Sahne!..
Binbir kelime!
Sözcükler dikenli telleri aşıyor.
Başkaldırıyor barikatlara...
Yaralı bir adanın kanayan düşlerine tütün basıyor...
Ve ustalık döneminde bir sanatçı, bir şairin yüreğinden şiirle kusuyor öfkeleri, kırıklıkları, çalınmış çocuklukları, bu kanlı coğrafyaya...
Tam da 'orta yeri'ne üstelik...
'Çan'dan ve 'ezan'dan değil 'can'dan haykırıyor "susma Kıbrıs" diyerek yırtık haritanın dört bir yanını kirleten ellere...
"Katillere" hesap soruyor...
Ve onlara yataklık edenlere...
Ve susanlara...
***
Kendi şiirinin seyircisi Faize Özdemirciler'le birlikte "gerilla" olduk 'Dikkat Tehlikeli Bölge" karanlığında duygulara...
Ersen Sururi, müziğiyle barikat, piyade, işgal, göç, kalleş bir kurşun, pasaport koleksiyonu, avludaki erguvan ağacı oldu ruhumuzda....
Öylesine ustalıkla parmak uçlarına taşıdı ki tansiyonumuzu, yüreğimizi ateş bastı her bir itirafın dehlizinde...
Rumca küstük...
Türkçe kırıldık...
Bu dört kelime dahi yetti 'milliyetçiliğin' ellerinde boğulan dünümüzü anlatmaya...
***
Kaybettiğimiz ve kendi kıyılarımızda bulamadığımız kendimizi, temmuz yırtığını diktiremeyen bir terzi isyanında yaşadık...
Yaşadık "ada" sandığımız "il"in utancında...
...
“Görüyorsun işte, bir tek şair iğne, bir tek şiir iplik olamadı yırtığına, temmuz'larını dikecek bir tek terzi doğmadı topraklarında. Rumca küstüm Türkçe kırıldım, Rumca yarıldım, Türkçe bölündüm Kıbrıs, anla!”
...
Ve anladık yeniden...
Yeniden yaşadık...
***
Yaşar Ersoy hayatının oyununu oynadı.
Çok 'çirkin' bir 'oyun'u tıpkı yaşar'casına ve emekle, öylesine yüksek bir gerilim ve üstün performansla oynadı ki...
Öylece kalakaldık yerimizde...
Ve ışık kapandı, alkışladık, alkışladık, alkışladık, içimizdeki öfkeyle...
***
Sahne...
Tek perde...
Oyun…
Çok kişilik...