● Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Sözen: “Erdoğan’ın KKTC’yi tanıyın açıklaması tabiri caizse ‘Allah kelamı’ değil. Kıbrıs’ta olmasa da diğer konularda ‘u’ dönüşlerini çok gördük.”
● Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı Prof. Dr. Yücel Vural: “Çok rutin, çok basit, fazla detaya inmeyen, sıradan bir açıklama. Anlaşılan, Kıbrıs bir pazarlık unsuru olarak kullanılıyor.”
● Eski Dışişleri Bakanı ve müzakerecilerden Prof. Dr. Kudret Özersay: “Bu kadar şey söylendikten sonra tekrardan federal çözüm zeminine dönülmesini beklemiyorum.”
Ertuğrul SENOVA
Türkiye Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Salı akşamı New York’taki BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmasının Kıbrıs ile ilgili kısmında, bir süredir konuşulan “tekrardan federasyon zeminine dönüş” beklentisinin tam tersine denk gelen açıklamalar yaptı.
Erdoğan’ın “KKTC’yi tanıyın” ya da “Çözümün artık federasyon modeli temelinde gerçekleşemeyeceği, herkesin kabul ettiği bir gerçek” sözleriyle, toplumdaki bir kesimin beklentilerinin aksini ifade etmesi, soru işaretlerinin oluşmasına neden oldu.
Uzmanlar, Erdoğan’ın BM Genel Kurulu’ndaki konuşmasının küresel anlamda değerlendirmesini YENİDÜZEN’e yaptı.
Ortak kanıda Kıbrıs sorunu, “Küresel oyundaki küçük bir pazarlık marjı” oldu.
“Tayyip Erdoğan bu açıklamasıyla beni şaşırtmadı” diyen Doğu Akdeniz Üniversitesi (DAÜ) Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı, DAÜ Kıbrıs Politikalar Merkezi Direktörü Prof. Dr. Ahmet Sözen, “KKTC’yi tanıyın açıklaması tabiri caizse ‘Allah kelamı’ değil. Bu şekilde değerlendirilmemeli” dedi, Erdoğan’ın tarihi ‘u’ dönüşlerini anımsattı.
DAÜ Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yücel Vural ise, Erdoğan’ın açıklamasını “çok rutin bir açıklama” olarak nitelendirdi, “Anlaşılan, Kıbrıs bir pazarlık unsuru olarak kullanılıyor” değerlendirmesinde bulundu.
Eski Dışişleri Bakanı ve müzakerecilerden Prof. Dr. Kudret Özersay ise “Bu kadar şey söylendikten sonra tekrardan federal çözüm zeminine dönülmesini açıkçası ben beklemiyorum” dedi.
Özersay, “Eğer yeni bir süreç başlayacaksa, bu süreç klasik, kapsamlı çözüm müzakere süreci değil; bölgesel bağlar içerisinde çeşitli konularda işbirliklerinin ele alınacağı bir süreç olacak” değerlendirmesinde bulundu.
Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Sözen:
“Erdoğan’ın KKTC’yi tanıyın açıklaması tabiri caizse ‘Allah kelamı’ değil”
“Tayyip Erdoğan’ın kafasının içine giremediğimiz için tam niyetini bilemeyiz ama bu açıklamasıyla beni şaşırtmadı” diyen Doğu Akdeniz Üniversitesi (DAÜ) Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı, DAÜ Kıbrıs Politikalar Merkezi Direktörü Prof. Dr. Ahmet Sözen, “Davos’taki ‘one minute’ çıkışı, aslında Erdoğan’ın kişiliğini gösteriyor. Beklemediğiniz bir anda, beklemedik bir hareket yapabilir. Ama bir müddet sonra, bu beklenmedik hareketin tam tersini de yapabilir” değerlendirmesinde bulundu.
