Pratik ve Kültürel Yozlaşma: Cumhurbaşkanı Eroğlu, Aristoteles ve Biz

Mustafa Ongun: İlk bakışta, bir Cumhurbaşkanının yaptığı açıklamalardan yola çıkarak toplumla ilgili çıkarımlar yapmak bazılarımıza saçma gelebilir

     

Mustafa Ongun

                                                                m_s_logos@yahoo.com

 

 

Cumhurbaşkanı Eroğlu, Kıbrıs Türk halkının haklı mücadelesinde, bugünkü başarılı duruma gelmesinde İslamiyet’e ve Kuran’a bağlılığının, Allah’a inancın büyük yeri ve önemi bulunduğunu vurguladı (Kıbrıs, 29 Kasım 2011).

Camilerin ülkeye vurulan mühürler olduğunu ifade eden Eroğlu, “Türk olduğumuz gibi Müslümanız da” diye konuştu. Her yerleşim yerinde bir cami olması gerektiğinin altını çizen Cumhurbaşkanı, camiyi halka kazandıran Türkiye Cumhuriyeti Yardım Heyeti’ne ve katkı koyan herkese teşekkür etti (BRT, 3 Aralık 2011).

 

Bu iki alıntıyla yazıya başlamam her ne kadar Sn. Cumhurbaşkanımızın yaptığı bu açıklamaların doğruluğunu tartışacağım izlenimi verse de, amacım bu değildir. Açıklamaların Kıbrıstürkü’nün kültürünü ve dünyaya bakışını genel olarak temsil etmediği aşikârdır. Ancak yukardaki ve yakın zamanlarda yapılan benzeri açıklamaların, Kıbrıstürkü’nün kültürünü ve dünyaya bakışını anlamakta önemli olduğunu düşünüyorum. İlk bakışta, bir Cumhurbaşkanının yaptığı açıklamalardan yola çıkarak toplumla ilgili çıkarımlar yapmak bazılarımıza saçma gelebilir. Bu nedenle herhangi bir çıkarımda bulunmadan önce bu tür bir girişimin saçma olmadığını göstermekle başlamak yerinde olacaktır.

Öncelikle, daha önce GaiLe’de yazıdığım bir yazıda Foucault’nun iktidar anlayışından yola çıkarak anlatmaya çalıştığım gibi, Sn. Eroğlu ve genel olarak sağ siyasi yapılanma, Kıbrıstürkü’nün kültüründen, günlük hayatından ve dünyaya bakışından bağımsız olarak düşünülmemesi gerekir. Bu genel olarak Kıbrıstürk solunun yaptığı önemli bir hatadır. Sağ siyasi iktidar, yıllarca iktidarda kalmış ve sonucunda yıkılması zor olan kültürel ve sosyal bir yapı oluşturmuştur. Bu kültürel üretim, artık tek taraflı olmaktan çıkıp, sağ siyasi iktidar ile birbirini dönüşümlü olarak yapılandıran bir kültür ve yaşam biçimi halini almıştır. Daha önce bu yaşam biçiminin toplumsal etik düşünceden uzak, bireyci, erkek egemen ve hedonist bir yaşam biçimi olduğunu vurgulamıştım. Sağ siyasi iktidarını yıkmanın, bu yaşam biçimini değiştirmeyi gerektirdiğini ve solun bunu anlayamadığının da altını çizmiştim. Bu yazıda buna ek olarak bu kültürün ve yaşam biçiminin spesifik bir özelliğine daha vurgu yapmak istiyorum. Yine bu özelliğinde genel olarak solda pek önemsenmediği kanısında olduğum için diğer yazılarım gibi bu yazı da solun toplum ve kültür anlayışına katkı yapmayı amaçlamaktadır.    

Aristoteles bundan 2500 yıl önce, belli bir amaca yoğunlaşmayan arzuların, isteklerin ve hırsların günün sonunda anlamsız ve boş istekler olarak kalacağını söylemişti. Bugün baskın kültürel yapımızın tam da Aristoteles’in vurguladığı gibi anlamsız, boş hırsların, isteklerin ve arzuların kültürü haline gelmek üzere olduğunu düşünüyorum. Sn. Cumhurbaşkanımızın yukarda yaptığı açıklamalar ve benzerleri, iktidarla olan ilişkimizde (bu iktidar gerek Türkiye, gerek UBP gerekse Rum tarafı olsun) bir amaç gütmüyor olduğumuzu, sonu gelmeyen hırslarımızın, isteklerimizin ve arzularımızın tatmini için uğraşıyor olduğumuzu gösterdiği kanaatindeyim. İktidar karşısında amacı olan bir özne olmak yerine, iktidara uyum sağlayan hırslar, arzular ve istekler oluyoruz. Hırslarımızı tatmin etmenin yolu Müslüman olmaktan geçiyorsa Müslüman gibi, Türk olmaktan gerekiyorsa Türk gibi görünmekten çekinmiyoruz. Burada vurgulamak istediğim nokta ne kadar fırsatçı siyasetçilerimiz olduğu değildir. Vurgulamak istediğim gerek siyasi, gerekse günlük hayatta, bireyselliğimizi aşan (arzu ve isteklerimizi yönlendireceğimiz) amaçlardan yoksun olduğumuzdur.

