Filiz Uzun
Mekânların dili olduğunu düşünenlerdenim. Tıpkı canlılar gibi... Onlar da konuşurlar bence, duymayı becerenlere. Anlatırlar dertlerini, tasalarını, sevinçlerini, içlerinde yaşanılanları. Ama hayat karmaşası ve koşuşturma içerisinde duymayız seslerini çoğu zaman. Ne dertleri var kim bilir, onların da bizler gibi.
Eski Lefkoşa olarak bilinen Arabahmet bölgesinin birçok sanatçı için ayrı bir yeri olduğu bilinir hep. Kıbrıslı sanatçıların birçoğunun atölyelerinin burada olduğu ve sanat eserlerini de bu bölgede ürettiklerini. Nedenini sorgulamaya gerek olmadığını düşünüyorum. Oradaki evlerin 200-300 yıllık olduğunu bilmek yeterlidir bence. Her bir evin bir değil birçok hikayesi vardır anlattığı.
Geçen gün sevgili Ruzen Atakan ile röportaj için Arabahmet bölgesine röportaj vaktinden biraz erken saatte gittim. Dolaşmak ve son zamanlardaki değişiklikleri görmek için. Sessiz sokaklarda dolaştım. Evlerden gelen sesleri dinledim. Evlerin kapılarına dokundum, kapıların önündeki merdivenlere oturdum. Bir çok evi inceleyip içlerinde yaşanılanları hayal etmeye çalıştım. Açık söyleyeyim hüzünlenmedim değil. Yüzlerce yıllık tarih var orda ve bizler sahip çıkmıyoruz. Bu bölge, bu evler başka bir ülkede olsa neler olurdu diye geçti aklımdan dolaşırken. Bazı evleri yabancıların aldıklarını ve restore ettirdiklerini duydum. Bazı evlerin kirada olduğunu ve dokusunu bozduklarını gördüm. Restore edilenler de var. Aileler tarafından korunanlar da.
Bazı evlerin yanından geçerken gelen gürültülü sesler dikkatimi çekti. İçerdeki görüntüler bölgenin dokusuna pek uymasa da son durum bu işte dedim kendime. Bir süre sonra Fransız Kültür Derneği binasından harika bir müzik sesi geldi kulağıma, o dokuya inanılmaz yakışan Chopin’in piyano sesi… Tanrım büyülendim ve kapının önünde belki de 15-20 dk oturdum. Klasik müzik ne kadar yakıştı bu eve anlatamam. Kapıyı çaldım ve karşımda Ressam Ruzen Atakan. Sıcak, samimi, enerjik. Kırk yıllık dostunu karşılar gibi karşıladı beni. Genç sanatçı adaylarıyla çalıştığından mıdır yoksa bitmeyen çocuk ruhundan mıdır bilmem ama önce harika bir insan Ruzen Atakan. Harika da bir sanatçı, her yönüyle.
Ruzen Atakan da Eski Lefkoşa bölgesine aşık bir sanatçı. Evi başka bir yerde olsa da “her gün buraya gelmezsem nefes alamadığımı hissederim. İşim olmasa dahi bisikletimle bir tur atarım mutlaka” diyor.
Kendi için bir atölye almayı başarmış sonunda Arabahmet bölgesinden. O kadar heyecanlı ki. Çocuğundan bahseder gibi anlatıyordu yeni atölyesini. Birlikte gidiyoruz tadilat halindeki evine. Fotoğraflar çekiyoruz. İlginç hikâyeler anlatıyor bana evle ilgili. Duvarları kazarken mektuplar buluyorlar minik minik Arapça yazılarla. Okutamadan parçalanıyor kağıtlar, yüzyıllar öncesinden kaldığından. Kendi de böyle şeyler yapacağını anlatıyor. Evin inanılmaz bir ruhu var. Girdiğimde duygulanıyorum. Taşlarına, yerdeki tahtalarına, kapılar, camlardaki vitray. Eski dokuyu geri çıkartmak için çabalıyor Ruzen, hayaller kuruyor yeni atölyesiyle ilgili. Bu atölye ile ilgili projelerini anlatıyor bana, en az onun kadar heyecan duyuyorum. Yaklaşık 30 yıllık bir sanatçının kendi atölyesini daha yeni alıyor olması ne kadar manidar değil mi?
Umarım her sanatçının onun ruhuyla bütünleşecek, yeni eserlerini üretmek için çalışabileceği mekânları olur. Ve umarım bu eserlerini sergileyebilecekleri sanat galerileri açılır. Asıl önemlisi umarım sanata değer vermek, bir devlet politikası haline gelir.
