Yakın Doğu Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencisi Emin Kahraman araştırmasında, barışçı söylemlere dahi sızan sinsi ötekileştirici ifadeler saptadı
Güneyde tedavi olmayı ‘çaresizlik’ diye tanımlamak sinsi ötekileştirmenin bir örneğidir
Ortadoğu kan gölü ve barış gazeteciliğini yeniden önemsemenin tam zamanı…
Kabullenemiyoruz bir türlü, nasıl olur da IŞİD’liler din adına bu kadar rahat insan öldürebiliyor? Nasıl olur da İsrailliler, öldürdükleri binlerce Filistinliyi, insan değil de kırılan oyuncaklar gibi görüyor?
Kabullenmekte zorlandığımız bu zulüm örneklerini, sadece dünya güç odaklarının paylaşım kavgasıyla açıklayamayız. Bölge toplumlarının bir kısmının bir dereceye kadar kabullenişi olmasa bu kadar insanlık dışı saldırıya tanık olmazdık.
Ortadoğu’da geleneksel kültürler maalesef yoğun sekilde ötekileştirme içeriyor. Filistinlilerin kendileri kadar yaşam hakkı olduğuna inanan İsrailliler ülkede baskın olsaydı, Siyonist ordu bu kadar rahat katliam yapamazdı. Ayni şekilde sünni topluluklarda, şii, alevi, hristiyan ve ezidileri ‘katli vacip’ unsurlar olarak gören baskın bir eğilim olmasa, IŞİD bu kadar rahat kelle uçuramazdı.
Sosyal medyada paylaşımı yapılan ancak büyük medya organlarında yer almayan, 12 Ağustos tarihli bir haber çok önemli ve düşündürücüydü:
“Urfa Belediyesi IŞİD’den kaçan Ezidilere insani yardımı reddetti”
Haberde, IŞİD’den kaçıp Viranşehir’e sığınan Ezidilere insani yardım önerisinin AKP’li belediye meclis üyeleri tarfından reddedilerek meclis gündemine alınmadığı yazıyor. Ayni üyeler IŞİD’in kınanması önerisine de sessiz kalıyor.
(http://siyasihaber.org/haber/urfa-belediyesi-isidden-kacan-ezidilere-insani-yardimi-reddetti).
Sembolik de olsa yardım kararından kaçınan Urfalı siyasilerin tavrını nasıl açıklayabiliriz? Lefkoşa Belediyesi benzer bir karar alsa, meclis üyeleri yaygın protestoya maruz kalmaz mıydı? Demek ki Urfalı siyasilerin yaygın bir protesto çekincesi yok. Oralarda, geleneksel kültürde ötekileştirilen, şeytanlaştırılan Ezidiler için vicdanların harekete geçmesini olası görmüyorlar.
‘Bizim halkımız hoşgörülüdür, bizim dinimizde şiddet yok’ gibi büyük laflar çok anlamlı değildir. Maalesef, geleneksel kültürler derin ötekileştirme içeriyor. Hoşgörü ve barış kültürü kendiliğinden oluşmuyor, uğruna bir mücadele gerekir ve barış gazeteciliği bu mücadelenin en önemli araçlarından biridir.
Kıbrıs’ta Ötekileştirme Sinsi Ayrımcılık ve Barış gazeteciliği
Irak, Suriye ve Filistin’deki şiddet ortamı ile kıyaslanınca Kıbrıs’ta kendimizi şanslı hissediyoruz. Ama çok değil 40 yıl önce bu topraklarda da “öteki”nin yokedildiği kanlı çatışmalar yaşadığımızı unutmamalıyız. Siyasi kültürümüzde ötekileştirici, ayrımcı unsurları hala canlı tutma çabaları devam ediyor.
Hoşgörü ve barış kültürü açısından 40 yıl önceki durumda olmayışımız elbette sevindiricidir. Kıbrıs Türk toplumu şu anda küçümsenmeyecek bir barışçı birikime sahiptir. Barış gazeteciliği bir süreden beri medyamızın gündeminde ve birçok gazeteci ayrımcı medya dilinden kurulmak için ciddi çaba harcıyor.
Yine de gazeteciler, ayrımcı, ötekileştirici dilin çok sinsi olduğunu hesaba katmalı ve kullandıkları haber dilini sürekli sorgulamalılar.
YDÜ öğrencisi Emin Kahraman’ın araştırması
Yakın Doğu Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencisi Emin Kahraman, Kıbrıs Türk Basını’nı “Barış Gazeteciliği” açısından inceledi. Kahraman, Gazetecilik Bölümü mezuniyet projesi olarak, Haziran 2013’te tamamladığı araştırmasında, açık ötekileştirici ifadeler yanında, barışçı söylemlere dahi sızan sinsi ötekileştirici unsurlar saptadı.
