Lefkoşa merkez Posta Dairesi üzerindeki Bayrak Radyosu, tam anlamıyla bir “aile” sıcaklığında ve fakat İngiliz işleyişindeki düzen, saygı, kural ve nitelikle işlemekteydi. Elbette 1980’li yıllardan bahsederken, Bayrak Radyosu’nun “askeri” bağımlılığından kalma disiplinin hâlâ sürmekte olduğunu da hatırlatalım. Hatta o dönem anonserlerin yayın açılış ve kapanışlarında, ara anonslarda; “Burası Bayrak Radoysu, Kıbrıs Türk Mücahidinin Sesi” seslenişleri, ‘90’lı yıllara kadar sürmüştü. “Kıbrıs Türk Mücahidinin Sesi” artık yerini “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti”ne ve Ort Dalga ile FM üzerinden frekansların verilmesiyle yayın hayatını sürdürmeye başlamıştı.
Mücahit radyosundan Devlet radyosuna geçilince bu tip anons değişiklikleri, içerik, teknik donanım, personel çeşitliliği artmış ama “asker” ile bağlantısı doğal olarak hiç kesilmemiş, her dönem yönetim kurullarında Güvenlik Kuvvetlerimizden bir temsilci olmaya devam etmiştir.
Konu “askersel” radyoculuktan geçmişken bilmiyorum başka ülkelerde nasıldır ama İstiklal Marşımızla açılış-kapanışların hem radyoda hem televizyonda yapıldığı dönemler uzun yıllar sürmüştür. Şimdilerde özellikle televizyonda, otomasyon yayın sonunda yine “yeni güne merhaba” demek babında İstiklal Marşı ile yayının “açıldığı” havası verilmektedir.
Eskiden “Mücahitler Marşı” da çalımaktaydı İstiklal Marşı’nın ardından... Hani; “bir kıvılcım parlıyor, mücahidin içinde, Kıbrıs ateşidir bu, yoktur dünya yüzünde...” diye.
Kıbrıs’ta İngiliz İdaresi başladığında bir mimar arkadaşımdan da öğrendiğim ve bakınca “gerçekten doğru” dediğim bir yerleşim planında bizim Radyo’nun da olduğunu gördüm. İngiliz; Mahkeme Binalarını yaptığında hemen yakınına da “iletişim” için posta dairelerini kurarmış. Lefkoşa ve Girne’de durum böyle. O yüzden Posta Dairesi’nin üzerine oturan Bayrak Radyosu da böyle bir mekansal alanın içerisinde yer almaktaydı.
Dar bir giriş kapısı vardı hatırladığım. Merdivenlere gelmeden solda giriş ve çıkışlar için imza attığımız bir banko bulunuyordu. Merdivenlerden çıkmaya başladığınızda sanırım hemen sol tarafta teknik atölyemiz vardı. Bunu biraz daha düşünmem gerek. Ama ilk kattki koridorlara vardığımızda, sola ve sağa doğru iki koridor bulunuyordu öncelikle.
Sola dönerseniz önce karşınızda umumi tuvaleti bulursunuz. Devamında radyo yayın stüdyosu “Bayrak Radyosu”, operatörün oturduğu küçük camlı bir oda. Aynı koridorun sağında ise program kayıt stüdyosu vardı. Sanırım iki stüdyodan oluşuyordu.
Birinci kata çıktıp koridorun sağına yöneldiğimizde, sol kolumuzda program montajlarını gerçekleştirdiğimiz bir odada, o zamanlar “ferograf” denilen ¼ inçlik tekerlek banlarda yaptığımız cihazlarla donatılmış! Montaj-Edit odası mevcuttu. Elbette kaset çalar da olmazsa olmazdı o günelerde.