Bunun neden böyle olduğunu çağımızın etkili düşünce adamlarından MacIntyre’ın toplum ve etik teorisine kısaca bakarak çok iyi bir şekilde anlayabileceğimizi düşünüyorum. MacIntyre, arzularımızı, hırslarımızı, boş ve anlamsız olmaktan çıkarıp, değerli amaçlara yönlendiren, yönlendirmesi gerekenin, karizmatik liderler ve otoriter devlet adamları olmaması gerektiğini düşünüyor. Bunların yerine toplumsal amaçları belirleyen, belirlemesi gerekenin, sosyal hayatımızdaki pratik aktiviteler olması gerektiğini savunuyor (MacIntyre, 1998). Toplumsal amaçları karizmatik liderlerin ve otoriter devlet adamlarının belirlediği toplumların bugün nerelerde olduklarını tartışmaya pek gerek olmamasına rağmen; karizmatik liderlerin siyasi amaçları belirlediği Amerika’nın, en zengin 400 kişisinin, 150 milyon Amerikalının toplam gelirinden daha fazla kazanç sağlamakta olduğunu söylemekle yetineceğim (Schuzl, 2011)[1]. Otoriter devlet adamlarının tasarladığı amaçlarla yönetilen Çin’den ise sanırım hiç bahsetmeye bile gerek yok.

Konudan fazla sapmadan, dönelim pratiklere ve pratiklerin bireysel hırslarımıza, arzularımıza anlam katabilecek toplumsal amaçlara etkisine. Pratik derken MacIntyre’ın ne demek istediğinden başlayalım. MacIntyre pratik aktivitelerin başlıca örneklerini tıp, akademik araştırma, öğretmenlik, çiftçilik, tarım ve mimarlık olarak veriyor. Bu pratiklere has iki tür değer olduğunu ileri sürüyor: 1) içsel ve 2) dışsal değerler. Örneğin tıp pratiğinde, hastalıkları en iyi şekilde tedavi etmek ve önlemek bu pratiğin içsel ve ortak değeridir denilebilir. Bu değerlerin pratiğe içsel olmasının nedeni, değerleri gerçekleştirmenin pratiğe katılım, eğitim ve tecrübe sonucunda oluşmasıdır. Tıp pratiğine içsel bir değer olan hastalıkları en iyi şekilde tedavi etmek ve engellemek, pratiğin içinde yer alarak, disiplinli bir eğitim ve tecrübe sonucunda gerçekleşebilir.

Pratiklere dışsal olan değerleri ise para, güç ve statü olarak tanımlayabiliriz (MacIntyre, 2007: 194). İçsel değerler pratiklere has iken, dışsal değerler her pratik için aynıdır. Tıp pratiğine mensup olmadan (Doktor olmadan) hastalıkları iyi bir şekilde tedavi edemeyiz. Ancak para ve gücü doktor olmadan da kazanabiliriz. Pratiklerin gelişmesi ve topluma anlamlı amaçlar olarak geri dönmesi için dışsal değerlerin içsel değerlere hizmet etmesi gerektiğinin altını çizmek gerekir. Yani iyi bir doktorun, akademisyenin ve mimarın kazandığı para ve statü bu pratiklerin içsel değerlerini gerçekleştirdiği ve geliştirdiği için kazanılması gerekir. MacIntyre uzun bir süredir, pratiklerin ortak ve içsel değerlerinin birincil amaçlar olarak tasarlamaması durumunda, bu aktivitelerin yozlaşacağını ve gerileyeceğini vurguluyor. Pratiklerin yozlaşması durumunda ise, ortak amaçlardan yoksun,  sadece hırsların ve arzuların birleşimi olan toplumlar ortaya çıkacağını iddia ediyor MacIntyre. Bunun en önemli nedeni ise, dışsal değerlerin sınırlı olması ve sınırlı olan her şey gibi, dışsal değerlerin de hırsların ve arzuların birincil hedefi haline gelecek olmasıdır. Bir başka deyişle, pratikler aracılığı ile ne kadar çok para ve güç kazanılırsa, bu pratiğin içinde bulunan diğer kişilerin daha az ün ve para kazanacağı anlamına gelir.

