Richard A. Cohen’in Gözünden Politika Felsefesi ve Emmanuel Levinas

Richard A. Cohen’in Gözünden Politika Felsefesi ve Emmanuel Levinas


Hakan Karahasan
hakan.karahasan@gmail.com

Litvanya doğumlu Fransız filozof Emmanuel Levinas’ı okuyanlar onun 20. yy’ın en önemli filozofllarından birisi olarak kabul edildiğini bileceklerdir. 1906 yılında Litvanya’da, Kaunas’ta doğan Levinas, 1923 yılında gittiği Strasbourg’da felsefe eğitimi gördü. 1928 ve 1929 yılları arasında Friboug’da Husserl ve Heidegger’in derslerine katılan Levinas, 1930 yılında Fransız vatandaşı oldu. Husserl ve Heidegger’i izlemesi, ilerideki düşündünyasında önemli izler bırakmasına vesile oldu. Levinas, aynı zamanda, fenomenoloji akımını Fransa’ya getiren düşünürlerin belki de başında gelmektedir. Levinas, 1931 yılında Husserl’in Kartezyen Meditasyonlar adlı eserini Fransızcaya çevirdiği zaman, fenomenoloji Fransa’da hemen hemen hiç bilinmemekteydi. Kendisinin yayımlmış olduğu ilk yapıt 1930 tarihli Husserl’in Fenomenolojisinde Görgü Kuramı (La théorie de l’intuition dans la phénomenologie de Husserl), bir yandan Husserl’in fenomenolojisini Fransa’da tanıtırken, öte yandan da Husser’i Heideggerci bir açıdan eleştirdiği için gözleri Heidegger’in Varlık ve Zaman adlı eserine çevirmiştir” (Direk, s. 10). Bununla birlikte, neredeyse en baştan itibaren Heidegger’den etkilenmiş ve Varlık ve Zaman’ı felsefe alanındaki en etkileyici eserlerden birisi olarak kabul etmiş olsa da, aynı zamanda Heidegger’in felsefesimde bulunan “sorunlu noktaları” (Heidegger felsefesinde var olma ve bunun sonrasında Nazizm ile olan ilişkisi), Litvanyalı bir Yahudi olarak görebilmişti. Bir örnek vermek gerekirse, Ernst Cassirer ve genç Heidegger’in Davos’ta yaptığı tarışma, Levinas açısından Heidegger felsefesindeki “sorunlu” yönleri açığa vuran tartışmalardan birisidir. (i) Litvanya’da bir Yahudi olarak doğup, büyüyen Levinas, hayatının ilk anlarından itibaren “öteki” olmanın ne olduğunu, gerek yaşayarak, gerekse de almış olduğu eğitim ile pekiştirmiş, Husserl ve Heidegger ile olan karşılaşmaları sonucunda, onların felsefelerinde var olan eksiklikleri de görerek (Batı felsefesini de inceleyerek, özellikle Platon’dan günümüze), kendi düşün yapısını bulmuştur demek pek de yanlış bir yorum olmaz.

Sonraki çalışmalarında Öteki’nin filozofu olarak adlandırılan Levinas’a göre, Öteki’ne karşı var olan sorumluluki etik bir sorumluluktur. Ve bu sorumluluk, herşeyden ötedir. Tam da o yüzden, yaptığımız her harekette, Öteki’ni düşünmeli ve ona göre davranmalıyız. Kendi felsefesini oluşturmaya başlarken yayımladığı ilk çalışma olan Zaman ve Başka (Le Temps et l’autre), Levinas’ın Öteki derken ne kastettiğini anlatmaya başladığı ilk önemli eseridir. Daha sonra yayımladığı magnum opus’u olan 1961 tarihli Bütünlük ve Sonsuz (Totalité et infini), Levinas’ın felsefesini önemli bir şekilde sergilediği, belki de en önemli çalışmasıdır. Aradan geçen yıllar boyunca oluşturduğu felsefeyi derinleştiren, kendine yöneltilen eleştirileri dikkatle inceleyen Levinas (ki burada ifade edilmesi gereken en önemli eleştiri, Jacques Derrida’nın, Levinas’ın Bütünlük ve Sonsuz adlı çalışması üzerine yazmış olduğu “Şiddet ve Metafizik” adlı uzun yazısıdır), 1974 yılında yayımladığı ve birçok düşünür tarafından Bütünlük ve Sonsuz’un devamı olarak kabul edilen Olmaktan Başka Türlü ya da Özün Ötesinde (Autrement qu’être, ou au-delà de l’essence) adlı yapıtında özelikle dil üzerine yoğunlaşırken, Öteki’nin filozofu olmaya da devam etmiştir.

