı. Kemalist Vesayet Rejiminin çöküşünde büyük başarılara imza atan AKP hükümeti “En Hakiki Mürşit Dindir” dercesine muhafazakar, otoriter bir anlayış sergiliyor. Türkiye’nin çoğulcu, katılımcı demokrasiye doğru yol almasını frenleyerek, belirli kalıplar içine sıkıştırılmış tek tip vatandaş yaratmanın peşinde koşuyor. Kemalizm’i baş aşağı çeviriyor ama zihniyet haritasını değiştiremiyor. Kemalizm “bilim” diyordu, AKP “din ve ahlak” diyor. Kemalizm tepeden inmeciydi, milli iradeyi yok sayarak tek tip yurttaş yaratmak istiyordu. AKP ise milli iradeye dayandığından aşağıdan-yukarıya doğru yol alıyor ve çoğunluk adına davranıyor ama belirli ahlak ve din kalıpları içinde şekillenmiş tek tip yurttaş anlayışını sürdürüyor. Oysa Türkiye dün olduğu gibi bugün de, hatta bugün daha büyük oranda çoğulcu bir toplumdur. Dinsel, etnik, cinsel kimlikleri, yaşam tarzları birbirinden farklılıklar gösteren büyük insan gruplarının yaşadığı bir ülkedir. Bu çeşitliliği tek-tipliliğe mahkum etmek için yapılacak her şey beyhude bir uğraş olacağı kadar, ister istemez otoriter de olacaktır. Türkiye’nin sorunu farklılıkları tanıyarak, farklılık içinde birlik şiarını hayata geçirmektir. Kısacası, temel sorun çoğulcu-demokrasi sorunudur. Bu dün de böyleydi, bugün de böyledir. Hatta günümüzün Post-Kemalist Türkiye’sinde daha fazla böyledir. Çünkü gelişen ve değişen toplumlarda farklılıklar daha fazla çoğalır. Çünkü farklılaşmak bireyselleşmenin hem nedeni hem de sonucudur. Türkiye gelişip değişiyor. Ayrıca, günümüzün dünyasında farklılıklar kolay kolay bastırılamazlar. Kamusal alana yansıyacakları bir yolu mutlaka bulurlar. Globalleşen dünyada yaşanan teknolojik yenilikler bireylerin farklılıklarını sergilemelerini kolaylaştırıyor. Kısacası, Türkiye’nin çoğulcu yapısına uygun bir demokrasiye ihtiyacı vardır. Kürtler, Türkler, Aleviler, Sünniler, Gayrimüslimler, Heteroseksüeller, Homoseksüeller, LGBT’ler aynı ülkenin yurttaşları olarak bir arada yaşayacaksa, bu demokratik kurumlar ve zihniyetlerle mümkündür. Demokratik kurumlara ve zihniyetlere ihtiyacı olan bir ülkeye “ahlak-dayatmasına” kalkışırsanız barış içinde bir arada yaşamayı imkansız kılarsınız. Özneler Arası Tanınma Mücadelelerinde farklılığının tanınmadığını, dışlandığını hisseden kesimler her zaman başkaldırıya eğimli olurlar. Geçmişte Kemalizm’in en büyük hatası bu olmuştur. “Farklılık-Körü” bir tutum sergilemiştir ve bunu da cumhuriyetin “erdemi” diye sunmuştur. Oysa bu yaklaşım cumhuriyeti demokrasi-özürlü bir yapıya dönüştürmüştür. Günümüzün Türkiye’si ne “Atatürkçü nesillerin, ne de “Dindar Nesillerin” Türkiye’si olabilir. Hiç kimsenin farklılığının aşağılanıp küçümsenmediği yeni bir Toplum Sözleşmesi şarttır. Unutulmamalıdır ki günümüzün çoğulcu toplumlarını bir arada tutan en iyi tutkal demokrasidir. Asabiye’yi din ve ahlakta değil, demokraside aramak şarttır. AKP hükümeti çoğulcu demokrasinin önünü açmazsa, bir geçiş dönemi hükümeti olarak kalacaktır. Muhafazakar cenah değişen Türkiye’ye ayak uyduramaz ve bağnazca “töre muhafızlığında” ısrar ederse, Kemalistler gibi “Eski Türkiye’yi” temsil edecek ve gelecekten kopacaklardır. Post-Kemalist Türkiye’nin çoğulcu demokratik bir düzene ihtiyacı vardır. Gezi Parkı Olayları bu gerçekliği bütün açıklığıyla gözler önüne sermiştir.