Gürkan Gökaşan
Geçtiğimiz hafta yaşadığımız; saatlerin 1 saat geri alınma muhabbetini hatırlıyorsunuz. Tartışa tartışa bir yere varamadık! Ara bölgeden geçerken “Saat kaç şimdi?” esprilerinden de bunaldık mı? Evet… İlk başta güzeldi ama o espriler, hiç şikayet edemem. Bu tartışmaların üzerinden bile 1 hafta geçmiş, pes! Şu zaman denen şey, bir tek bana mı hızlı akıyor?
Yokuş aşağı giden zamanın, ters-düz eden gerçeği…
Bir avuç pirilliyi cirileyim diyorum, o yokuş aşağı giden zamandan öteye… Naftalin kokulu ceketin, cebindeki bir mendil kadar eskiyiz zaten şurada. Ne? Zamana yenilmek mi? Hayır! Zamansızlığa yenilmek şu bizdeki telaş… Hep, bir yerlere yetişmeye çalışırken, diğer zaman diliminin dışında kalmak. Bir dilim ekmeğe muhtaç bakan bir çift göz belki ‘zamanın’ en somut hâli… Ya da, artık ağzını bıçak açmayan yaşlı bir çınar gölgesi gibi… Zamanla kaybettiğimiz ne varsa bu zamanda, işte bu zamanın en büyük sorunu da o. Soyut birşey kaybediyoruz ama, avuçlarımızın arasından kayıp gittiğini de görebiliyoruz…
Zamanı geri al(a)mama
Kısa ve öz; geri alamazsın. İstersen milyonlarca lirayı harca, yine de geri getiremezsin. Geçen zaman, ‘giden bir kadın’ gibidir. Önce, gitmemek için her yolu dener… Sonra, ardına bile bakmadan, sessizce gider. Sen ne yaparsan yap, o artık dönmeyecektir. Tekrarı yoktur. Şakası da yoktur. Zamanı iyi değerlendirmek için tek bir şansın vardır; o da, o andır! Geri çekme ya da durdurma tuşu yoktur. Yaydan çıkan bir ok gibidir. Ya varacağı hedefe gider, ya da ona varamadan yolda düşer.
Zaman; çok kıymetlidir.