Daha “CD” formatı ve cihazları yok. Koridoru devam ettiğinizde yine bir yol ayrımına geliyordunuz, sola ve sağa. Sola döndüğümüzde İngilizce yayın “Bayrak International”ın stüdyoları vardı bu alanda ve oturma odaları. Sağa döndüğümüzde ise solda Radyo Bölüm Amirimizin oturduğu bir oda hemen sağ tarafta ise iki oda mevcuttu.
Benden önce Ogün arkadaşımın dediğine göre büyük odada Türk Müziği ile Batı Müziği Bölümleri birlikte oturuyorlarmıştı. Bizler gelmeye başlayınca, Batı Müziği bölümü küçük odaya geçmiş, Türk Müziği bölümü de büyük odada kalmıştı.
Bizim odada var olan tek pencere, merdiven ayaklarına açılır, burdan hem diskoteğin kapısı hem de yukarıya çıkacak olanlar rahatlıkla görülebilmekteydi. Yaz aylarında açık olan pencereden atlayıp direkt diskoteğe çıktığımız anlar da olmaktaydı. Bir “iletişim” penceresi olmuştu. O yıllarda müdürümüz olan sn. Özer Berkem’in atletik yapısıyla merdivenleri neredeyse koşarak üst kattaki müdüriyete çıktığına çok şahit olmuştum.
İngiliz yapısı olarak hayata geçen bu binamızın bazı odalarında şömineler de vardı. Kış aylarında bazı zamanlar şömineyi yakıp, öğle arası pastırma yaptığımız da olmuştu vesselam. Ama yukarıda da belirttiğim gibi konumu öyle bir yerdeydi ki, mahkeme binalarına taraf açılan büyük bir benceremiz vardı koridorun sonlarına doğru sol tarafta. Bazan bunaldığımızda o pencereyi açar, yoldan gelen geçenleri izler, bugün hâlâ mesleğini sürdüren Lefkeli sandüviççi Hilmi dotumuza oradan seslenerek çok kez sandüviç siparişi verdiğimizi hatırlarım.
Birinci katı tamamlamak için, bizim odalardan daha da ileriye gittiğimizde en son ulaştığımız oda ise “kütüphane” idi. Evet bir kütüphanemiz vardı ve orada sevgili Sonay Darbaz arkadaşımızı hatırlarım. Daha sonraları Serpil Yalçın arkadaşımız da orada görev almıştı. Kütüphane, özellikle araştırmacı radyo programcılığı için “doğru” düşünülmüş ve hâlâ daha bunu sonuna kadar savunan biri olarak, böylesi yayın kuruluşlarının bence olmazsa olmazlarından biri olması gerektiğine inandığım bir bölümdür. Kim ne isterse desin, internetten araştırmalar her zaman sağlıklı olmayabilir. Kaldı ki elinize bir kitabı almak, bir gazeteyi karıştırmak bambaşka bir haz veriyor insana. 1990 yılında şu anki (bana göre) ruhsuz büyük binamıza geçtiğimizde, kütüphane de buraya taşınmıştı. Belki bir elin beş parmağını geçmiyordu orayı ziyaret edenler ama ben gittiğim zaman, çok değerli yayınların ve belge nitelikli bir arşivin olduğunu çok iyi hatırlıyorum.
Buranın değerini bilemedik bence. Burayı daha çağdaş bir hale getirmek, oturma grupları, araştırma-çalışma masalarıyla donatıp daha verimli bir “kütüphane” haline döndürmek yerine, bize yakışanı yaptık. Tüm arşiv bazı üniversitelere ve devlet kütüphanesine gönderildi ama bir çoğunun telef olduğunu, özellikle tercih edilenler dışında kalan birçok gazete arşivinin yok olduğunu da biliyoruz. Yazık...
işte o Bayrak Radyosu’nun birinci katında böylesi bir düzen, yaşam ve paylaşım vardı. İleriki yazılarımızda şu Posta Dairesi’nden alınan ve radyoevi’ne dönüştürülen Bayrak Radyomuzu diğer yerleşim şekilleriyle ve insan-zaman anılarıyla paylaşmaya devam edeceğiz.