Levinas’ın felsefesi üzerine daha yazılabilecek (bir)çok nokta(lar) mevcut. Kendisinin Öteki’nin filozofu olduğu halde 1982 yılında gerçekleştirilen Sabra ve Şatila katliamlarını doğrudan kınamaması, hayatı boyunca Öteki’ne karşı ahlaki sorumluluktan bahseden Levinas’ın belki de en sorunlu noktalarından birisidir. Lakin, bu kısa yazıda, Levinas’ın kim olduğu ve onun yapıtları üzerine genel bir değerlendirme yapmaktan çok, yapılan bu kısa giriş sonrası Richard A. Cohen’in Levinas ve onun politik felsefesi üzerine yazmış olduğu “The Few and the Many: Political Philosophy and Levinas” yazısında Levinas’ın politika hakkında sahip olduğu düşünceler anlatılacaktır.

Cohen’in yazısı ile devam etmeden önce küçük bir not eklemenin faydalı olabileceği kanısındayım: Levinas’ı Türkçede az tanıyan okurlara şunu belirtmekte fayda var. Yukarıda belirtilen ve ne yazık ki baskısı tükenen Zaman ve Başka kitabı dışında (ki Metis yayınları internet sitesinde “liste dışı” olarak görünüyor. Başka bir deyişle, yayınevinin bu eseri tekrardan baskam gibi bir niyeti yok), Türkçede rahatlıkla bulunabilecek belki de tek eser, 2003 yılında Metis yayınları tarafından basımı gerçekleştirilen, Zeynep Direk ve Erdem Gökyaran tarafından hazırlanan Sonsuza Tanıklık adlı çalışmadır. Yabancı düşmanlığı, ırkçılık ve nefret söylemlerinin ayyuka çıktığı günümüzde Levinas’ı okuyup, tartışmak, insan denilen varlığın kime, neden sorumlu olduğunu anlayabiimemiz açısından büyük bir önem taşıyor. Günümüzde Levinas’ı okuyup tartışmak, anlamak istiyorsak, ne yazık ki, bunu ya Levinas’ın kendi yazdığı dil olan Fransızca veya İngilizce çevirileri üzerinden yapmak gerekiyor. Umalım ki, bu yazı da bir vesile olsun ve Levinas üzerine Türkçe dilinde çalışan akademisyenler ile ilgili kişiler, gelecekte Levinas’ı Türkçe dilinde okuyup, tartışma fırsatını yakalamış olsun. Daha önce belirtildiği üzere, ‘mülteci krizi’ ve ötekileştirmenin ciddi bir sorun olduğu günümüz dünyasında Levinas’ı okumak, Öteki’ne karşı var olan âhlaki sorumluluğa sahip olmak, bir insan olarak, son derece önemli.