Pratiklere içsel olan değerler ise bu türden bir sınırlılığa tabi değildir. Tam tersine, pratiğin içsel değerlerini kazanmak, diğer kişilerin de bu değerleri kazanmasının önünü açar. Sanat pratiğinden bir örnek verecek olursak, Picasso Kübizmi geliştirdiğinde, sanat pratiğinin hem içsel değerlerini, hem de dışsal değerleri kazanmıştır. Yani Picasso resimde yenilik yaratmış, mükemmel resimler çizmiş ve aynı zamanda zengin olup ün kazanmıştır. Kazandığı ün ve para diğer ressamların daha az ünlü ve zengin olmasını sağlamasına rağmen; yaptığı yenilik ve çizdiği resimler (içsel değerler), diğer ressamlara ilham vermiş, resim pratiğinin gelişmesine ve hatta Picasso’dan daha iyi resim yapan sanatçıların ortaya çıkmasını sağlamıştır. Diğer pratikler gibi sanat pratiğinin de gelişmesi ve ilerlemesi içsel değerlerin sanatçıları motive eden birincil değer olmasına bağlıdır. Burada vurgulanması gereken en önemli nokta, bir toplumdaki ressamları motive eden unsurun dışsal değerler olması durumunda, resim sanatının yozlaşacağı ve değersizleşeceğidir. Yine aynı şekilde bir akademisyen olarak birincil hedefi araştırma yapıp ilgilendiği alanı geliştirmekten, katkı yapmaktan çok, profesör olup, para ve ün kazanmak olan bir toplumda, akademisyenlik bir pratik olarak yozlaşacaktır ve gelişemeyecektir. MacIntyre ve benim gibi genç çağdaş Aristotelescilerin temel iddiası, pratiklerini motive eden birincil öğelerin para, güç gibi dışsal değerler olan toplumların, günün sonunda siyasi olarak amaçlardan yoksun, anlamsız, sonu gelmeyen kişisel istekler ve hırslardan oluşan bir insanlar bütünü olmanın ötesine geçemeyeceğidir. Böyle toplumların ise, solun değerleri olan eşitlikten, adaletten, mutlu yaşamdan ve etikten uzak olacağı aşikârdır.   

Şimdi pratiklerle toplumsal amaçlar arasındaki bu ilişkiyi aklımızda tutarak, hepimiz oturup bir düşünelim: gençlerimizi pratiklere nasıl motive ediyoruz? Veya biz kendimiz pratiklere nasıl motive oluyoruz veya olduk? ‘kızım, sanatçı olma! Yazar olma! Oralarda para yok!’, ‘doktor ol oğlum, mimar ol, oralarda para var, statü var!’ diyen bizim ailelerimiz değil mi? ‘Ben projemi çizer paramı alırım, mimari açıdan güzel olmuş çirkin olmuş beni ilgilendirmez’ diyen yine bizler değil miyiz? Hangimiz doktor olmanın içsel değerlerini biliyoruz? Hangimiz çocuğumuza, gençlerimize, mimar olmanın içsel değerlerini aşılıyoruz? Hangimiz bu küçük toplumda pratiklerin içsel değerlerini her şeyin üstünde tutan insanlara değer veriyoruz? Hangimiz pratiklerimizde para ve ün getirmeyecek olsa bile, bir yenilik, bir mükemmellik arayışı içindeyiz? Hangimiz pratiklerin içsel değerleri ile mutlu oluyoruz? Cevap maalesef çok azımızın pratiklerin içsel değerleri tarafından motive olduğudur.

Eh, sanırım artık anlamışızdır Sn. Cumhurbaşkanımızın yazının başında yaptığım alıntılardaki açıklamaları neden yaptığını… Bugün Kıbrıstürk kültürü pratik değerleri bakımından yozlaşmaya yüz tutmuştur. Eksik olan, bizi kurtaracak veya temsil edecek karizmatik liderler değildir, eksik olan hepimizin Kıbrıstürkü olarak sorması ve cevaplaması gereken bir sorudur: biz pratik hayatımızda neye değer veriyoruz? Bu soruya doğru cevabı verdiğimiz ve ona göre hareket ettiğimiz zaman, her şey tahminimizden daha hızlı ve olumlu yönde değişecektir.


 

Kaynaklar

MacIntyre, A. (2007). After Virtue. 3rd ed. London: Duckworth

MacIntyre, A.  (1998). The MacIntyre Reader. Kelvin Knight (ed). Notre Dame IN: University of Notre Dame Press.

 

[1] Bu verilerin ortaya atıldığı gazete makalesine ulaşmak isteyenler için http://www.spiegel.de/international/spiegel/0,1518,793896,00.html#ref=nlint

 

 

 

 

 

 

Arşiv Haberleri