Kıbrıs adasında, bitmek tükenmek bilmeyen çözümsüzlüğü ortadan kaldırmak amacıyla, BM ve AB’nin gözlem ve teşvikiyle yürütülen toplumlararası görüşmeler devam ederken ve artık somut birtakım düşünceler şekillenirken iki tarafta da, barış ve anlaşma karşıtı gruplar saldırmaya başladı.
Kıbrıs’ın kuzeyinde saldırıya hazır vaziyette mevzilenmiş bu gruplar, 1974 sonrası oluşan ve uluslararası hukuktan dışlanmış mevcut siyasi, ekonomik, demografik ve sosyal yapıyı, yani KKTC’yi devam ettirmek istiyorlar..
Kıbrıs’ın güneyinde konuşlanan diğer grup ise 1974 öncesi yapının aynen geri gelmesini istiyor..
Aslında bu iki zıt gibi görünen grupların ortak özelliği, şu andaki mevcut durumun iki toplumun da zararına olduğunu bilip de bilmemeye getirmektir. Ya da oluşan iki statükodan çıkar ve rant sağlamayı sürdürmek istemektedirler.
Bunlara, kuzey-güney “hayır”cı ikiz kardeşler diyebiliriz. Çözüm olasılığını, kendi taraflarının mutlak isteği ve görüşleri çerçevesinde görmekte ve talep etmektedirler. Bu da şu anlama gelir: “Biz bir çözüm yerine, eski halimizde kalmaktan memnunuz.”
Halbuki, gerek insan ilişkilerinden, gerekse dünyadaki başarılı çözüm çabalarından bilmeleri gerekir ki, uyuşmazlıkların giderilebilmesi için, tarafların “insani ve toplumsal ihtiyaçlarının” asgari ve eşit ağırlıkta memnun ve ikna edilmesi, bir tarafın “kazandım” diğer tarafın “kaybettim” konumuna getirilmemesi gerekir.
Nitekim Kıbrıslı cumhurbaşkanları ve ekipleri, BM ve AB ekipleri iki tarafı da çok
rahatsız etmeyecek, adil ve insani bir uzlaşma için uğraşıyorlar.
Bizim taraftaki çözüm yanlılarının, günden güne ses şiddetini artıran “Hayır”cıların amaç ve isteklerinin neler olduğuna bakıp analiz etmesi ve onların argümanlarını çürütmesi, çözümün toplumun ve adanın bütünü için hayırlı olacağını telkin etmesi görevden sayılmalıdır. Rum tarafındaki “hayır”cıları etkisizleştirme görevi de o tarafın çözüm yanlılarına düşer. Şanslıdırlar ki, 2003’teki referandum koşullarından çok daha mutedil bir ortam vardır.
KKTC “hayır”cılarına gelince..Birkaç büyük itirazları var. Rumlar’ın bıraktığı özel mülklerin, “mal sahibine” bir şekilde verilmesine (iade, takas, tazmin) şiddetle karşı çıkıyorlar. Tek memnun olacakları yol, ellerinde tuttukları malın kendi adlarına kalması, bunun için de isim veremedikleri yurtdışı kurumlardan fon sağlanarak kuzeyde mal bırakmış ve Kıbrıslı veya diğer unsurların uhdelerinde tuttuğu malların esas sahibi Rum mal sahiplerinin tazmin edilmesidir.
İlginçtir, “takas” konusunda sesleri çıkmamaktadır. Eşdeğer ya da hatır yolu ile haksız durumda ve oranda mal alanlar, güneyde bıraktıkları malları yerlere göklere sığdıramazlardı. O şekilde “yutturmuş” olacaklar ki, güneyde bıraktıkları mülklerine karşılık çok yüksek puanlar almışlardı.
Tabii bu, “Edep ya hu!” dedirtecek “arsızlığın”, “hak yemeciliğin” müsebbibi, 1975 KTFD anayasasında, “sahipsiz taşınmaz mal veya Rumların 1974’te terk ettiği mallar” denen malların “toplum adına devletin sahip olması” ilkesinin, 1985 Anayasası ile ortadan kaldırılması ve “eşdeğer, tahsis” bulunduranlara “koçan” verilmesidir.
O Anayasa’ya Meclis’te ve referandumda oy verenleri, tarih affetmeyecektir!
Rum mallarına 1985 Anayasası’nı fırsat bilerek tapu işlemi yapılıp koçan verilmeye başlandığında, dönemin KKTC başsavcısı çok değerli hukukçu ve saygın insan yönetici -ki hala yaşıyor uzun ömürler dileriz- Oktay Feridun, Rauf Denktaş ve hükümetini, bürokratları, hukuk kurumlarını uyarmış “Rum mallarına, tapu, koçan vermeyin, mülk konusunda başımız çok ağrıyacak, uluslar arası hukuk kurallarına ve ilerideki çözüme engel olacaktır” demişse de kendisini dinleyen olmamıştır.
Bu yetmemiş gibi, çok geçmeden TR’den gelen göçmenlere de ITEM yasası çerçevesinde Rumlar’a ait mülklerin koçanlarının verilmesi mülk konusunu içinden çıkılmaz hale getirmiştir.
Diğer yandan, koçanların havada uçtuğu bu hukuk dışı ortamda bu mallar pek çok kez satılmış, adaletsiz sistem yaratmış, “fakir devlete” “zengin yurttaş” yaratmıştır.
Rum mülklerinin sadece Kıbrıslıtürkler değil başka ülke vatandaşlarına devredilmesi, satılması ve buna dayanarak KKTC yurttaşlığı alınması, mülkiyet yanı sıra “mülkiyet-yurttaşlık” başlığının da açılmasına sebep olmuştur.
Bu devasa ve karmaşık sorunları çözebilecek yöntem bulunabilir. Zaten uğraşılıyor.
Ancak, çözümsüzlüğü fırsat bilerek, bunca yıl haksız avantajlar elde edenlerin tepkilerine, akıl, izan, adalet, hak , hukuk, etik, coğrafya sevgisi kavramlarını öne çıkararak ve bu dalaveralarda hiçbir dahli olmayan geniş kesimleri katılımıyla cevap verilebilir ve doğru-adaletli bir çözüme “evet” denmesi sağlanabilir.