Mertkan Hamit
mhamit@gmail.com
Türkiye Futbol Federasyonu’nun Kıbrıs Türk Futbol Federasyonu’na yazdığı mektupla başlayan tartışmalar aslında Kıbrıslı Türk sağındaki ideolojik kırılmayı da temsil eden önemli bir örnek oldu. Bu yazıda, özet bir biçimde, kırılma olarak bahsettiğim futbol federasyonları meselesini ele alacağım ancak bunu yaparken Kıbrıslı Türk sağının tarihsel süreçlerinden de bahsetmeyi deneyeceğim.
Kıbrıslı Türk solunun aksine, Kıbrıslı Türk sağında çok fazla ideolojik farklılaşma ortaya çıkmamıştır. Ancak 1920lerin sonundan itibaren liderlik çekişmelerinin altında siyasi bir anlayış ile farklılaşmanın da olduğu bir gerçektir. İlk ciddi kırılma olarak nitelendireceğimiz olay 1930’lı yıllarda olmuştu. Kıbrıs’taki dini cemaat olarak tanımlayan ve bunun üzerinden siyaset yapanlarla, Jön Türklerle kendini ilişkilendiren halkçılar arasındaki çekişme, sağ içinde farklılaşmaları yanında getirmişti. Necati Bey’in, Sir Munir gibi sömürge ile işbirliği yapan liderlerle kavanın meclisinde başlayan çekişmeleri ilerleyen yılları da etkiledi.
Sömürge yönetiminin de desteğiyle 1944 yılında Kıbrıs Adası Türk Azınlık Kurumu kurulur. KATAK’ta sömürge idaresinin ağırlığı kısa zamanda milliyetçiler tarafından kabul görmemesinden ötürü KATAK’dan ayrılanlar aynı yıl Kıbrıs Milli Türk Halk Partisini kurar. Genel Sekreterliğine de Fazıl Küçük getirilir. KMTHP, Kıbrıs’taki karışıklıkların ve Türkiye’deki iktidar odaklarının da etkisiyle adını da değiştirir. Türkiye’de 6-7 Eylül olayları olarak bilinen ırkçı müdahalenin organizasyonunda da yer alan Kıbrıs Türktür isimli örgütün lideri Hikmet Bil ile görüşen Fazıl Küçük, KMTHP’nin adını Kıbrıs Türktür Partisi olarak değişitirir (1955).
Kıbrıs Türk sağında İngiliz emperyalizmine karşı silahlı bir mücadele verilmedi ancak kendi içinde verili koşullara irade göstermek isteyenlerle, sömürge yönetimine yaranmak isteyenler arasındaki ayrım belirleyiciydi. Siyasi özne olma talebini ortaya koyan Necati Bey’in en son sahibi olduğu işyerlerinin ateşe verilmesiyle sonuçlanan ilk kuşak Kıbrıs Türk sağının mücadelesinde Fazıl Küçük ağırlık sahibi olmuştu.
Ancak Fazıl Küçük liderliği kazanması ile kaybetmesi arasındaki süre tahmin edildiği kadar uzun değildir. Çünkü Kıbrıs adasının Türk adası olduğu iddiasını ortaya koyarken diğer yandan sömürgeciliğin devamına yönelik istek, paradigma değişikliğine uğradı. İngiliz sömürgeciliğine biat yerini taksim talebin bıraktı. Yeni söylemin öncü isimleri arasında Fazıl Küçük de vardı ancak onun yerine liderlik Rauf Raif Denktaş’a geçecekti. Bu, Rauf Raif Denktaş’ın çok daha militan ve radikal bir Türk milliyetçisi olmasından kaynaklanır.
Denktaş’ın ideolojik yaklaşımı temelde ayrılıkçı bir milliyetçi projenin gerçekleştirilmesini de benimsemiştir. Bu ayrılıkçı proje Türkiye tarafından destekleniyordu. Denktaş’ın ‘Kıbrıslı Rumlar, Enosis için Ölürüz diyordu, biz ise Enosis olursa ölürüz diyorduk’ şeklindeki düşünceleri o dönem Kıbrıslı Türk sağının milliyetçili anlatısının karşıtlık üzerinden kurulduğuna dair iyi bir örnektir. Diğer bir taraftan ‘Kıbrıs Türktür’ iddasından ‘Ya Taksim Ya Ölüm’ söylemine geçiş, Fazıl Küçük’ten Rauf R. Denktaş’a yönelmeyi de sembolize eder.