Teşekkürler Ruzen Atakan, çocuk ruhunun hiçbir zaman kaybolmaması dileğiyle…
RUZEN ATAKAN: SANAT ÇOK BOYUTLU BİR ALAN
F.U: Kendini bize tanıtır mısın?
R.A: Hayatımı kısaca özetleyecek olursam 1966 Lefkoşa doğumluyum. Ailem Luricinalı olduğundan çocukluğum Luricina’da geçti. Babamın öğretmen olmasından dolayı 1974 savaşından sonra Düzova köyüne yerleştik. Daha sonra babamla çeşitli köyleri dolaşarak farklı farklı köylerde yaşadık. 18 yaşımda Üniversite’ye gittim. Daha sonra da evlenip Gönyeli’de yaşamaya başladım. Bir oğlum var. Uzun yıllardır resim alanında çalışıyorum. Güzel Sanatlar Lisesinde de öğretmen olarak çalışıyorum.
F.U: Kendinize ait bir atölyeniz yok mu? Fransız Kültür Derneğinde mi çalışıyorsunuz?
R.A: Uzunca süredir surlar içinde çalışan bir sanatçıyım ben. Daha önceleri bir arkadaşla ortak bir atölyem vardı. Sonra Alayköy’de bir yer kiraladım. Ama orda çalışamadım çünkü buraya alıştım ve başka bir yerde çalışamıyorum. Şu an kendim için Arabahmet mahallesinde bir ev aldım ve onun restorasyonu ile ilgileniyorum. Ancak şu an hem Basın-Sen’in binasının hem de Fransız Kültür Derneğinin anahtarları var. Çalışmalarımı buralarda yapıyorum geçici bir süre için. Bu arada her iki derneğe de bana kapılarını açtıkları için teşekkür ederim. İki bina da yaşayan ve canlı binalar. Gelen giden çok var ve ben böyle yaşayan yerde çalışabiliyorum.
F.U: Resim için yetenek olmalı mı yoksa eğitimle her şey mümkün mü?
R.A: Benim hem sanatçı hem de 17 yıllık eğitimci rollerim olduğundan biraz daha farklı düşünüyorum. Bizler eğitim almış sanatçılar olarak bu alanda kendimi şanslı buluyorum. Çünkü dışarıda kendi alanlarında eğitim alma şansı bulamayıp kaybolup giden dünyada birçok değer olduğunu düşünmekteyim. Sanat artık çok boyutlu bir alandır. Sadece resim değil birçok alanda üretip sanat yapılabilir. Yazınını, görseli, fonetiği, performansıyla çok yönlü gelişmesi gerekir ki ortaya çıkardığı eseri seyirciyle buluşturabilsin. Eğitim önemli bir süreçtir. Aslında hepimiz çocukken resim yaptık. Yazıyı öğrenmeden önce kendimizi resimle ifade ettik. O dönemde çocuk desteklenebilir ya da doğru yönlendirilirse bence sanatın herhangi bir alanına tutunacaktır diye düşünüyorum.
YARATMAK İSTEĞİ
F.U: Siz çocukluk çağında diğer derslerde de başarılı bir öğrenciydiniz. Resim’e yönelmeniz nasıl oldu?
R.A: Tamamen kendi tercihimdi. Resim alanında karar kılmadan önce anneme berber olmak istediğimi söylerdim. Ama saçları çok farklı keseceğimi, yüzleri boyayacağımı farklı renkler kullanacağımı, farklı tarzlar ortaya çıkaracağımdan bahsederdim. Burada yine yaratmak ve sanatsal düşüncelerim vardı. Başka mesleklere kaysam bile kısa süreli ilkokul çağımdan beri resimle bütünleşecek bir meslek seçmekte karar kılmıştım.
F.U: Şu an sanatla uğraşan birçok kişinin ayrıca başka işler de yaptığını görüyoruz. Burada resimlerini satarak ayakta kalabilen bir ressam var mı?
R.A: Bu sadece Kıbrıs’ta değil dünyada da böyledir. Sanat yükselen bir mesleksel değer değildir günümüz dünyasında. Dünyada da sanatçıların çoğu 2. iş yapmaktadırlar. Kimisi dershanelerde, kimisi barlarda, kimisi 2. eşya satan dükkanlarda… Sadece resimde de değil tüm sanat alanlarında da durum budur. Ekonomik olarak düşünülecek bir alan değildir sanat. Düşünürseniz getirisinden çok götürüsü vardır. Kullanılan malzemeler masraflıdır. Malzemesiz üretim de yapamazsınız.
