Saf olmayan Kıbrıslılar

 

 

<< AB üyesi olan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yarattığı imkânlar ortaya çıktı! Orada da “saf olmayan Kıbrıslılar” olarak bizler yine bu gerçekle yüzleştik!.. Yarı-Türkiyeli olduğumuzu bilenler öncelikle özür diliyorlar, sonra “Siz üzerinize alınmayın ama bu gacolar…” diye başlıyorlar anlatmaya! Bilmeyenler ise büyük bir şevkle o gacolara “nasıl hadlerini bildirdiklerini” anlatıyorlar…>>  

 

 

Birol Karaman…

CTP Parti Meclisi üyesi…

Annesi Limasol’un Evdim köyünden, babası Bitlis’in Tatvan ilçesinden gelen ve 1974’ten sonra hayatlarını Girne’de kuran bir ailenin çocuğu…

Politikanın da içinde Birol…

Politik deneyimini son olarak CTP Parti Meclisi’ne seçilerek daha farklı bir noktaya taşıdı.

Kıbrıs’taki kültür çatışmasına ve Kıbrıslı Türklerin yok olma kaygısına daha farklı bir pencereden bakabiliyor.

Kimi zaman “Kıbrıslı” kimi zaman da “Türkiyeli” gözüyle, hepimizden daha geniş bir çerçeveden olayları yorumlama şansına sahip…

3 haftadır bu köşede tartışmaya çalıştığım konuyu “Kıbrıslı-Türkiyeli” tartışmasını ve “Kıbrıslı Türklerin yok olma kaygılarını” Birol Karaman’a da sordum.

Samimiyetle cevapladı, Adana’dan örnekler verdi!

İlginç bir yorum, okumanızı tavsiye ederim:

 

“Deniz bile pisliğini içinde tutmazmış(mış)!”

2002 yılında, üniversite eğitimim için Türkiye’nin Adana iline gittiğim zaman “yerli Adanalıların” anlattığı bazı hikâyeler çok dikkatimi çekiyordu! Kabaca şunu diyorlardı: “Biz Adana’da eskiden, kapımız penceremiz açık yatardık!  Sonra Doğu’dan Kürtler gelmeye başladıkça buraları bozuldu…”

İlk duyduğumda biraz da gülümsemiştim aslında. Kıbrıs’ta “şikâyet edilenler”den Adana’da da şikâyet ediliyordu.

                                                                                ***

Değerli hocamız Tufan Erhürman, Gaile dergisindeki bir yazısında fica, gaco gibi söylemlerin, şimdilerde yerini “Amerikalılar”a bıraktığından söz etmiş ve bunun nereden gelmiş olabileceği ile ilgili yorumlarda bulunmuştu.

Bu tanımlamada bulunan bir arkadaşıma bu konuyu sorduğum zaman, bunun Türkiye kökenli insanların ellerinde taşıdıkları bavullarla alakalı olduğunu öğrendim! Sırtlarında, boylarını aşan bavullarla gezen Amerikalı turistlere benzedikleri için böyle bir benzetme yapılmış.

Türkiye kökenli insanları tanımlamakta kullandığımız başlıca ifadelerden olan “fica” kelimesi ise denizlerin kıyısında bulunan otsu bitkilerin isminden geliyor! Yine bu ifadeyi kullanan bir diğer arkadaşımdan öğrendiğime göre “Deniz bile pisliğini içinde tutmaz, dışarı atarmış!”  

“Gaco” kelimesinin anlamı ise Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde zaten var! Çingene! Yani bizim deyişimizle “cingane”…

                                                                                ***

Annesi Limasol’un Evdim köyünden, babası Bitlis’in Tatvan ilçesinden gelen ve 1974’ten sonra hayatlarını Girne’de kuran bir ailenin çocuğuyum! Ben ve benim gibi “saf olmayan Kıbrıslılar” gerek Kıbrıs’ta gerekse Türkiye’de sürekli olarak “kendimizi nereli hissettiğimizle” ilgili sorularla karşılaşırız. Aslına bakarsanız belli bir yaşa kadar çok da sorguladığım bir konu değildi…

Belki yaşımın ilerlemesi ile belki de 2000’li yılların başında yaşanan çözüm ve AB süreci ile bu konu benim ve benim gibi insanların gündemine girmeye başladı!

Önceleri Annan Planı’nda bir rakam tartışması başladı… Planın ilk versiyonuna göre belirlenen rakam içerisinde sayılan babam, planın ilerleyen versiyonlarında annemle evli olması sebebiyle kota dışına çıkarılmıştı!