“BM Genel Kurulu’nda yaptığı KKTC’yi tanıyın açıklaması tabiri caizse ‘Allah kelamı’ değil. Bu şekilde değerlendirilmemeli” diyen Sözen, “Daha önce de Abdülfettah es-Sisi katil diyordu ama sonra görüşmeye başladı. New York’ta İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile görüştü. Ama daha önceki BM Genel Kurul konuşmalarında İsrail ile ilgili neler söyledi. Terörizmden bahsetti, haritalar gösterdi. Ama dünkü konuşmasında neredeyse hiç bahsetmedi. Sadece Filistin halkına destek bildirdi” ifadelerini kullandı.
Tayyip Erdoğan’ın, değişen şartlara çok hızlı adapte olabildiğine dikkat çeken Sözen, “Pragmatik olduğu için çok hızlı şekilde söylemlerini değiştirebiliyor” dedi.
“Başlaması olası müzakerelerde elini yükseltme girişimi”
Erdoğan’ın BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmayı, başlaması “olası” Kıbrıs müzakerelerinde “el yükseltme girişimi” olarak değerlendiren Sözen, “Niyeti, müzakereler başlamadan pozisyon alarak daha güçlü bir şekilde müzakere masasına oturmak olabilir” ifadelerini kullandı.
“(Erdoğan’ın) Kıbrıs’ta olmasa da diğer konularda ‘u’ dönüşlerini çok gördük” diyen Sözen, “Kıbrıs konusunu her şeyden kopuk, bağımsız değil; hem bölgesel hem de küresel gelişmeler içerisinde değerlendirmek gerek. Kıbrıs meselesini bunlardan bağımsız şekilde değerlendirdiğiniz zaman sağlık bir analiz yapamazsınız. Öngörüde bulunamazsınız” şeklinde konuştu.
“Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rumlar ‘özne’ olma güçlerini kaybetti”
“2020 yılından bu yana beğenelim ya da beğenmeyelim, Kıbrıs meselesi daha büyük bir jeopolitik masada meze olmuştur” diyen Sözen, “Özellikle Kıbrıslı Türkler ama bir miktar da Kıbrıslı Rumlar ‘özne’ olma güçlerini kaybetmiştir” ifadelerini kullanarak sözlerini şöyle sürdürdü:
“Hem küresel bazda değişen güç dengelerine, hem de bu değişimin bölgeye; yani Doğu Akdeniz ile Ortadoğu’ya etkisine baktığınız zaman, Kıbrıs’ın dışındaki aktörlerin daha da önem kazandığı gözlemleniyor. Kıbrıs, bu daha büyük oyun içerisinde, daha küçük bir parçadır diye düşünüyorum.”
“Dünya, çok ciddi jeopolitik değişimlere gebe”
“Dünya, şu anda ve önümüzdeki dönemde çok ciddi jeopolitik değişimlere gebedir” değerlendirmesinde bulunan Sözen, “Özellikle bize yakın bölgelerden bahsediyorum… Ukrayna savaşı bu süreci tetiklemiştir. Hızlandırmıştır. Bir yanda ABD ve Çin arasındaki rekabet, bir yanda ise Ukrayna savaşı. Bunların tetiklediği küçük yerler var. İsrail’in Araplarla normalleşmeye gitmesi, Kafkaslarda yeni değişen güç dengeleri… Örneğin Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki Karabağ konusu. Bu durum belki de Rusya’nın Ukrayna ile meşgul olduğu süreçte, Ermenistan’ın eksenini değiştirecek, batıya daha çok entegre edecek” şeklinde konuştu.
“Türkiye, ‘değerli yalnızlığın’ çok da değerli olmadığını gördü”
Türkiye’nin, “değerli yalnızlığın çok da değerli olmadığını” gördüğünü belirten Sözen, “Bu kapsamda normalleşme yolları aranmaya başladı. İsrail ve Mısır gibi ülkeler de Türkiye’yi izole ederek sorunları çözemeyeceklerine inandılar” ifadelerini kullandı.
Sözen, sözünü ettiği sürece girilecekse, Erdoğan’ın mevcut söylemde çok da ısrarcı olabileceğini düşünmediğini ifade ederek, “Türkiye, Doğu Akdeniz’de işbirliğine dayalı bir formüle girecekse, bugün izlediği iki devletli politikayı yumuşatmak zorunda kalacaktır. Ama bu yeterli olacak mı?” sorusunu sordu, Kıbrıslı Rum lider Nikos Hristodulidis’in tavrının belirleyici olacağına dikkat çekti.
Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı Prof. Dr. Yücel Vural:
“Çok rutin, sıradan bir açıklama”
Doğu Akdeniz Üniversitesi (DAÜ) Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yücel Vural ise, Erdoğan’ın açıklamasını “çok rutin bir açıklama” olarak nitelendirdi:
“Çok rutin, çok basit, fazla detaya inmeyen, sıradan bir açıklama… Kıbrıs Türk tarafının 2017 yılında bu yana en azından belli çevrelerin beklentileri yönünde bir açıklama. Ama çok güçlü bir açıklama değil.”
Erdoğan’ın, Kıbrıs Türk tarafının adil ve kalıcı bir çözüm için daima samimi bir çaba gösterdiğini söylediğini anımsatan Vural, “İkincisi ise federasyon zemininde bir çözüm olmayacağını herkesin kabul ettiğini söylüyor. Mesela bu gerçeği kabul etmeyen kim? Sayın Erdoğan ‘herkes’ diyor… Bu herkes kimdir?” diye sordu.
“Anlaşılan, Kıbrıs bir pazarlık unsuru olarak kullanılıyor”
Vural, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Sayın Erdoğan’ın sözünü ettiği ‘herkes’ AB, ABD, G-20 ülkeleri, geriye kalan uluslararası aktörler, Kıbrıslı Türkler – Kıbrıslı Rumlar ve Türkiye’nin komşuları olmayacağına göre kim? Esas anlamını anlayabilmek için Erdoğan’ın AB hakkında yaptığı açıklamayı da okumak gerek. Erdoğan, ‘AB, Türkiye’ye yönelik yükümlülüklerini artık yerine getirmeye başlamalı’ diyor. Anlaşılan, Kıbrıs bir pazarlık unsuru olarak kullanılıyor. Erdoğan, ‘benim bir takım beklentilerim var, bu beklentilerimi karşılayın, ben de bu rutin açıklamaları yapmayım’ diyor.”
“Bu bir pazarlık girişimidir” diyen Vural, “Ben bu açıklamanın çok fazla üzerinde durulması gerektiğini düşünmüyorum. AB ile Türkiye pazarlığa girecek mi – ki girecek- Erdoğan’ı tatmin edecek adımlar atarlar mı? Bunu zaman içinde göreceğiz” ifadelerini kullandı.
Erdoğan’ın AB’ye yönelik “üyeliğe giden yolu gösterin” dediğini, “yolu açın” demediğini ifade eden Vural, “Yani gerçekçi yaklaşıyor. En azından yolu tarif edin ve bir takım adımlar atın ki biz de sizin beklentileriniz yönünde –ki AB’nin temel beklentisi Kıbrıs sorununun çözülmesidir- adımlar atalım diyor. Bunun olması için de müzakerelerin başlaması gerekiyor” şeklinde konuştu.
Vural, “Yapılan açıklamanın olası müzakere masasında el yükselteceğini düşünmüyorum ama başka alanlardaki beklentilerini karşılamaya yönelik bir pazarlamadır” diyerek, “Bizim esas pazarlığa bakmamız gerek” ifadelerini kullandı.
Eski Dışişleri Bakanı ve müzakerecilerden Prof. Dr. Kudret Özersay:
“Bu kadar şey söylendikten sonra tekrardan federal çözüm zeminine dönülmesini beklemiyorum”
Eski Dışişleri Bakanı ve müzakerecilerden Prof. Dr. Kudret Özersay ise “Bu kadar şey söylendikten sonra tekrardan federal çözüm zeminine dönülmesini açıkçası ben beklemiyorum” dedi.
Özersay, “Eğer yeni bir süreç başlayacaksa, bu süreç klasik, kapsamlı çözüm müzakere süreci değil; bölgesel bağlar içerisinde çeşitli konularda işbirliklerinin ele alınacağı bir süreç olacak” değerlendirmesinde bulundu.