Paradigma değişikliği örgütsel olarak Volkan ile TMT arasında geçişte de görülür. Öyle ki, Fazıl Küçük 1957 yılında oluşturulan Türk Mukavemet Teşkilatının kurulma çalışmalarında yönelik olarak Denktaş, Burhan Nalbantoğlu ile beraber TMT’nin kuruluşu için çalışmaları başlatmasında Küçük’e hiç haber vermediğini söyler. Küçük’ün TMT’den ilk eylemlerle beraber haberdar olduğunu anlatır. Hatta Denktaş, Türkiye’den yapılacak silah desteği ile ilgili olarak Dr. Fazıl Küçük’ü Adnan Menderes ile yapılan görüşme sırasında yaptığı yorumlardan dolayı desteğin gecikmesinden de sorumlu tutar.
Örgüt olarak TMT, lider olarak ise Rauf Raif Denktaş ikinci kuşak Kıbrıslı Türk sağının lideri olur. İkinci kuşak sağın belirleyici iki özelliği vardır. Birincisi yöntem olarak silahlı mücadele benimsenmiştir. İkincisi ise Taksim projesinin gerçekleşmesi için milliyetçi ideoloji zaman zaman çevrenin merkezi yönlendirmesine sebep olmuştur.
Bununla birlikte TMT bu dönemde aşırı milliyetçi, anti-komünist bir örgüt olarak karşımıza çıkar. Birçok Kıbrıslı Türk aydının katledilmesinde de TMT’nin rolü vardır.
1974 yılından sonra ise paramiliter bir örgüt olan ikinci kuşak Kıbrıs Türk sağı yapı değiştirir. Tanınmamış olsa bile, bir devlet yapısı kuran Kıbrıs Türk sağı özne olma iddiasını kurumsallaştırır. Önce Kıbrıs Türk Federe Devleti’nın, ardından da KKTC’nin ilanı ile beraber üçüncü kuşak Kıbrıslı Türk sağı ortaya çıkar. Üçüncü kuşak Kıbrıslı Türk sağı milliyetçi değerleri yanısıra bürokratik mekanizması, kurumlar arası hiyerarşisi ve kariyer olanakları ile birlikte yeni bir hegemonya inşaa eder.
Artık ideolojik düşüncesi devletin ideolojik aygıtlarını da kullanabilmesinden ötürü Kuzey Kıbrıs coğrafyasının tümüne nüfuz eder. Kıbrıslı Türk sağı 1974 yılından bugüne kadar üst kadrolarında ciddi bir değişikliğe uğramasa da, ganimet üzerinden yaratılan rant sistemi yozlaşmaya gebedir. Denktaş sağın liderliğini yürüttüğü sürece bu yozlaşmaya rağmen siyaset yapacak manevra alanı oluşturmayı başarır. Ancak, 2004 ve sonrasında Kıbrıslı Türk sağı gerçek bir krize girer. Bu kriz sırasında dahi seçim kazanır ama somut olarak sunduğu tek çözüm: biat ve feodal ilişkilerin ötesini geçmez.
Biat sağ için var olabilmek için tek çözüm yoluyken, varoluşsal olarak çıkmaza girildiğinin en büyük kanatıdır. Üstelik, bu, sistemin tümden meşruluğunu kaybetmesine de mani olamaz. Bir tarafta sistemin meşruluğunu kaybetmesi, diğer tarafta Türkiye ile denk ilişkilerin oluşturulmaması, sağ için üstesinden gelinemeyen iki meseleyi oluşturur.
Hatırlayalım, UBP iktidarı sırasında Eğitim Bakanı Çavuşoğlu 2012 yılında Kıbrıslı Türk gençleri TC Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’ya şikâyet etmişti. Çavuşoğlu, Kıbrıslı Türk gençleri ‘sosyal olaylardan etkilenerek hem toplumsal sorunlara hem de Anavatanla olan ilişkilerimizi yorumlamada ciddi farklılıklara’ sahip olduğunu söyleyerek, kendi toplumunu ispiyonlamıştı.
