BM Genel Sekreterinin temsilcisi olarak adaya gelecek olan Sayın Lute’un, taraflarla görüşüp Genel Sekretere rapor sunmasının ardından yeni bir değerlendirme yapılacağı, eğer şartlar olgunlaşmış ise yeni bir yol haritası çizileceğini düşünebiliriz.
Crans Montana'daki başarısızlıktan sonra uluslararası camianın yeniden yola çıkma hazırlıkları yapması önemli olmakla birlikte, tarafların son günlerde yine karşılıklı suçlama, dışlama, ötekileştirme oyununa yönelmesi düşündürücüdür.
Sayın Lute'un gelişi öncesi, yeni paradigma ya da zihniyet değişikliği gibi “tanımı yapılmamış" bazı girişimlerin zorlama olduğunu düşünüyorum. Uzun vadeli bir stratejinin unsuru olabilecek bu tür önermelerin sonuç alıcı gelişmelere kısa süre kala ortaya atılması, beklediğimiz sonuçlar için risk taşımaktadır.
Müzakere yapısında değişiklik gerektiği ortadadır. Ancak değişiklik, Kıbrıs sorununun çözümünü kolaylaştırıcı bir modeli göz önünde bulundurmalıdır. Tam da ezber bozucu diyebileceğimiz bu tür değişikliklerin, toplumlar arası güvensizliği değil güveni tesis edecek şekilde kurgulanması gerekir. Bizleri dünyadan soyutlamamalı, dünya ile aynı dili konuştuğumuzu göstermeli, karşılıklı suçlamaları yapıcı ve sonuç alıcı müzakerelere dönüştürmelidir. Uluslararası toplum nezdindeki kısık sesimizi daha da duyulmaz hale getirmemeli ve şeffaflık ile gizlilik arasındaki ayırımı iyice irdelemelidir.
Önümüzdeki kritik günlerde, var olan gidişatı daha da bozacak, toplumlar arası güveni sarsacak, zora sokacak bu tür riskli değerlendirme ve girişimlerin, “dere geçerken ne atın ne de yolun” değiştirilemeyeceğinden hareketle ele alınması ve olası adımların “ayrılıkçı” zihniyete zemin kazandırma olasılığını göz ardı etmemesi gerekir.
UNFICYP’in adadaki misyonu ile ilgili bir tartışma sürüyor. Sayın Cumhurbaşkanı’nın BM Güvenlik Konseyine gönderdiği mektup üzerine tartışma alevlendi. Barış Gücü’nün misyonunu yeniden değerlendirme talebinde bulunmuştu Sayın Akıncı.
Uluslararası camia, “sopa havuç” etkisini, UNFICYP bağlamında taraflar üzerinde kullanıyor. Sayın Lute gelmeden önce bu tartışmanın gündeme gelmesi, bu anlamda dikkat çekicidir.
Kıbrıs Haber Ajansı verdiği haberde, “Diplomatik kaynaklardan elde edilen bilgilere göre, İngiltere’nin UNFICYP’in adadaki görev süresinin uzatılması ile ilgili karar tasarısını diğer BM Güvenlik Konseyi daimi üyelerine hala daha sunmadığı belirtildi. Haberde “İngiltere ve ABD konu üzerinde istişarelerde bulunmaya devam ediyorlar” deniliyor. İlginç !
Bilindiği üzere, UNFICYP’in bütçesi büyük oranda Kıbrıs Cumhuriyeti tarafından karşılanmaktadır. Dolayısıyla kısmen veya tamamen çekilmesi için mali konuları gerekçe göstermek oldukça anlamsızdır. İşlevi açısından olaya baktığımıza, BM’nin ateşkes koşullarından dolayı konuşlandırdığı askeri gücüdür UNFICYP. Bugün ateşkes koşulları devam etmektedir. Zorla üretilmeye çalışılan normalleşme algısının ise somut bir karşılığı yoktur. Dolayısıyla BMGK, UNFICYP’i çekme kararı alsa bile, BM adadaki varlığını sürdürmeye devam edecektir. Yani, “çekilin aradan posta görevi yapmayın, biz karşılıklı olarak görüşelim” yönündeki milliyetçi ve ayrılıkçı fantezinin ayakları yere basmamaktadır.
Durumu fırsat bilen bir yazarın ifade ettiği gibi, “BM Barış Gücü eğer bir gün Ada’dan gidecek olursa Rumların direk muhatabı KKTC olacak ve mevcut Rum statükosu yıkılacaktır! Rum yönetiminin bir süreden beri BM Barış Gücü konusundaki paniklemesinin esas nedeni buradan kaynaklanmaktadır!” yorumu bu fantezinin ve ayrılıkçı niyetin ürünüdür.
Rum statükosunu yık, KKTC’yi tanısın, sorun çözülsün. Böyle bir dünya yok…
Bu koroya Cumhurbaşkanının ardından Sayın Dışişleri Bakanının da katılmış olması dikkat çekici bir konu. Düz bir akıl yürütme ile BM Barış Gücünün işlevini yitirdiği yönündeki değerlendirmesi “böyle bir dönemde”, statükonun yıkılmasını değil, ayrılığın meşrulaştırılmasını sağlayacak ciddi bir hata, gereksiz bir açıklamadır diye düşünüyorum. BM'de yapılan tartışmalar veya Trump'ın normal dışı siyasetini ve hallerini referans alarak, "Rumları" korkutmak yerine, gelinen aşamada sürecin çatışmacı ve maceracı değil, güven verici yeni dil ile kurgulamasını beklerdik.
Yani BM Barış gücü askeri gücünü adadan çekse veya azaltsa bile, bu adadaki ateşkes konusunun geri çekileceği anlamına gelmeyecektir. BM’nin adadaki gözlemci rolü devam edecektir. Tek olacak olan Kıbrıs Rum yönetimini ağır bir ödeme yükünden kurtarmak olacaktır.
İki gün önce, BM Güvenlik Konseyi, Kıbrıs ile ilgili tüm ilgili taraflara “Birleşmiş Milletler tarafından yapılan istişarelere esaslı bir şekilde katılmaları ve BM Güvenlik Konseyi’nin kararları temelinde Kıbrıs sorununa iki toplumlu, iki bölgeli bir federal çözümün bulunması amacıyla kaydedilen ilerleme üzerine olumlu katkıda bulunmaları ve yaratılan fırsatı değerlendirmeleri” çağrısında bulundu.
BMGK ,“ tüm Kıbrıslılara ve daha geniş bölgeye fayda sağlayacak bir anlaşmaya varmak ve gerekli uzlaşmaları sağlamaları için gerçek bir siyasi irade göstermeleri” gerektiğini belirtti.
Bu konuda neden kimse açıklama yapmıyor. BMGK çağrısı neden göz ardı ediliyor ? Tıs yok.
Statükonun değişmesi, müzakere yapısında maceracı değişiklikler yaparak mümkün değil. Çaresizlik görüntüsünü aşmak ve sürece dahil olmak için çok yönlü girişim şarttır. Sağduyulu, sakin ve aklıselim bir tavır sergilemek.
Yine, "biz gerekeni yaptık top onlardadır" söylemi , kibirden başka birşey üretmez, sizi kilitler ve hareketsiz kılar. Kibir en çok bize zarar verir. Topun onlarda olduğu senin gerçeğin olabilir ve unutulmaması gerekir ki herkesin kendi gerçeği vardır. Ömür boyu oturup kendi gerçeğinin kabullenilmesini bekleyenler, bu topluma daha fazla zarar vermesin.
Çözüm isteyen barış dili kullanmalı, çatışma ve kibir siyaseti değil.