DİREKT MESAJ
F.U: Yaptığınız resimleri nasıl anlatırsınız?
R.A: Kısa sürelerde konsept ya da konuyu değiştirebilen bir yapım yoktur benim sanatçı olarak. Çok uzun süredir çevre ile ilgili resimler yapmaktayım ve bu konu beni uzun zamandır yönlendiren bir konudur. Çeşitli biçimleriyle dile getiriyorum. Açıkça da vurgulamaya çabalıyorum. Son zamanlarda yaptığım resimlerde direkt mesajı vermek istiyorum. Dolayısı ile seyirciyle buluşturduğum zaman resimlerimi oradan aldığım enerji ile 2. hikâyenin ortaya çıkmasını istiyorum. Benim için, Kıbrıs için doğal çevre ve dünya için de bu büyük bir sorun diye düşünüyorum.
F.U: Çevredeki sorunları mı aktarıyorsunuz?
R.A: Sadece sorunlar değil. Çevredeki güzellikleri de aktarıyorum. Sanat aslında var olan güzellikleri de aktarmak değil midir? Tabii bu güzelliklerin yanında herkes tarafından görülen ama aktarılmayan sorunların da aktarılması gerekir.
F.U: Sergiler hakkında ne düşünüyorsunuz? En son serginizi açalı ne kadar oldu?
R.A: Sergi açmayalı uzun zaman oldu. Maalesef öyle bir amacım da yok artık. Çünkü Kıbrıs’ta profesyonel anlamda galeriler yok, profesyonel anlamda alıcılar da yok, profesyonel anlamda düzenlenen sanat fuarı ya da herhangi bir oluşum da yok. Bu aslında bizim sadece kendi kapalı çevremizde, atölyemizde veya evimizde geçen yaratma sürecidir. Çok olumlu bir biçim değil aslında. Örneğin teknokrat hükümet döneminde Sn. Sibel Siber’in bir söylemi vardı. Sanat müzesi konusunda. Bu söylem beni heyecanlandırmıştı. Bu bir anlık bir heyecandı maalesef devamı gelmedi. Hakkı Atun’un meclis başkanlığı döneminde sanatçıya gerçekten değer verilmiş ve her türlü sanat aktiviteleri desteklenmiştir. Sanat camiası o dönem canlı bir dönem yaşamıştı. Ancak yaklaşık 15 senedir sanat adına var olan değerler bile yok edilmiş, düzey düşürülmüştür. Bu da sanatçının içine kapanmasına sebep olmuştur.
DÜNYADA RESİM
F.U: Güney Kıbrıs’taki sanatçılarla sergiler oldu bir dönem…
R.A: 2003 yılında Güneye geçiş kapılarının açılması ile ortak çalışmalar, ortak sergiler oldu. 2011 yılına kadar hem kişisel hem de karma sergilerim oldu benim de ama 2011 yılından beri orda da durum aynı, oradaki sanatçılarda da durağan bir süreç var. İşbirlikleri de durdu. Kendi içimizde kendi ülkemizde yaptığımızın karşılığını görebileceğimiz bir ortam maalesef yoktur.
F.U: Sergi açmak ayrı bir iş değil midir sizce? Bunu dünyada sanatçı mı yapar?
R.A: Ben birçok sanatçı arkadaşımın da benim gibi olduğuna inanırım ama kendi adıma konuşacak olursam ben sergi açmaktan gerçekten korkarım. Çünkü dediğin gibi sergi açmak bunlarla ilgilenmek ayrı bir boyuta geçmektir. Yerin bulunması, sponsor bulunması, ışık düzenlemesi, tabloların asılması, konukların davet edilmesi, kitapçığın hazırlanması v.s. Bu süreç sizin üretimden kopmanıza sebep olur. Oysa bu, dünyada böyle değil. Sanat galerileri vardır. Siz sadece resimlerinizi yaparsınız. Onlar tüm diğer işlerle ilgilenirler.
F.U: Bizde sanat galerisi vardı bir dönem. Şimdi yok mu hiç?
R.A: Evet vardı. Mesela en az 3 sanat galerisi vardı. AKM daha profesyonel anlamda çalışıyordu. İktisat Bankasının sergi salonu vardı. Kapatıldı. Her alanda bir düzeyin düşürülmesi biçiminde bir oluşum var. En küçük birimlerde bile sanatsal estetiğe hiç değer verilmiyor. Örneğin her gün etrafta gördüğümüz binalara bakarsak ne kadar estetikten uzak olduğunu görebilirsiniz. Kocaman evlerin içine insanlar en iyi koltukları en iyi perdeyi koyarlar ancak duvarlarına bir sanat eseri koymayı düşünmez. Sanatla alakası olmayan resimler asıyorlar. Bence o ev tamamlanmamıştır.
