Türkiye’de seçimler sonrasında bir değişim olacağına öyle çok inanmıştım ki seni çok sevdiğine inandığın bir sevgilinin birden “Ayrılalım” diyerek şok etmesini andırıyor bu sonuç. Ardından gelen kolektif yas hali ise daha bile ürkütücü. Bu yazı seçimlerle filan ilgili değil. Tam tersine beni politik yorum zombisine dönüştüren bu dönemden hızla uzaklaşmak niyetindeyim. Sen uzaklaşsan da o senin peşinde, hayatının tam ortasında diyebilirsiniz. Yine de kendime bir politik keder tatilini layık görüyorum.
Art arta gelen toplumsal ve kişisel felaketler neşemi alıp götürmüş olsa da yenik düşmeye pek niyetim yok. Sanata, edebiyata tutunmak hep yükselişte olmak demek. Henüz tam iyileşmemiş bu kırık ayakla nereye koşuyorsun diye sorabilirsiniz. Engelleri aşmak bizim işimiz.
Sosyal Medya anımsatıyor geçmişteki mayıs ve haziran aylarında nasıl kanatlı olduğumu; bir ülkeden bir ülkeye, bir etkinlikten diğerine uçup durduğumu. Şimdilerde evden dışarıya çıkmam bile küçük çapta bir devrim. Devrimleri çoğaltmak bizim işimiz.
Aslında son sıralar hayatı olabildiğine sadeleştirmekten yanayım. Hiçbir zaman yüksek tempolu bir hayat cezbetmedi beni. Müze gezerken bile, sadece bir bölümü gezip onun duygusuyla kalmak isterim. Bir güne sayısız deneyim sığdırdığım zamanlar da vardır elbet. Yine de dozunda olan deneyimler daha kıymetli gelir bana. Kendimi şarj edeceğim yalnızlık anlarına ihtiyacım vardır hep.
Arada kendimi korumaya almamın bir nedeni de toplumun içindeki sinsi ve gizli kötülükler. Birisi bir laf edip moralini bozabilir bir anda. “Seni daha iyi gördüm. Geçen sefer yorgun görünüyordun”, “Bu saç modeli yakışmış. Eskisi iyi değildi”. Burada şu ana değil de geçmiştekine takılırım hep ben. Sanki sinsi bir karalama vardır bu cümlelerde. Hep iyi görünebilmek nasıl da ağır bir yük insana. Işığımız sürekli yanık olamıyor ki.
En iyisi her şeyi olduğu gibi kabullenmek. Bütün sorun başkalarının yorumları karşısında anında kendini suçlamaya geçen bu iç seste. Kendimi yiyip bitiririm ben genelde. Elimdeydi ve yapmadım özeleştirisi yıpratıcı.
Hayatın tatlı bir esinti olduğu, içimdeki hafiflik duygusunu çok özledim. Çocuklar gibi sevinip gülemeyeceğimi biliyorum artık. Gülen bebek videolarını izlemek iyi geliyor. Böylesi gülmelerin hayran bir izleyicisi olabiliyoruz galiba artık.
Bazı eğlenceli insanlar vardır. İyi gelirler başkalarına. En kötüsü böylelerinin morali düşük zamanlarını gözlemek. Hayatta her şey devingen. Bunun kabulü içinde olmalı insan. Hiçbir durum, hiçbir saptama mutlak değil. Hele son yıllarda değişimin hızı baş döndürücü. Hem toplumsal düzeyde hem de kişisel hayatlarımız için geçerli bu. Değişimin kabulüyle davranmak çok önemli. Bir hafta önce buluştuğun bir insan bile ertesi hafta başka biri olabiliyor.
Belki de bütün mesele insan ruhunun bu hızla olan uyumsuzluğunda. Bir noktada bıraktığın birini birkaç hafta sonra bile nerede bulacağını bilemiyorsun.
Ne hiçbir şey göründüğü gibi ne de beklendiği gibi olacak bazı şeyler. Kesin öyle olur diye düşünüyoruz ama araya giren beklenmedik faktörler gidişatı değiştirebiliyor. Yine de Nazım Hikmet’i anımsayarak “En güzel günlerimiz henüz yaşamadıklarımız” diyebiliriz. Bunu düşünmek bile iyi gelir çünkü insana. Buna psikolojide Pygmalion etkisi deniyormuş. Olumlu yaklaşarak olumluyu inşa etmek yani. Pygmalion hemşerimizdir. Etkisi de bizim olsun.
Hayatımdaki düşmelerin tarihini yazabilirim ama bunların hiçbiri bir Waterloo değil. Her yenilgi bir ayağa kalkma çağrısı da taşır içinde. Kaybedenler kulübü şenlikli bir yer ayrıca. Sürekli zaferler mağrur yapar insanı.
Kalbin acıyorsa bir kalbin olduğunun işaretidir bu. Yenilmişsen de hedeflediğin bir zafer vardır ve hiç hedefsiz olmaktan iyidir.
Yenilgiler tarihi güzel büyük insanlığın tarihidir biraz da. Safları sıklaştırın çocuklar.