Bu yazıyı yazmaya başladığımda Necmi haberini almamıştım daha. Daha önceki yıllarda olduğu gibi, Raif’in ölüm yıldönümünde hep birşeyler karalamış ama son anda vazgeçmiştim.
Benzeri duygularla başlamıştım ‘Raif’ başlığını koyduğum yazıya. Belki yine vazgeçerim düşünceleri içinde. Eğer kararım olumlu olacaksaydı Çarşamba günkü yazım olacaktı bu . Ama Çarşamba yaklaşınca yine vazgeçtim. Bir başka yazı gönderdim Yeni Düzen gazetesine. Ama Çarşamba günü ‘Necmi’ haberini aldım ve sarsıldım. Ve ‘Raif’ yazımı yeniden ele aldım.
***
Raif’le, pek de kolay kolay açıklanamayacak bir ilişkimiz vardı. İlkokul çağlarındaki ilk tanışmamızdan başlayarak yıllarca devam eden bir ilişkiydi bu. Çocukluk yılları, mahalle beraberliği, İngiliz Okulu’ndaki beraberlik, müzik beraberliği, Ankara’da öğrencilik yılları beraberliği derken arkadan evlilikler, çoluk-çocuk...
Özel hayatlarımız dahil, her konuda sırdaştık. Her şeyi ama her şeyi uzun uzun tartışır, konuşurduk. Bir fikir birlikteliği sağlayamadığımız konular da vardı. Ama yeniden buluştuğumuzda sıfırdan başlar ‘sonuç’ elde etmeye çalışırdık.
Müziği çok severdi. Ama politikayı da severdi. Hem politikada hem de müzikte ‘soyadının’ zaman zaman öne çıkarılmasından son derece rahatsız olurdu. “Ben her şeyden önce Raif’im... Acaba insanlar soyadımı bir kenara koyup bana ‘ben’ olarak bakmayı öğrenebilecekler mi ?” derdi hep.
Özellikle politika arenasında söylediği her şey soyadı ile birleştirilerek değerlendirilirdi hep. Çok konuda kendisine “Babanın haberi var mı ?” sorusunun yöneltildiğini ve bundan ne kadar rahatsız olduğunu çok kez söylemişti bana.
Böyle geçmişti Raif’in kısacık yaşamı.
***
Yakınlığımızı bilen çok sayıda gazeteci yaklaştı yanıma ölümünden sonra. “Bize Raif’i anlat” dediler hep. Doğru mu yaptım yanlış mı yaptım bilmiyorum ama hep reddettim. Ya o hayattayken yaşadığı her şeyden söz edecek ya da hiç konuşmayacaktım.
Babası ile yaşadıklarını mı anlatmayacaktım ? İlk siyasi partisi UBP içinde kendine oynanan oyunlardan mı söz etmeyecektim ? Yoksa kendi partisi SDP’yi kurduktan sonra yaşadıklarından mı ? Zamanın TC Büyükelçisi ile olan şiddetli tartışmalarından mı söz etmeyecektim ? Yoksa girdiği ilk seçimde kendisine karşı savaş yürüten en yakınlarından mı ?
v.s. v.s. v.s.
***
Göçüp gitti. Arkasında, herkesin kendine göre yarattığı bir ‘Raif’ imajı ile. Gerçekte onun ne olduğunu, kim olduğunu, ne yapmaya çalıştığını bilenler de oldu, bilmeyenler, bilmek istemeyenler de.
Ve Necmi.... Ben Necmi’yi tanımıyordum. Ankara’ya gideceğimizin hemen öncesinde Raif tanıştırmıştı bana onu. “Bizimle aynı evde kalabilir mi ? Çok iyi bir çocuktur...” diye sormuştu. Kabul ettim.
Ankara’da pekişti Necmi ile dostluğumuz. Aynı evde kaldık. Ben, Raif, Necmi, Aydın ve Özal. Çok şeyleri paylaştık. Olağandışı bir müzikseverdi. Cat Stevens’ı (bizim çevremizde) ilk keşfedenlerden ve bize sevdirendi. Sıla 4’ün tüm yaptıklarına başından sonuna tanık olan, zaman zaman fikirler ileri süren, gruba en yakın ama grubun dışındaki iki kişiden biriydi.
Sık olmasa da sonraları da görüştük. Hiç değişmemişti. Aynı Necmi’ydi. Hiç ayrılmamış gibiydik her buluşmamızda.
Onu da kaybettik. Hem de Raif’in ölüm yıldönümünde.
Adı ne bunun ? Tesadüf mü ? Kader mi ? Her hangisiyse...