Kahraman’ın Kıbrıs ve Yenidüzen gazetelerinde bulduğu iki örneği, kendi değerlendirmeleriyle birlikte Okur Temsilcisi sayfasına aktarıyoruz.
--------------------------------------------------
İNSANIMIZ ÇARESİZ GÜNEYE
Kıbrıs gazetesinde18 Ocak 2009 Pazar günü yayınlanan “İnsanımız Çaresiz Güneye” başlıklı haberde şu ifadeler yeralmaktadır:
“Rum Kesimindeki Organ Nakil Merkezi, son beş yılda 35 Türk’e böbrek nakli yaptı. Güney Lefkoşa’daki Paraskevidis Cerrahi ve Organ Nakil Merkezi başarılı operasyonlarıyla dünya sıralamasında ilk sıraya yerleşti. Türkiye ve Yunanistan gibi ülkelerde her yıl milyonda 17 böbrek nakli yapılırken, Güney Kıbrıs’ta 85 nakil gerçekleştiriliyor. Serbest geçişlerin başladığı 2003 yılından bu yana 35 Kıbrıslı Türk’e böbrek nakli yapılırken, oldukça pahalı olan bu nakillerin hiçbir ücret alınmadan gerçekleştiği belirtiliyor…
Ayrımcılık yapmıyoruz
Kıbrıs’a konuşan Paraskevidis Cerrahi ve Organ Nakil Merkezi Yöneticisi Dr. George Kyriakidis, 1984 yılında hizmete giren merkezin, bugüne kadar başarılı bir şekilde 824 operasyon gerçekleştirdiğini ve dünyada ilk sıraya yerleştiğini söyledi. Son yıllarda Kbrıslı Türklerin yoğun ilgisiyle karşılaştıklarını anlatan Kyriakidis, ‘yoğun talepleri, hiç ayrım yapmadan karşılamaya ve tüm hastalara yardımcı olmaya çalışıyoruz’ dedi…”
Haberin içeriği insancıl ve ayrımcılığı dışlayan, nesnel bir anlam taşıyor. Fakat haber başlığı bir çaresizlikten söz etmekte ve haberin anlamını ciddi derecede kaydırmaktadır.
Caresizlik hastaların Güney’e mecbur olmalarıdır. Ayni imkanlara sahip bir kuruluşun KKTC’de olmaması sebebiyle, hastalık çaresiz ötekine muhtaç kılmaktadır. Halbuki konu sağlıktır ve bazı ülkeler, bazı konularda daha yetkindir. Ancak haberde kabul edilemeyen taraf bu ülkenin “Güney” olmasıdır. Bu açık ötekileştirmenin yanında dikkat çeken bir başka nokta, sözü edilen merkezin niteliklerinin dünyada ilk sıralarda yer alması ve benzer başarının Türkiye ve Yunanistan’da dahi sağlanamamasıdır. Bu başarıya rağmen Güney’deki merkeze başvurmak çaresizlik mi?
Soruyu başka şekilde sorarsak, dünyaca örnek organ nakil merkezi Türkiye’de olsaydı, oraya giden hastalar için ‘çaresizlik’ sıfatı kullanılacak mıydı?
Emin Kahraman
-------------------------------------------------
RUMLARA ÖRNEK OLALIM
Yenidüzen gazetesinde 22 Aralık 2008 tarihinde yayınlanan haber “Rumlara örnek olalım” başlığını taşıyordu.
Haberde, “Başbakan Ferdi Sabit Soyer ‘Avrupa değerlerine, insan hakları değerlerine, evrensel demokratik insan haklarına en layık halk olduğumuz noktasını herkese göstermeye çalışalım’ diyerek Rum halkına bu şekilde örnek olunmasını istedi” ifadeleri kullanılmıştır. Barış gazeteciliğinin biz-onlar ayrımından kaçınılması gerektiğini öneren ilkesine ters örnek olabilecek önemli bir haber.
Burda, Yenidüzen’in “bir bütünün iki parçası anlayışı”, biz-onlar ayrımıyla zedelenmektedir. Hatta gazetenin bir bütünün iki parçası anlayışıyla yakaladığı barış gazeteciliği noktasını, biz-onlar ayırımı ile kaydırdığını söylemek yanlış olmaz. Haberde sürekli karşılaştırma ve “en az onlar kadar iyi” ispatına uğraşan bir görüntü çizilmektedir.
Rumlar, örneğe, derse ihtiyacı olan bir toplum gibi yansıtılıyor. Yenidüzen Kıbrıs’ta iki halk arasında eşitliği savunuyor ama bu haberde Kıbrıs Türk toplumunun bazı konularda daha üstün olduğu ima ediliyor.
Barış gazeteciliği ilkelerine ters bir yaklaşım.
Emin Kahraman