Erdoğan’ın konuşmasının, Türkiye’nin Kıbrıs politikasıyla ilgili olarak pek çok açıdan net mesajlar içerdiğini söyleyen Özersay, anlaşılması gereken öncelikli konuyu, “Kıbrıs sorununun sadece Kıbrıslı Türkler ile Kıbrıslı Rumlar arasında bir sorun olmadığı” olarak değerlendirdi.
Özersay, şöyle devam etti:
“Türkiye de bu uyuşmazlığın taraflarından birisidir ve hem hukuken hem de reel politik açısından bir çözümün olabilmesi için Türkiye’nin de rızasına ihtiyaç vardır. Bunu beğenirsiniz veya beğenmezsiniz realite budur. Bu nedenle çözümün şekliyle ilgili olarak Kıbrıslı Türklerin rızası gerekli olduğu gibi Türkiye’nin de rızası önemli ve gereklidir.”
“Taraflar, ideal çözümleri için karşı tarafa bir şey vermeye hazır mı?”
Erdoğan’ın konuşmasında federal bir çözümü gerçekçi bulmadığını ve bunu mümkün görmediğini söylediğini anımsatan Özersay, “Bu nedenle de aslında federal çözüme rızası olmadığını belirtiyor ve bunu ilk kez söylemiyor ama BM Genel Kurulu seviyesinde istikrarlı şekilde tekrar ediyor. Eğer gerçekçi olacaksak bu nokta göz ardı edilebilecek bir şey değildir. Bu nedenle bu saatten sonra Türkiye politikasını değiştirmediği sürece federal çözüm zemininde bir müzakere sürecinin başlamasını beklemek gerçekçi değildir” iddiasında bulundu.
Erdoğan’ın konuşmasında geçen yıl olduğu gibi “KKTC’yi tanıyın” çağrısını yinelemesinin de kendiliğinden KKTC’nin tanınmasını sağlamayacağı gibi, “iki devletli çözümü” de kendiliğinden mümkün kılmayacağını vurgulayan Özersay, şöyle devam etti:
“KKTC’nin tanınması için uluslararası toplumun ya da her bir devletin kendi rızasına ihtiyaç vardır. ‘İki devletli çözüm’ talebinin gerçekleşebilmesi ya da iki devletli çözüm zemininde müzakerelerin başlayabilmesi için de güneyin rızasına ihtiyaç vardır. Güneyin politikasını değiştirmediği sürece bu türden bir müzakere de çok gerçekçi görünmemektedir. Yani özetle taraflar kendi ideal çözümleri konusunda diğer tarafın rızasını almak için diğer tarafı ikna edebilmek için bir şey vermeye hazır mıdırlar? Böyle bir ihtimal var mıdır? Bugün için böyle bir perspektif pek yoktur.”
Özersay’a göre iki ihtimal: Konfederasyon ya da işbirliği
Bu durumda geriye iki ihtimal kaldığını söyleyen Özersay, şöyle devam etti:
“Bir ihtimal federal çözümün dışında Türk tarafının kabul edebileceği ve iki devletli çözüm olmayan yani Rum tarafının kabul edebileceği daha farklı bir ortaklık için kafa yorulmasıdır ki bu örneğin konfederal bir ortaklık olabilir. Bir diğer ihtimal ise nihai çözümün ne olacağı konusunda uzlaşmaya çalışmak yerine bugünkü fiili durumu esas alarak taraflar arasında enerji, ticaret, ekonomi, turizm, limanlar, hava sahası, doğal gaz, insan kaçakçılığı, yasa dışı göç, kara paranın aklanması ve benzeri konularda tanınmaya varmayacak, tarafların statü konusundaki iddialarına halel getirmeyecek şekilde işbirliği yapmaktır. Bu türden işbirliği modelleri sadece Kıbrıs’ın iki tarafında fiilen var olan iki devleti değil bölgedeki diğer aktörleri de içerebilmelidir. Böylece Doğu Akdeniz bölgesinde karşılıklı bağımlılık ortamı yaratılabilecek, çatışma ve gerginlik ihtimali azalacak, uluslararası barış ve güvenlik için daha istikrarlı bir durum yaratılabilecektir.”