“Sadece oğlunun kemiklerini istiyordu...”

Sevgül Uludağ

Berfo Kırbayır: 'Bir direnişçinin' portresi...

 

"Benim evladım gelir diye kapıyı, bacayı açık bıraktım. Ay geçti, gün geçti, sene geçti benim çocuğum gelmedi. Benim çocuğum ölmüşse cenazesini bana versinler" diyen bir Cumartesi Annesi’ydi.

Rengin Arslan - BBC Türkçe

105 yaşında 21 Şubat 2013’te  hayatını kaybeden Berfo Kırbayır Türkiye'de bir direnişin sembolü olarak görülüyor.
33 yıl boyunca, 1980 darbesi sonrası gözaltına alınan ve “kaybedilen” oğlunu aradı. Berfo Kırbayır için bugün Cumartesi Anneleri’yle simgeleşen Galatasaray Lisesi önünde buluşulacak.
"Berfo Ana" yıllardır verdiği mücadeleyle “gözaltında kaybedilen” yakınlarını arayanların simgelerinden.
"Benim evladım gelir diye kapıyı, bacayı açık bıraktım. Ay geçti, gün geçti, sene geçti benim çocuğum gelmedi. Benim çocuğum ölmüşse cenazesini bana versinler" diyen bir Cumartesi Annesi’ydi.
Oğlu Cemil Kırbayır, 13 Eylül 1980'de darbenin ertesi gününde Ardahan’ın Göle ilçesindeki Okçu köyünden, evinden gözaltına alınmıştı. Önce Göle’ye, sonra Kars Askeri Gözetimevi'ne gönderilmişti. O dönem sorguevi olarak kullanılan Dede Korkut Eğitim Enstitüsü'nde sorgulanırken, 8 Ekim 1980'de işkencede ölmüştü.
Cemil Kırbayır’a ne olduğu soruşturulurken, dönemin yetkilileri Kırbayır’ın “firar ettiğini” söylemişti.
Oysa görgü tanıkları vardı. Daha sonra TBMM İnsan Hakları Komisyonu’nun tespit ettiği üzere, Kırbayır işkencede öldürülmüştü.

CUMARTESİ ANNELERİ’NİN SİMGESİ
Yüzlerce hafta boyunca kayıplarını bulmak için Galatasaray Lisesi’nin önünde toplanan yüzlerce annenin simgesiydi Berfo Ana. Öfkesi hiç dinmedi. “Oğlumu bulmadan ölmem,” dedi. Sağlığı iyice kötüleşinceye kadar Galatasaray Lisesi’nin önüne geldi.
5 Şubat 2011’de TC Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüşen Cumartesi Anneleri’nin arasındaydı. Başbakan Berfo Ana’ya oğlunu bulma sözü vermişti.
Bu görüşmenin ardından TBMM İnsan Hakları Komisyonu inceleme başlatmıştı. Komisyon incelemelerinin sonunda, “Kırbayır’ın gözaltında işkence gördüğüne, işkence sonucu hayatını kaybettiğine ve cesedinin sorgulamaları yapan kamu görevlilerince ortadan kaldırıldığına” dair karara vardı.
Buna rağmen Kars’ta savcılık soruşturma açmadı. Bunun üzeririne Berfo Ana ve Cemil Kırbayır’ın kardeşi Mikail Kırbayır, 27 Ekim 2011’de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurdu.
Bundan yaklaşık bir yıl önce, 18 Şubat 2012’de ise bir toplantıda konuşmuştu Berfo Ana. Orada da isyanını dile dökmüştü. Verilen sözlerin tutulmasını istemişti.
Sadece kemiklerini istiyordu oğlunun: “Allah rızası için bakın verin benim cenazemi. Cemil Kırbayır'ın annesini soran var mıdır ki nasıl geziyor? Nasıl dolanıyor, nasıl geziyor? Cenazem için geldim. Sizin de evlatlarınız var. Benim cenazemi, çocuğumu bana verin. Poşet elimde kapıda oturmuşun, başımı vermişim taşların üstüne, kemiğini bekliyorum. Ben yandım. Anaları yakmayın. Ne olmuşsa verin bana. Ben Cemil ile beraber mezara gireceğim. Başımı vereceğim toprağının üstüne. Hani mezarı? Hani toprağı? Niye bana söz verdiler, niye getirmediler? Getirsinler.”

