Serkan SOYALAN
Sainte Maxime ya da bazılarının dediği şekliyle Santa Maxima, güneydoğu Fransa’daki Fransız Rivierası (Cote d’Azur) şehridir.
Şehrin kuruluşuna baktığımızda, M.S. 1000 yılında Cannes dışındaki Lerins Adaları rahipleri tarafından kurulduğunu okuyoruz. Bu rahipler, buraya önce bir manastır inşa ettiler ve burada yaşamaya başladılar, ardından da bölgelerden yeni nüfusun da gelmesiyle oluşan yerleşim birimine Aziz Maxime’in adını verdiler.
Sanatçı ve yazarları ağırlıyor
İlk başlarda ekonomi balıkçılıkla ayakta kalırken, 19’uncu yüzyılda kereste, mantar, zeytinyağı ve şarap, kenti ayakta tuttu. Böylelikle St. Maxime büyüdü ve sanatçıları, şairleri ve yazarları çekmeye başladı. Jean de Brunhoff, Leon Gaumont, Paul Geraldy, Victor Margueritte, Michel Constantin gibi isimler St. Maxime’i tercih edenler.
St. Maxime’de, yaz sıcaklarında serinlemek için kendinizi Avenue du General Touzet du Vigier’in ya da Plage du Centre Ville’nin denizle buluştuğu kumlarına bırakmanız yeterli. Sadece burada denize girecekler için bir uyarıda bulunayım; su birden derinleşiyor. Bizim alışagelmiş olduğumuz ülkemizin denizleri gibi değil. Kalabalığı sevmezseniz, daha küçük ve tenha olan Les Issambres’i de tercih edebilirsiniz.
Bir ressamın tablosundaki gibi
St. Maxime, muhteşem doğası ve yat limanıyla insana huzur veriyor. Milyon dolarlık yatların doldurduğu limanı çevreleyen kaldırımlarında yürürken, kendinizi adeta usta bir ressamın tablosunun içinde buluyorsunuz.
Limanı çevreleyen rengarenk binaların altında, kafeleri, barları ve restoranları ile yemeklerinizi yiyip, içeceklerinizi yudumlarken yaşamın tadına bir kez daha varıyorsunuz.
Jardin Botanik Bahçesi
Yine St. Maxime’in doğal güzelliklerinin tadına varmak için Jardin Botanik Bahçesi’ni de ziyaret etmelisiniz. Güzel ağaçlar, birbirinden güzel bitkilerle süslenmiş bu park, gezdiğim en iyi botanik bahçelerinden biri olarak yer etti belleğimde.
Park içerisinde sükunet içinde ağaçların altında oturup, kuşların şarkılarını dinleyip, kelebeklerin dansını seyredebilirsiniz.
St. Maxime’de girebileceğiniz yerlerden biri de mutlaka Preconil Köprüsü olmalı. 18 Mart 1860’da dönemin Belediye Meclisi, Preconil’de bir yaya köprüsü kurmaya karar verir. O zamana kadar St. Maxime’den, St. Tropez’e veya Grimaud’a gitmek için nehri, tekne ile geçmeniz gerekliydi. 1887 yılında buraya bir yaya köprüsü yapıldıysa da, 1932’de yaşanan selde yıkılır. 1933’te ise betonarme bir köprü inşasına başlanır ve 1935 yılında hizmete giren köprü, bugün de tüm estetik güzelliğiyle ayakta durmaktadır.
Grimaud Yat Limanı
Grimaud dedik de, ayrı bir paragraf açmak gerekecek… St. Maxime’e yolunuz düşerse Grimaud Yat Limanı’nı da mutlaka görmelisiniz. Şirin mi şirin, sıcak mı sıcak bu liman da tüm doğal güzelliğiyle size huzur veriyor. Kanalları çevresine serpiştirilen evleriyle, sessiz ve huzur verici bir ortam yaratıyor.
Bu villa kent, Giscle nehrinin denize döküldüğü delta üzerindeki 12 adacığın köprüler ile birbirine bağlanmasından oluşuyor. Dünyada benzeri olmadığı için, görülmeye değer.
St. Maxime’de görülecek yerlerden biri de Eglise Sainte Maxime… Yat limanında bulunan bu küçük kilise de geçmişin izlerini, tüm canlılığıyla sizlere sunuyor ve misafirlerini ağırlıyor.
Domaine des Beaucas
St. Maxime’e gelip de, Fransız şaraplarından yudumlamamak olmazdı. İşte bu şaraplar için de adresiniz Domaine des Beaucas olmalı. Özel bağlardan gelen üzümlerle yapılan şarapların servis edildiği, dağ yolunda, tepelerin üzerine gizlenmiş olan Domaine des Beaucas’ın terasında eşsiz yeşil bir doğa manzarası ile mutlaka şarabınızı yudumlamalısınız.
Şehrin tarihine baktığımızda, dünyayı kasıp kavuran II. Dünya Savaşı’nda da etkin bir rol oynadığını söyleyebiliriz. St. Maxime kütlesel savaş yıllarında, Dragoon Operasyonu’nun merkezi pozisyonundaydı. Benim gibi tarihe meraklı olanlar için de çokça anıt, kitap ve savaş hatırası var burada.