Cohen’ın yazısına dönecek olursak, Levinas’ın genel anlamda ne düşündüğünü anlatmadan önce, politik felsefede (siyaset felsefesi) var olan çoğunluk ve azınlık kavramlarının ne olduklarının açıklanması ile başlıyor yazısına Cohen. Platon, Aristo, Macchiavelli ve Hobbes’a değin, politikada çoğunluk ve azınlık ilişkisinin yönetim açısından taşıdığı rol üzerine verilen bilgilerden sonra, Spinoza’nın azınlığı entelektüel elit olarak gördüğü ve bunun bilimsel anlamda yapılacak çalışmalar için önem arz ettiğini belirtmesi ile devam eden Cohen, daha sonra Levinas’ın devlet hakkındaki görüşlerini aktarırı. Levinas’a göre, devletin asli görevi Öteki’ne karşı sorumluluktur, Öteki’nin acısını hafifletmektir (Cohen, s 233). Bu noktada şunu hemen belirtmekte fayda var; Öteki’nin acısında çare olması gereken bir devlet anlayışından bahsederken, Levinas’ın savunduğu devlet anlayışı, bildik anlamda komünist bir devlet değil, akinse liberal bir devlet anlayışı üzerine inşa edilmiştir. Bireylerin bireyselliklerinin törpülenmediği ve her bir bireyin ötekine karşı sorumlu olduğu bir devlet anlayışından bahsetmektedir Levinas. Başka bir deyişle, ‘devletin amacı adaleti sağlamaktır; adaletin amacı âhlakı/moraliteyi desteklemektir; âhlak/moralite başka insanların acılarına su serpildiği zaman artar’ (Cohen, s. 233). Cohen’in ifade etmeye çalıştığı nokta, aslında Levinas’ın nasıl bir devlet anlayışına sahip oldupunu bizlere göstermesi bakımından önemli. Ailesininin neredeyse tamamı Naziler tarafından katledilen, diğer yandan ise Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) Litvanya’yı işgali sonrası, orada yaptıklarını endişe ile takip eden Levinas’ın, komünist değil de liberal bir devlet anlayışını savunması (özellikle bireyselciğin hemem hemen yok sayıldığı Sovyet modeli düşünüldüğünde) pek de şaşırtıcı olmamalı. Lakin, Levinas’ın liberal demokrasiden yana olduğunu belirtirken, kendisinin Fukuyama gibi liberal kapitalizmin zaferinden bahsettiğini görmekten çok, “Devlet, ne kadar adil olsa da, tamamen adil değildir ve ancak devletin amacı daha da adil olmaktır” (Cohen, s. 233) demek suretiyle, liberal demokrasi temelinde daha adil bir devlet fikrinden bahsettiğini belirtmek gerekiyor. Tabii, bunu ifade ederken, bir başka önemli noktayı işaret etmeden geçmiyor Cohen. Levinas’a göre “günümüzün en önemli idealleri bile gelecekteki adalet için yetersiz olacaktır” (Cohen, s. 234). Tam da bu yüzden, Levinas’ın politika ve devlet üzerine olan düşüncelerini tartışırken, bir yandan bireysel hak ve özgürlüklerin korunduğu, Öteki’nin var olandan önce geldiği, adaletli bir politika/devlet sistemi savunulmakta iken, adalet kavramının devleti her zaman sorgulaması gerektiği görüşünü de ayrıca belirtmektedir (Cohen, s. 235). Adalet ve Öteki’y karşı sorumluluğun bu kadar önemli olduğu bir düşünce yapısında, elbette bir zalim yerine başka bir zalimi seçmenin bir çözüm olmadığını da ayrıca belirtirken (Cohen, s. 238), aslında liberal demokrasinin toplulukçu (komüniter/communitarian) olması gerektiğini de vurgulamaktadır.

 

(i) Levinas’ın Davos’taki tartışma ile ilgili izlenimi için, bkz: Richard A. Cohen. “Introduction”. Emmanuel Levinas. Humanism of the Other. Çev. Nidra Poller. Illinois: University of Illinois Press, 2005, s. vii-xliv.

Kaynakça
Emmanuel Levinas. (2003). Sonsuza Tanıklık. Zeynep Direk & Erden Gökyaran (haz.). İstanbul: Metis.
Richard A. Cohen. (2009). “The Few and the Many: Political Philosophy and Levinas.” Rita Šerpytytė (ed.). A Century with Levinas: On the Ruins of Totality. Vilnius: Vilnius University Publishing House, s. 230-241.

Dergiler Haberleri