Sağırlar diyaloğu ve acınası fenomenler

Çağıl Günalp

Çağıl Günalp

Bundan bir ay kadar önce yayınlanan bir yazımda belirtmiştim… Bugün, içerisinde bulunduğumuz 21’inci Yüzyıl’da, kuvvetler ayrılığı ilkesini dörde bölerek, buna medyayı da ekleyebiliriz. Hatta medya, bu kuvvetler içerisinde en başat güç olarak bile kabul edilebilir... Tabii ki bugünün medyasının insan-toplum üzerindeki olumlu/olumsuz etkilerini değerlendirirken; hiç kuşkusuz sosyal medya üzerinde ayrıca durulmalıdır. Bugün, sosyal medya insana eklemlendirilmiş üçüncü bir göz gibidir. Zaman zaman insana benlik bölünmeleri yaşatan, insanı tuhaf ilişkiler içerisine çeken, fenomen olma dürtüsü ile her gün karşımıza söylediğini bilemeyen, bildiğini söyleyemeyen karakterler çıkartan, güncel konulara endeksli iktidar alanlarının yaratıldığı sosyal medya denen mecrada gördüklerimizi irdelemek; bugünün postmodern-kapitalist dünyasındaki birçok insanın haleti ruhiyesini anlamak adına önemli bir pusula niteliğindedir…

Geçen günlerde İngiliz The Guardian’da yayınlanan bir makale; insan psikolojisi ve sosyal medya kullanımı üzerine önemli tespitlere yer verirken, son 10 yılda artan narsistik kişilik bozuklukları ile sosyal medya kullanımı arasında önemli bir bağ kuruyor… Makalede belirtildiği gibi; Instagram’a günde 80 milyon fotoğraf yüklendiği, 3.5 milyar “beğeni” yapıldığı, dünya nüfusunun 5’te 1’inin hayatı ile ilgili detayları Facebook’ta paylaştığı bir çağda yaşıyoruz… Amerika’da yapılan bir çalışma, son 10 yılda narsistik kişilik bozukluklarında ciddi artış olduğunu ortaya koydu… Uzmanlar tarafından yapılan birçok çalışmada narsizm ve sosyal medya kullanımı arasında bağ kurulurken; takip edilme, kitlelere özel hayatla ilgili paylaşımlarda bulunma, yaşamla ilgili pozitif bir resim çizme gibi özelliklerin narsistik kişlik bozukluklarının semptomu olduğu ortaya konuldu… Araştırmada bulunan bir başka uzman grubu ise her insanın içerisinde narsist yatkınlık olduğunu, sosyal medya ile bunun daha görünür kılındığı argümanını ortaya koyarken, sosyal medyanın narsizmin sebebi değil de onun bir ifade aygıtı olduğunu savunuyor… Guardian’daki makalede, sosyal medyanın insanlara değişik kimlikler deneme fırsatı yaratması ise “öz benlik” açısından olumlu bulunuyor…

Peki, sosyal medyanın insan yaşamında bu denli belirleyici, baskın olması Kıbrıs’ın kuzeyinde ne gibi toplumsal etkiye sahip? Sosyal medya fetişi insan grubunun Kuzey Kıbrıs’ta bu denli çok olması hangi bireysel/toplumsal bozuklukların sonucu?.. Tabii ki sosyal medyanın olumlu yönleri vardır lakin bir başka yazı konusu olduğundan yazımda olumlu yönlerinden bahsetmeyeceğim.

Bugün, özellikle sosyal medya kullanımının Kıbrıs’ın kuzeyinde yarattığı ve bundan sonra yaratması muhtemel sosyal tahribatları öngörmek çok da zor değil. Şunu açıkça ifade edebilirim ki; herkesin hemen hemen herkesi tanıdığı, modernizmi yaşayamamış, kültürel bir evrim gerçekleştirememiş, siyasette de gündelik yaşamda da modernite öncesi ilişkilerin hüküm sürdüğü, toplumsallaşma sürecini tamamlayamamış Kıbrıslı Türkler’in sosyal medya ile olan ilişkisini incelersek şunları öne sürebiliriz: Kıbrıs’ta birçok insan kim olduğundan ziyade sosyal medyada idealize ettiği bir kimliği yaratıyor. Bu yaratılan imaja ek olarak birçok sosyal medya kullanıcısının yaşanan günlük olayların akabinde, sosyal medyada mikro kimlikler ve küçük iktidar alanları yaratıp, yaşanan olaylar ile ilgili genelde kulaktan duyma, sığ, çokça çelişkili söylemler gerçekleştirdiklerine şahit olabiliyoruz. Tabii ki bu yaratılan iktidar alanlarının da kimliklerin de ömrü çok kısa… Anında tüketilip bir başka konuda bir başka iktidar alanı ve kimliğin peşine düşülüyor...


Kıbrıslı Türklerin genel olarak sosyal medyayı kullanma amaçları, sosyal medyada güncel olaylara endeksli olarak birçok kimliğe bürünebilme konusunda yetkin olmaları aslında tam da varoluşçuluğun en önemli ismi Fransız Filozof Jean Paul Sartre’ın bireyin ‘ben’ ve ‘kendi’ olması arasında yaptığı tanımı akla getirir… Birey açısından, diğerini yok saymanın imkânsızlığına vurgu yapan Sartre, kişinin kendisini başkalarına gözüktüğü şekilde gördüğüne dikkat çeker... Bireyin, aynada topluma çizdiği imajı gördüğünü vurgulayan Sartre, bireyin kendisini hikayeler aracılığa oluşturduğunu, toplumda ise kurguladığımız hikayenin yansıması olan imajı (beni) gördüğümüzü belirtir. Kısaca; Satre’a göre BEN ve KENDİM aynı şey değildir. İnsanın topluma yansıttığı imaj olan BEN, ancak ve ancak yalnız kalındığında KENDİM olur. Evet,  gerek sosyal medyada gerekse yüze yüze insan ilişkilerinde Kıbrıslı Türkler’in bir samimiyet sıkıntısı yaşadığı aşikâr. Dillendirilmemiş, imzalanmamış soyut anlaşmalar ile yaşıyoruz. Herkes her şey olabilirken aslında hiçbir şey olamıyor. Bir gün sanatçı, bir gün aktivist, bir gün sporsever, bir gün çevreci ertesi gün bahçıvan oluyoruz sosyal medya üzerinde. Ve bizim sosyal medya arkadaşlarımız bize bu payeleri, sıfatları çok kolay verebiliyor… Ve günün sonunda her şey olurken bir tek kendimiz olamıyoruz…