SANATÇININ ROLÜ
F.U: Dünyada büyük iş yerlerinin sanat galeri var. Ya da Türkiye’de bankaların da var.
R.A: Dünya’da uzağa gitmeyelim, Türkiye’de de büyük iş yerlerine devlet bazı yaptırımlar uyguluyor. İş yerinin yapım aşamasında binası veya mobilyasını da maliyetinin %5’ini sanat eserlerine harcayacaksınız diyorlar. Ama bizde maalesef mimarlar-mühendis odalar birliğinin etkisi artık azaldı. Kaçak birçok bina var etrafta. Çevre bir bütündür. Doğasıyla, binasıyla, alt yapısıyla, yollarıyla. Çevreyi güzelleştirmek bir devlet politikası olmalıdır. Hükümetlerin keyfinde olmamalı. Örneğin Türkiye’de İş bankasının sanat galerisi vardır, Yapı Kredinin de, Garanti Bankasının da galerileri var. Burada da bu bankalar var ancak burada sanat galerisi açmıyorlar ya da herhangi bir sponsorluk yapmıyorlar. Devlet ona böyle bir yaptırım uygulamıyor. Ne de Kıbrıs’taki iş yerlerine.
F.U: Bu sürecin böyle gitmesinde sanatçıların payı yok mu sizce? Sanat galerilerimiz yok ancak birkaç sanatçı birleşerek sokakta bir sergi açamaz mı? Bunun olmaması neye bağlı sizce?
R.A: Burada sanatçıyı dışlamış değilim sorunun bu kadar büyümesinde. Sanatçının da herkes gibi payı vardır mutlaka. Resmin iki boyutu vardır bir estetik boyutu bir de ekonomik boyutu. Üretimde bir sorun olmayabilir ancak ekonomik boyutu sanatçı tek başına yapamaz. Bunu ciddi anlamda birçok şeye bağlayabiliriz. Ekonomik boyut derken sadece üretim aşamasındaki boyuttan bahsetmiyorum. Devletin sanat alanında yeni uygulamalar ve ciddi düzenlemeler yapması gerekmektedir.
SORUNLAR SANATI ENGELLİYOR
F.U: Sizce sanatsal anlamda bir iyileşme nasıl gerçekleşebilir?
R.A: İyileşme süreci sadece sanat için değildir bence. Ülkemizde sorun sadece sanatsal anlamdaki sorunlar değildir. Çok fazla sorunumuz vardır. Sanatsal anlamda iyi eğitimli bireylerin talepleri ve beklentileri de farklı olacaktır. Bir süreçtir, bu sadece yasa ile de düzelmeyecektir. Yasalar uygulamaya geçirilemiyorsa ya da insanlar estetik ve sanatı talep etmiyorsa düzelme olmayacaktır. Üretilen insanlarla buluşabiliyorsa sanat sanattır. Mesela Suriye’de kim bilir ne sanatçılar vardır neler üretiliyordur ancak şu an Suriye’de sanatın konuşulacağı ortam bile yoktur.
F.U: Başka ülkelerin sanatlarını izlediğiniz vakit ne düşünüyorsunuz?
R.A: Başka ülkelere gittiğim vakit sanatın ortamlarıyla birleştiğini ve bütünleştiğini düşünüyorum. Örneğin Gönyeli’den Surlariçi’ne gelene kadar geçtiğim yolda sanat eserleri görmek istiyorum, yeşillikler, doğa, ağaç görmek istiyorum. Temiz bir çevre görmek istiyorum. Diğer ülkelerde sanatlarıyla çevreleri örtüşüyor. Ve ben bunları ülkemde göremediğimde bu istediklerim fantezi gibi geliyor bana. Sanat, çevre insanlar bir bütündür. İyileşme her alanda olmalıdır. Planlanarak yapılmalıdır. Örneğin Amerika’da 50 yıllık binalar tarihi eser kapsamına alınıp korunuyor çünkü eski bir tarihleri yok. Oysa bizde 200-300 yıllık tarih var.
F.U: Güzel Sanatlar Lisesinde okuyan öğrencileriniz sanatın temelini öğreniyorlar mı? Ya da sanatçı adayları yetiştiriyor musunuz?
R.A: Bizim okuldan mezun olan İngiltere, Türkiye ya da buradaki Güzel Sanatlara giden öğrencilerimiz özellikle birkaç sene yeni hiçbir şey alamıyorlar, çünkü resim alanında alması gereken her şey bizim okulda veriliyor.