Sonra AB üyesi olan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yarattığı imkânlar ortaya çıktı! Orada da “saf olmayan Kıbrıslılar” olarak bizler yine bu gerçekle yüzleştik!

Günlük yaşam içerisinde karşılaştığımız incitici durumlar her geçen gün artmaya ve giderek acayipleşmeye başladı! Anne veya babası Türkiye kökenli olduğu için sevdiği insanlarla bir birliktelik kuramayan gençler, okulda arkadaşlık kurmaları yasaklanan çocuklar ve buna benzer bir sürü hikâyemiz var artık!

                                                                                      ***

Yarı-Türkiyeli olduğumuzu bilenler öncelikle özür diliyorlar, sonra “siz üzerinize alınmayın ama bu gacolar…” diye başlıyorlar anlatmaya! Bilmeyenler ise büyük bir şevkle o gacolara “nasıl hadlerini bildirdiklerini” anlatıyorlar.  

Girne sokaklarında gördükleri Türkiye kökenli işçilere Girne Kapısı’nın yerini sorup Lefkoşa cevabı alanlar, bu insanlarla dakikalarca “Ne işi var Lefkoşa’da Girne Kapısı’nın? Sizin Urfa’da Antep Kapısı var mı?” şeklinde alay ediyorlar… 

Buna karşın; sokakta alay edilen insanların buraya nasıl geldiğini ve ne şekilde çalıştırıldıklarını nedense kimse sorgulamıyor!

Bu ülkede, Ercan Havalimanı’ndan alınıp çalışacağı yere götürülen ve hâlihazırda lojmanı da çalıştığı yerin içinde bulunan, cumartesi ve hatta pazar günleri de çalıştırılıp üç aylık süresi dolduktan sonra on günlüğüne ülkesine “dinlenmeye” gönderilen ve bütün bu üç ay boyunca çalıştığı yer ile Ercan Havaalanı dışında hiçbir yeri görmeyen kaç tane insan var? Bunu biliyor muyuz?

Bu insanların aldığı ücret, yaşam ve çalışma koşulları nedir diye sorguluyor muyuz? Bu insanları çalıştıranların önemli bir çoğunluğunun o “saflığıyla” çok övündüğümüz Kıbrıslılar olduğunun farkında mıyız?

“Sokağın resmi” bu işte!

                                                                                  ***

Bir zamanlar çalıştırılmak üzere Almanya’ya davet edilen Türkiyeli işçilerin, bugün Almanya’da ırkçı cinayetlere kurban gittiğini gördükçe en azından “solda duranların” kendini yeniden sorgulaması gerekmiyor mu?

Almanya’da faaliyet gösteren neo-Nazi unsurların seçim afişleri ile bizim gazete manşetlerimiz kesişmeye başlıyorsa burada biraz durup düşünmek gerekmiyor mu?

                                                                                  *** 

Ulusal Birlik Partisi’nin uzun yıllardan beri uyguladığı ve devlet ciddiyetine de uymayan vatandaşlık dağıtımları elbette önemli bir sorundur ve mücadele edilmesi gerekir! Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Sn. Recep Tayyip Erdoğan’ın bu yılki 20 Temmuz ziyaretinde “Ya siz doğurun ya da biz nüfus göndeririz” söylemi elbette en sert biçimiyle reddedilmelidir!

Ancak, bütün bunlara karşı halen Ulusal Birlik Partisi’ni iktidarda tutmaya devam eder, çözüm mücadelesini bir kenara koyarsak ve “mücadelemizi” hem de hiçbir sorgulama yapmaksızın, sol değerlerimizi de unutarak burada çalışan, yaşayan farklı kökenli insanlara yönlendirirsek, işte o zaman herkes durduğu yeri bir kez daha gözden geçirmek durumundadır…

Herkes sorunun tespitini doğru yapmalı ve mücadele yöntemini doğru belirlemelidir!

Kontrolsüz nüfus akışı önemli bir sorundur ve sadece bizim için değil, örneğin Türkiye’nin Adana şehri için de geçerlidir.

Kıbrıs sorununa çözüm bulunmadığı sürece kontrolsüz nüfus akışının etkileri daha ağır bir şekilde hissedilecektir.

Almanya örneğini de göz önünde bulundurarak, soruna daha farklı bir açıdan bakabilmeliyiz. Aksi takdirde yarın çok daha başka dertlerle uğraşmak zorunda kalacağız!

 

 

 

 


YARIN: İstanbullu mu? Limasollu mu?

 

 

Arşiv Haberleri