Kıbrıs Cumhuriyeti hükümetinin yeni bir parselde hidrokarbon arama çalışmalarına başlamasının ardından tırmanan krizin önünün, bir an önce kesilmesi lazım.
Aksi, kimseye fayda getirir nitelikte gelişmeler doğurmayacak çünkü.
Ne Türkiye’nin, arama yapılan bölgeye gönderdiği savaş gemileri ne de Anastasiadis’in görüşmeleri askıya alan tavrı...
Bunlar yapıcı değil, yıkıcı adımlar.
Hem Türkiye hem de Rum liderlik aklıselimle hareket ederek, bütün bu sorunların kaynağına odaklanmak zorunda, yani Kıbrıs sorununun çözümüne.
Ve en az bunun kadar önemli bir diğer mesele de, ortaya çıkan bu kriz ortamını tırmandıracak artçı açıklamalar ve artçı davranışlardan da özenle kaçınmanın gerekliliği.
Rum basını aracılığıyla gündeme taşınan ‘sınır kapılarının kapatılması’ senaryosu ve Başbakan Yardımcısı Serdar Denktaş’ın, 12 Ekim’de ara bölgede yapılması planlanan iki toplumlu Klasik Otomobil Festivali’nin ertelenmesi önerisi, bu ‘artçıların’ birer örneği.
Sınır kapılarının 23 Nisan 2003 tarihinde karşılıklı geçişlere açılması, Kıbrıs sorununun tarihsel gelişimi çerçevesinde çok önemli bir dönüm noktasıdır.
Başbakan Yorgancıoğlu’nun dün dikkat çektiği ekonomik boyutundan öteye, son derece önemli bir sosyal boyutu vardır ki bu kapıların yeniden kapatılması, adayı ikiye bölen tellere yeniden zincir vurulması, eskisinden de beter bir psikolojik ve sosyal izolasyonu da beraberinde getirecektir.
Kapılar, şu anda bir nevi supap görevi görüyor.
Ve bunları ‘tıkamak’, geçişleri fiilen durdurmaktan çok daha derin ve yıkıcı etkiler yaratabilir.
Bence bu tür ‘ihtimallerin’ dillendirilmesi bile son derece sakıncalı.
Serdar Denktaş’ın önerisine gelince...
Başbakan Yardımcısı bu öneriyi çok net biçimde, ‘kısasa kısas’ mantığıyla yapıyor.
Zaten konuyla ilgili açıklamasında da bunu görmek mümkün: ‘Bu, Rum tarafına verilecek iyi bir uyarı olur’ diyor.
Oysa şu anda ihtiyaç olan son şeydir sanırım, yeni ‘uyarılar’!
Ve ayrıca, siyaseten bir türlü uzlaşamayan taraflara umut vadeden sınırlı üç beş sayıdaki ortak sosyal girişimi de berhava edersek, elimize ne kalacak, barış(ma) kültürü adına?
Bu tür etkinlikler, gerektiğinde ötekine karşı koz olarak kullanılsın diye mi organize ediliyor?
Lütfen biraz sağduyu, lütfen biraz aklıselim...
Her iki tarafa da!