Türkiye gailesine düştük ama bir gözümüz Kıbrıs’ın Kuzeyinde elbette. Sadece 35 gün sonra erken genel seçime gidilecek olan Kıbrıs’ın Kuzeyinde Sibel Siber Başbakanlığında kurulan geçici hükümet, iş başına geldiği andan itibaren aldığı kararlarla Kıbrıslı Türklerin UBP tarafından hoyratça incitilen onur ve umutlarını yeniden diriltmişe benziyor.
İrsen Küçük’ün sızlanmalarına, ısıtıla ısıtıla iyice tadı kaçmış “anavatan” pilavını yeniden masaya sürdüğüne bakılırsa UBP açısından durum ciddi.
Milliyetçilik zaten anlamakta güçlük çektiğim bir ruh halidir ama “işbirlikçilerin milliyetçiliğini” anlama noktasında beyin devrelerim yanma sinyali veriyor.
CTP-DP-TDP geçici hükümetinin kurulmasını “CTP’nin tükürdüğünü yalaması” olarak yorumlayan Küçük, iki lafın arasında Türkiye’ye ve Kıbrıs’ın Kuzeyindeki garabet milliyetçiliğe “iç gıcıklayıcı” mesajlar veriyor: “Hükümet programında kaç kez Anavatan, kaç kez KKTC geçiyor?” diye yüz kızartıcı bir ihbarda bulunuyor kendince.
Allah’tan Türkiye “büyük ülke!”. İrsen Küçük’e yanıt hemen aynı günün akşamı, Mersin’deki “Akdeniz Olimpiyatları Açılış Töreninde” veriliyor Türkiye tarafından.
Nasıl mı? İrsen Bey’in günde 5 vakit şükran duası ettiği “anavatanın” Başbakanı, “tanımadığı” Kıbrıs Cumhuriyeti Bayrağına bakarak açılış konuşması yapıyor.
Akdeniz Olimpiyatları açılış seremonisinde TC Bayrağının hemen sağında dalgalanan Kıbrıs Cumhuriyeti bayrağı hem İrsen Bey ve Kıbrıs’ın Kuzeyindeki işbirlikçilere hem de Türkiye’de “yavru vatan” hamaseti yapan her boydan her soydan milliyetçilere en güzel yanıtı veriyor.
Türkiye’de yapılan uluslararası bir organizasyonda Kıbrıslı Türklerin bayrağı dalgalanamıyor ama “tanımıyorum, tanımayacağım” dedikleri Kıbrıs Cumhuriyeti bayrağı salına salına dalgalanıyor.
Çok değil 1 ay sonra “Kutlu Barış Harekâtı” ve resmi Şükran törenleri yapılacak Kıbrıs’ın Kuzeyinde. Türkiye’nin ne kadar kat-kravatlı bürokratı varsa uçağa doluşup Lefkoşa’da alacaklar soluğu. Kıbrıslı Türklerin “özgür ve bağımsız” devletleriyle ne kadar mutlu olduğunu, “Anavatanın ilelebet KKTC’nin yanında yer alacağını” sayıp dökecekler bu “efendiler”.
Bir de “şafak nöbetçileri” var tabii. Kurtarıcıya şükranlarını, kendilerini “kurtarmaya gelip bir türlü geri dönmedikleri” o plajda sabahlayarak sunuyorlar epeydir.
Bizim Gelibolu’da da yapılır bir “Şafak Nöbeti” ama o nöbette “işgalci bir neslin torunlarının” mahcubiyeti dillendirilir. Büyük Britanya’nın başka bir işgal toprağından devşirip haksız bir savaşa sürüklediği Anzak’ların torunları Gelibolu’ya gelerek dedelerinin hatasıyla yüzleşir, bir anlamda pişmanlık dolu dersler çıkararak dönerler ülkelerine.
Sevgili Cenk yazmış, Kıbrıs’ın Kuzeyindeki “Şafak Nöbeti” öyle sivil, gönüllü bir organizasyon da değilmiş anlaşılan. Dışişleri Bakanlığı “sponsorluğunda” yapılıyormuş yıllardır. Yeni Hükümet “madem şükran sunmak istiyorsunuz, buyurun sunun ama bunu halkın kasasından yapmayınız” diyerek bu yılki Şafak Nöbeti’ne bütçe ayırmayı reddetmiş.