Ardından, dönemin TC Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın nobran bir şekilde KKTC Başbakanı İrsen Küçük’ün maaşını sorması ve İrsen Küçük’ün, ‘7 buçuk – 8 sayın başbakanım’ şeklindeki çekingen ifadesi toplumsal olarak küçük düşürücü bir hareket olarak algılanmıştı. Bu davranışlar sadece solda değil, Kıbrıslı Türk sağında da tepkiler yaratmıştı.
Her iki örnekte de Türkiye ile iyi ilişkilerin, Türkiyeye biat olarak algılandığının kanıtıdır. UBP hükümeti bu gelenekle varolur. Özellikle, Denktaş sonrası Kıbrıs Türk sağ kulvardaki siyasi partilerin tümüne bu anlayışın tesir ettiği ortadadır.
Bu iddiaya yönelik en büyük örneği ise geçtiğimiz hafta yaşadık. Türkiye ile iyi ilişkiyi biat olarak algılayanların tümü ağız birliği yaptı. UBP liderliği ve DP liderliği aynı söylemi benimserken, CTP-BG’ye mensup vekiller, Kıbrıs Türk Futbol Federasyonu Başkanı, Cumhurbaşkanı adaylarının bir kısmı, Türkiye Futbol Federasyonu’nun Kıbrıs Türk Futbol Federasyonu ile temas etmeden, Kuzey Kıbrıs’a temsilcilik açarak hâkim pozisyona geçmesindeki rahatsızlıklarını çeşitli mecralarda açıkladı. Başbakan Yardımcısı, Ekonomi, Turizm, Kültür ve Spor Bakanı Serdar Denktaş ise bunun yerine özür dilemeyi tercih etti.
Sağdaki özür meselesi, sağ siyasetin var olabilması ile ilgilidir. Girdiği çıkmazı temsil eder. Çünkü Kıbrıs türk sağı ya biat ederek ağır ağır yok olacak, ya irade göstererek yeniden yapılanacak. Buradaki yeniden yapılanma, kaba bir milliyetçi söyleme gerek duymayan, biat etmeye tenezzül etmeyen bir siyasi pozisyondur. Böyle bir pozisyon Kıbrıslı Türk sağının bilinen önderleri tarafından içselleştirilmedi. Ancak, bu yeni liderlerin ortaya çıkmasını engelleyeceği anlamına da gelmemelidir.
Kıbrıslı Türk sağının dördüncü dalgasını oluşturmaya aday Kudret Özersay’ın veya siyasete yönelik planları olduğunu söyleyebileceğimiz Hasan Sertoğlu’nun çıkışları bu noktada Kıbrıslı Türk sağının geleceğine yönelik yeni bir yapılanmanın söz konusu olduğunu gösterir.
Yukarıda örneklerle anlatıldığı gibi, bu tarz kutuplaşmalar Kıbrıslı Türk sağında ilk kez yaşanmıyor. Bu tıkanıklığın aşılmasında önemli bir milattır. Sağın siyasi pozisyonunu siyasi özne olma olarak dönüşmesinin önemi sadece kendi için değil, ayrıca sol için de önemlidir. Çünkü egemenlerin dilinden konuşarak itaatkâr siyasetin sonunun geldiğini bunun yerine ‘irade toplumu’ olarak hareket etmenin ortaya çıkacağı bir nokta Kıbrıslı Türk siyasetinde önemli bir kilometre taşı olacaktır.
Böyle bir dönüşüm sağı ahbap çavuş ilişkilerinin ötesinde bir noktaya taşıyabilir. Eğer dördüncü kuşak Kıbrıslı Türk sağının ortaya çıkışı gerçekleşirse sadece futbolu değil, federalizmi, eşitliği, adaleti konuşmak da daha mümkün olacak.
3. Kuşak Kıbrıs Türk sağının geldiği son nokta olan ‘biat siyasetinin’ son bulmasında 19 Nisan seçimleri belirleyici olacak. 19 Nisan seçimlerinde kazanan kim olacak belli olmaz ama 3. Kuşak sağ siyaseti temsil eden Derviş Eroğlu’nun kaybı bu kuşağın tarihin mezarlığına gömüleceği anlamına gelir. Derviş Eroğlu, Serdar Denktaş vs... gibi bir merkeze itaat edenlerin kaybı, Kıbrıslı Türk sağının yeni bir başlangıç yapmasında mihenk taşı olabilir.