12 EYLÜL DAVASINDA MÜDAHİL
''Berfo Ana'' 4 Nisan 2012’de görülmeye başlanan, dönemin Genelkurmay Başkanı, Kenan Evren ve emekli Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya'nın yargılandığı davanın müdahillerindendi. Ambulansla duruşma salonuna giden Berfo Ana,“sağlık durumu” gerekçesiyle duruşmaya gelmeyen Evren’e seslenmişti 104 yaşında: “Allah senin evini yıksın. Kenan Evren korkma. Elin ayağın boşuna titremesin. Sen benim ocağımı söndürdün. Allah da senin ocağını söndürsün. Evren utanmadın mı?" demişti.
'Berfo Ana’nın vasiyetiAnnesinin ölümünün ardından konuşan Mikail Kırbayır, Berfo Ana’nın ölümünün yaklaştığını hissettiği zaman “Beni çocuğumun kemiği bulunmadan defnetmeyin, mezara gömmeyin” dediğini söylüyor.
Kırbayır, "Annemin hastalığı 32 yıldan beri yanan bir yürek. Gencecik yaşta kaybettiği 26 yaşındaki evladı Cemil’in acısı yıllarca yüreğini pişirmiştir. Bir asrı geride bırakmasına rağmen 3 ay öncesine kadar diriydi. Mide kanseri sonucu hayatını kaybetti” dedi.
(BBC – Rengin ARSLAN – 22.2.2013)

 

RADİKAL

“Berfo Ana'nın büyük davası...”

***  Berfo Ana ve Firik dedenin öykülerinde, bugün aradığımız barışın şifreleri var. Barışın neden gelmediğinin şifreleri

ALİ TOPUZ

Büyük davacılardan biri daha göçtü. Berfo Ana, 105 yıllık ömründe 33 yıl gece gündüz hak aradı. Oğluna kavuşma hakkı, dirisine bile değil, ölüsüne. “Benim çocuğumun mezarını bana versinler. Ben de beraber gireyim.”
Aradığı sevgili oğlu Cemil Kırbayır’dı. Devletin alıp vermediği Cemil Kırbayır. O günden sonra hep konuştu. Sözüyle davasını her yere taşımaya çalıştı. Devletin her katına, toplumun her kesimine. 12 Eylül davasının gerçek savcısı oydu, gerçek iddianamesinden ağır bir bölümdü onun elindeki. Diğer gerçek iddianame yazarlarıyla, içlerinden biri olduğu Cumartesi Anneleri’yle aynı dirayetin sahibiydi.
* *
Firik dede bir Dersim ulusuydu. O 2007 yılında göçtü gitti. O da uzun yaşadı, 106 yıl. 12 Eylül sonrasında iki oğlununu kulaksız yüzbaşı nam asker alıp ormana götürdü. Ağır işkenceler yaptı. En çok küçüğüne. Ağabeyini konuşturmak için. Ayaklarını yaktı. Ve kurşuna dizdi.
Ağabeyinin sırtına yükleyip eve yolladı. Firik dede o günden sonra hiç konuşmadı. Gülmedi. Sakalını kesmedi. Sadece deyişlerini söyledi. “Sırrımızdır” deyip derlemecilere vermediği deyişler.
Firik dedenin kararlı sessizliğiyle Berfo Ana’nın kararlı konuşkanlığı aynı acının, aynı davanın iki farklı tezahür tarzıydı. Biri bulamadığı mezarın davasını, çağrısını yaymaya çalıştı sözüyle her yana ahir ömründe. Biri eliyle açtığı mezarın başında sessizce gözyaşı döktü. Ne Firik Dede’nin davası bir sonuca erdi, ne Berfo Ana’nın.
Firik dede kendi acılı tevekkülüyle şöyle söyledi, “sırdır” dediği deyişlerden biriyle:
“Hiç yoktur namusu arı dünyanın.”
* *
Berfo ana dünya adaletine güvensizliğini, yargılanırken görmek istediği Kenan Evren’i beddualarıyla tanrısına havale ederek ortaya koydu. Bir de yük yükledi kalanlara, onun ardından yas pozlarıyla vicdan temizlemek isteyenlere: “Cemil’i bulmadan ölürsem beni gömmeyin.”
Berfo ana da artık sustu. Çağrısı sustu mu? Davası? Bir dava, bir çağrıdır. Bir ses. Bir davet. Bir kayıp davasıydı onunki.
Kayıp oğlunu bulamadı ama davasını kaybeden o değildi. Devlete karşı hepimizin kaybettiğini gösterdi. Devletin hep güçlü, bizim hep güçsüz olduğumuzu. Kimsenin kaybolmayacağı hukukun peşine düşmeyerek. O hukukun peşine düşenleri yalnız bırakarak.
O Hak’kına yürüdü. Bizi haksızlığımızla baş başa bırakarak.
* *
Berfo Ana ve Firik dedenin öykülerinde, bugün aradığımız barışın şifreleri var. Barışın neden gelmediğinin şifreleri. Mevcut kanun uygulayıcılarımız, bu öykülerin kanlı yazarlarını, 12 Eylül’ün faillerini “insanlığa karşı suç”tan yargılamaktan kaçındılar. İnsana, insanlığa, topluma karşı kolayca suç işlenebilen bir yerde olmadığımıza iki türlü inanabiliriz. Her şeyi unutup, içinde hak olmayan adalete razı olarak. İnsanlığa karşı suçların faillerini mahkum edip, sistemi deşifre edip, suçun kendisini lanetleyip, aşarak. Faili koruyan hukuktan mağduru koruyan hukuka giden yolu aşarak.
(RADİKAL – Ali TOPUZ – 22.2.2013)