İrsen Bey ve Anavatan sevdalıları şimdi bir karar verecekler haliyle…
Hangi sevgi daha ağır basacak? Anavatan sevgisi ağır basarsa kimseden para pul almadan koşacaklar Çıkartma Plajına. Yok, eğer halkın kasasından “biat show” alışkanlığı ağır basacaksa verip veriştirecekler Dışişleri Bakanlığı’na…
Önümüzdeki 35 gün, işbirlikçi UBP iktidarının icraatlarıyla birlikte okunarak değerlendirilecek seçmen tarafından. Kıbrıslı Türkler kaçınılmaz olarak bir karşılaştırma yapacaklar. Yeni Hükümetin bu kısacık dönemde sergileyeceği dik duruş, geçiş hükümetini oluşturan partilerin bundan sonra izleyecekleri politikalar açısından da bir sınav, bir samimiyet testi olacak aynı zamanda…
Bir TC vatandaşı olarak, TC- Kıbrıslı Türkler ilişkisinde Türkiye ile kavga etmeyen ama “karşılıklı eşitlik ve saygıya dayalı” bir dik duruş beklentisi içerisinde oldum her zaman. Bunun, tanıdığım Kıbrıslı Türklerin tamamının da duygu ve düşüncesi olduğuna inanıyorum. Kimsenin “Anavatan” ile bir derdi yok. “Anavatan’ın” Kıbrıslı Türkleri yok sayan, kimlik ve kültürünü yok etme çabasından kaynaklanan bir dert var ortada. Kendisi Kıbrıs Cumhuriyetiyle al gülüm ver gülüm ilişkilerini yürütmekte sakınca görmeyen, Kıbrıslı Türkler’e ise bölünmüş ve izole bir ülkede yaşamaya mahkûm eden anlayışla derdi var Ada insanının. Sen Kıbrıs Rum Ordusuna lastik bile satacak, Kıbrıs Cumhuriyeti bayrağını her organizasyonda dalgalandıracak, sonra da Kıbrıslı Türklere “nüfusunu da değiştiririm, bütçeni de ben belirlerim, elinde avucunda olanı da ben alır-satarım” diyecek, karşı çıkana da “vatan millet” edebiyatı yapacaksın. Kıbrıslı Türkleri kızdıran, bizleri utandıran dert budur işte…
CTP, TDP ve DP hem “Geçici Hükümet uygulamalarıyla” hem de seçim programlarıyla bu “dik duruşu” açık, net, kesin biçimde ifade etmek ve bunu önümüzdeki 35 gün boyunca hayata geçirmek durumundadırlar. Aksi takdirde UBP işbirlikçiliğini eleştirmenin bir anlamı kalmaz.
UBP’yi düşürüp toplumu erken seçime götüren muhalefet partileri, toplumun önüne çok sağlam politikalarla, açık ve net seçim programlarıyla çıkmak durumundadır.
Türkiye’de giderek otoriterleşen AKP Hükümeti ile ilişkilerinin “kırmızı çizgilerini” berrak biçimde ortaya koymalıdırlar.
AKP hükümetinin Kıbrıs’ın Kuzeyinde göstere göstere yürüttüğü “Türkleştirme ve Sünni İslamlaştırma” siyasetini teşhir etmeli ve bu siyasete ilişkin tavırlarını yuvarlak laflara sığınmadan berrak biçimde ortaya koymalıdırlar.
UBP işbirliği ile yürütülen “Nüfus değiştirme siyasetini” net biçimde ortaya koymakla yetinmeyip, bu siyasete toplumun nasıl direneceğini berrak bir programla ortaya koymalıdırlar.
Örneğin Ada’ya göç ettirilmiş Türkiyeli nüfusun kazanılması yönünde ne tür politikalara sahip olduklarını açıklamalarını, bu arada da yasadışı nüfusun hangi program dahilinde nasıl geri gönderileceğini net biçimde açıklamalarını beklerim.
Ekonomisi çökertilmiş bir toplumun, bir bölge devi olan Türkiye ile ekonomik alanda karşılıklı çıkarlar temelinde dengeli bir ilişkiyi nasıl sürdüreceklerini, Türkiye’ye bağımlı ekonomik yapının nasıl bir politikayla bu bağımlılıktan kurtulacağını açık bir programla ortaya koymalıdırlar.
Karşılıklı eşitlik ve saygı temelinde yürütülmesi gereken “iki ülke arasındaki ilişkilerin” Türkiye tarafından suiistimal edildiği, çiğnendiği, zarar verildiği her durumda öncelikle Geçici Hükümet, sonrasında da muhalefet partileri berrak biçimde tavır koymalıdırlar.
Örneğin Geçici Hükümet’in TC Büyükelçisini davet ederek Mersin’de Türkiye’nin tanımadığını iddia ettiği Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bayrağının neden ve nasıl dalgalanabildiğini resmi bir nota ile protesto etmesini beklerim. Aynı yaklaşımı CTP, TDP ve DP’den de resmi birer parti bildirisiyle beklerim. Ama öyle TV programlarımda ya da basın bildirileri aracılığıyla değil. Resmen!
Örneğin Geçici Hükümetin ve tabii bileşeni olan partilerin Akdeniz Enerji hattında Türkiye-İsrail-Kıbrıs Cumhuriyeti arasında yürütülen gizli pazarlıklar içerisinde Kıbrıslı Türkleri nelerin beklediğini açıkça ifade etmesini isterim.
Saygı duyulmayı bekleyen bir toplumun ve o toplumdan 35 gün sonra oy isteyecek siyasi partilerin sorumluluğu budur…